Lübnanlı Fransız akademisyen Prof. Gilbert Achcar, Mısır'da muhalefetin farklı renklerden oluştuğunu ve sokağa çıkanların çoğunun bir siyasi angajmanı olmadığını anlatıyor. Achcar aksi yorumlara karşın ordunun göstericilerin yanında yer almadığını belirtiyor. Ortadoğu uzmanı Achcar'a göre, tüm bölgeye yayılan gösteriler demokrasi talebini büyük ölçüde kabarttı ve bu durum bastırılan solun kendini alternatif olarak kurabilmesi için ideal koşullar sunuyor.
Mübarek'in bir sonraki seçimlere katılmayacağını açıklaması sizce protestocuların zaferi miydi, yoksa eylemleri sönümlendirmek için bir kandırmaca mı?
Mısır'daki halk ayaklanması ilk tepe noktasına 1 Şubat'ta ulaştı ve Mübarek'i taviz veren bir açıklama yapmaya zorladı. Bu eylemlerin gücünü gösteren ve otokrat lider açısından açık bir geri çekilme hamlesi oldu.
Öte yandan, Mübarek daha ileri gitmeyeceğini de açıkça gösterdi. Orduyu da yanına alarak kitle hareketini de kendisinden reform isteyen Batı'yı da susturmayı amaçlıyordu. Fakat hareket o günden bu yana daha radikalleşti ve Mübarek'in istifasından başka bir şeyle yetinmeyeceğini gösterdi; hatta çoğu eylemci onun mahkemeye çıkarılması talebini dillendirdi. Dahası, rejimin tüm temel yapıları göstericilerce artık gayri meşru ilan edildi. Sonuçta muhalefetin bir kısmı anayasa mahkemesi başkanının geçici devlet başkanı olmasını ve ülkeyi bir kurucu meclis seçimine götürmesini istiyor. Diğerleri geçiş sürecini denetleyecek ve muhaliflerden oluşan bir komite kurulmasını da talep ediyor. Tabii ki bu talepler radikal demokratik bir perspektif içeriyor. Bunu gerçekleştirebilmek için kitle hareketinin rejimin omurgası olan Mısır ordusunu kırması ya da istikrarsızlaştırması gerekir.
Ordunun Mübarek'i desteklediğini mi söylüyorsunuz?
Mısır -onunla karşılaştırılabilecek Türkiye ve Pakistan gibi ülkelerden bile fazla ölçüde- esasen sivil yüzlü bir askeri diktatörlüktür. Sorun şu ki, Müslüman Kardeşler'le başlayarak muhalefetin çoğunluğu ordunun "desteği" değilse bile "tarafsızlığı" hakkında bir yanılsamaya kapıldı. Oysa şu ana ordu protestoları bastırmak için kullanılmadıysa, bu, Mübarek ve genelkurmayın -muhtemelen askerin tereddüt göstereceğinden çekinerek- bu yola başvurmamasından kaynaklanıyor. Bu yüzden rejim karşı gösteriler düzenlemeye ve serserileri protestoculara saldırtmaya yöneldi. Rejim Mısır'ı iki kampa bölünmüş gibi yansıtarak, ordunun bir hakem olarak müdahalesinin meşru olacağı bir algı yaratmak istedi. Eğer ciddi bir karşı hareket oluşursa ordu da devreye girebilir ve "herkes evlerine" diyebilir. Ben de bunda endişeleniyordum ancak Cuma günkü kalabalık gösteri ikna edici oldu. Ordunun protestoculara daha fazla taviz vermesi gerekecek.
Muhalefetten bahsettiğinizde hangi güçleri kastediyorsunuz?
Mısır muhalefetinde çok farklı güçler yer alıyor. Wafd gibi liberal diye nitelenebilecek legal partiler var. Sonra Müslüman Kardeşlerin kapladığı bir gri bölge var. Yasal olmasa da rejim tarafından tolere ediliyor. Tüm yapısı gözler önünde, yer altındaki bir örgüt değil. Müslüman Kardeşler açık farkla muhalefet içindeki en büyük güç. 2005'te ABDnin baskısıyla muhalefete biraz yer açılınca Müslüman Kardeşler parlamentonun yüzde 20'sini aldı. 2010 seçimlerinde bu kapı kapanınca sadece bir milletvekili kaldı.
Soldaki güçlerin en genişi yasal olan beş milletvekili bulunan Tagammu partisi. Nasır'ın mirasına dayanıyor. İçinde komünistler var. Temel olarak reformist sol bir parti ve rejime tehdit olarak görülmüyor. Tam terine çeşitli kereler rejimle işbirliğine gitti. Mısır'da Nasırcı radikal sol gruplar da var; küçük ama hareketliler ve protestolara canlı şekilde katılıyorlar.
Sonra "sivil toplum" hareketleri var, farklı muhalif gruplardan İkinci Filistin İnbtifadası için 2000'de bir araya gelenlerin oluşturduğu Kefaya gibi. Bu koalisyon daha sonar Irak'ın işgaline de karşı çıktı ve Mübarek rejimine karşı demokratikleşme kampanyası yürüterek ünlendi.
2006-2009 arasında Mısır'da birkaç kitlesel grevi de içeren yeni bir işçi hareketi dalgası yaşandı. Mısır'da, yakın zamanda toplumsal hareketlenmeye bağlı olarak kurulan örneklerin dışında bağımsız bir işçi sendikası yok. Emekçi kitlesinin gövdesinin kendisini temsil ettiği bir yapı yok. 6 Nisan 2008'de işçilerle dayanışma için genel grev çağrısı, 6 Nisan Gençlik Hareketi'nin oluşmasına yol açtı. Bunun gibi örgütleri kampanya odaklılar ve siyasi parti değiller, bağımsızların yanı sıra politik aktirivistleri de barındırıyorlar.
Muhammed El Baradey 2009'da Mısır'a döndüğünde, Nobel Barış Ödülü'nün prestijiyle etrafında liberaller ve soldan oluşan bir koalisyon toplandı; Müslüman Kardeşler'se ılımlı yaklaştı. Muhalefetteki çoğu insan uluslar arası alanda da tanınan Baradey'i Mübarek karşısında güçlü bir aday olarak gördü. Onun etrafında da Değişim İçin Ulusal Birlik örgütü kuruldu.
Bütün bu güçler şu anki kalkışmada yer alıyor. Fakat sokaktaki insanların çoğunun siyasi bir angajmanı yok. Bu, despot bir rejim altında yaşamaktan duyduğu zul kötüleşen ekonomik koşullarla ve artan işsizlikle katlanan dev bir kitle. Bu durum sadece Mısır değil bölge ülkelerini hepsi için geçerli. Tunus'ta parlayan taeşin kısa sürede yayılması da bu sebepten.
Batı medyası Ortadoğu'da demokrasinin kökten İslamcıların iktidara gelmesine yol açacağını işliyor. Mısır'da da adil seçimleri Müslüman Kardeşler'in kazanması kuvvetle muhtemel. Bu konuda ne diyorsunuz?
Ben soruyu tersten sormaktan yanayım. Demokrasi yokluğunun kökten dinci güçlerin böylesi bir zemin kazanmasına yol açtığını düşünüyorum. Toplumsal adaletsizliğin arttığı ve ekonomik çöküşün hızlandığı bir ortamda, baskı ve siyasi özgürlüklerin yokluğu, olası bir solcu, işçi sınıfı ya da feminist hareketin ortaya çıkmasını engelledi. Bu koşullarda kitlesel tepkinin en kolay yöneleceği kanal, halihazırda varolan olanakları en fazla kullanan olacaktır. Muhalefetin dini ideolojilere ve programlara sahip hareketlerin egemenliğine girmesi bu şekilde gerçekleşti.
Biz bu güçlerin fikirlerini özgürce savunabileceği ama tüm siyasi akımlar arasında açık ve demokratik bir rekabetin yaşanacağı bir toplumu savunuyoruz. Ortadoğu halklarının, dinin siyasi istismarına şüpheyle yaklaşılan 1950 ve 1960'lardaki gibi yeniden siyasi sekülerleşme yoluna girmesi için ancak uzun süreli demokrasi deneyiminin sağlayabileceği çeşit bir siyasi eğitime ihtiyaçları var.
Bunu söylemekle birlikte, dinci partilerin işlevleri ülkeden ülkeye değişiyor. Tunus'ta Raşid Ganuşi'nin [eylemlerin ardından] ülkeye döndüğünde binlerce insan tarafından karşılandığı doğru ama onun Nahda hareketinin Tunus'taki gücü, Müslüman Kardeşler'in Mısır'daki gücüne kıyasla çok küçük. Tabii bunun bir sebebi el Nahda'nın 1990'lardan bu yana ciddi baskı görmesi. Ama aynı zamanda Batılılaşmada aldığı yol, eğitim düzeyi ve tarihi nedeniyle Tunus halkı köktendinci fikirlere Mısırlılara göre daha uzak.
Fakat İslamcı partilerin tüm bölgedeki muhalefet içinde önemli güçler haline geldiği yadsınamaz. 30 yıldır esen rüzgarın yönünü değiştirmek için yoğunlaştırılmış bir demokrasi deneyimine ihtiyaç var. Aksi ihtimal, ordunun 1992'de seçimleri darbeyle engellediği ve ardından yaşanan iç savaşın bedelini hala ödeyen Cezayir'de yaşananlardır.
Ortadoğu'da gerçekleşecek özgür seçimleri kim kazanırsa kazansın demokrasi talebi güçlü bir toplumla karşılaşmak zorunda kalacak. Herhangi bir partinin -programı ne olursa olsun- bu yönelimi rayından çıkarması çok zor. İmkansız olduğunu söylemiyorum. Ama süren olayların ana sonuçlarından biri demokrasi talebinin büyük güç kazanması oldu. Bu hareketler solun kendini bir alternatif olarak yeniden yaratabilmesi için de ideal olanaklar sunuyor. (EÜ)
_____________________________________________________________________
* Faruk Sülehriya'nın Achcar'la yaptığı ve ZNet'te yayınlanan röportajı kısaltarak Türkçeleştirdik. Tamamına ulaşmak için tıklayın.