Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Dr. Barış Alp Özden’le Merkez Bankası’nın (MB) faizleri yükseltmesi sonrası yaşanacakların hayatımızı nasıl etkileyeceğini konuştuk.
Özden bireysel, konut ve taşıt kredilerdeki faiz oranlarının artacağını, bunun da iç talebin daralmasına yol açacağını belirtti.
Özden’e göre, büyümenin de olumsuz etkilenmesiyle orta vadede işsizliğin artacağı da öngörülebilir.
MB faiz oranlarını yükselterek dövizdeki artışa müdahale etti. Bundan sonra ne olacak? Bize nasıl yansıyacak?
İlk sonucu, MB’nin kendi referans faizini arttırmasıyla beraber bankaların mevduat ve kredi faiz oranlarının artması olacak.
Bu da bireysel kredilerdeki, taşıt ve konut kredilerindeki faiz oranlarının artması demek. Bunun karşılığı da iç pazardaki talebin daralması olacak.
Türkiye’de özellikle son yıllarda sermaye birikimi ve büyüme iç pazardaki talebe bağlıydı. Orta sınıflar son on yılda bu talep patlamasını borçlanarak sürdürdü.
MB’nin bu hamlesi olmadan önce dahi Türkiye’deki orta sınıflar artık borçlanma sınırını zorlamaya başlamıştı. Şimdi bu sona erecek gibi gözüküyor.
Özellikle konutta ve taşıtta bir talep daralması anlamına gelecek.
2008-2009 krizi sonrasında Türkiye’nin büyümesi büyük oranda gayrimenkule bağlıydı, konut merkezli bir sermaye birikimi modeli belirleyici olmuştu. Bu dönemin sonunda geldik.
O halde büyüme de etkilenecek...
Türkiye aynı zamanda bir devlet krizi yaşıyor. Ve seçimler dönemine girdik. Bu seçimler boyunca sürecek bir devlet ve rejim krizi yaşıyoruz.
Bu bence aynı zamanda Türkiye devletinin ve Türkiye kapitalizminin yeniden yapılanma dönemi olacak.
Bu belirsizlik içinde üzerine faiz artışı geldikten sonra yatırımcı yatırım yaparken on kere daha düşünecektir. Bu Türkiye’de büyümenin daralması anlamına gelecek.
Orta vadeli planda Türkiye’nin yüzde 4,5 büyümesi hedefleniyordu. Bunun gerçekleşmeyeceği çok açık. Türkiye bu sene belki yüzde 1’le, yüzde 2’yle yetinecek.
Bunun sonucu ne olur?
Yüzde 1-2’lik büyüme gelişmiş kapitalist ülkeler için yine kötü büyümedir fakat çok da etkileyemeyebilir. Ama Türkiye’de bu büyüme oranıyla işsizlik çok artar.
Türkiye ancak yüzde 4-4,5 büyüyünce işsizlik rakamlarını sabit tutabiliyor. Çünkü hem genç bir nüfus var hem tarımın çözülmesiyle beraber emek piyasasına dahil olan nüfus var.
Ayrıca faizlerin artıp talebin daralması bazı küçük boy şirketleri iflasa sürükleyebilir, sürüklemediklerini zor durumda bırakacağı için işçi çıkartmaya itecek, oradan da bir baskı olacak.
Kısaca orta dönemde göreceğimiz sonuçlardan biri de işsizliğin artması olabilir.
Kötü bir tablo çıkıyor...
ABD Merkez Bankası (FED) aşamalı bir strateji yürütüyor. Bunun daha başındayız ve FED buna devam ederken bu faiz artışıyla dövizi zapt edebileceğimizin de bir garantisi yok.
Şimdi döviz düşüyor ama dört ay sonra tekrar çıkma eğilimine girebilir. Dolayısıyla çok parlak bir dönem olmayacak gibi gözüküyor.
Döviz de tekrar sıçrama olursa bütün bu yansımaları daha erken ve yoğun hissedeceğiz anlamına mı geliyor?
Tabii, çünkü o dönem öyle olursa özellikle dövizle borçlanan şirketlerin üzerindeki bakı çok daha artacak.
FED’in kararı bizi nasıl bu kadar etkiledi?
Nihayetinde geç kapitalistleşen bir ülke olarak uluslararası piyasalara bağımlılıkla ilgili bir mesele.
FED’in mayıs ayında karar verdiği uyguladığı parasal genişleme politikasının aşamalı olarak azaltılması stratejisinin aslında başlangıcıyla mayıstan beri boğuşuyoruz. Bu TL üzerinde baskı yaratıyordu.
FED parasal genişleme politikasını aslında 2002’den beri uyguluyor.
2008’deki krizi aşmak, bankaları ve zor durumdaki şirketleri kurtarmak, ekonomiyi canlandırmak için daha da agresif biçimde uyguladı. Şimdi de kendi iktisadi ihtiyaçları gereğince bu politikadan yavaş yavaş vazgeçiyor.
Bu durum, kendi iç tasarrufları ve dolayısıyla sermaye birikim oranları düşük, dışarıdan gelen sıcak para akışına çok bağlı, cari açığı çok yüksek olan bizim gibi ülkelerde büyük bir baskı doğurdu.
Piyasalar uzun süredir faizlerin artırılmasını bekliyordu. Kimdi bunu bekleyen aktörler?
Kur baskısını üzerinde en fazla hisseden mali sermaye diyelim. Ve buna bağlı olan, dövizle çok fazla borçlanmış ve son dönem yatırımların büyümesini bununla sağlamış olan sermaye kesimidir büyük oranda bunu isteyen.
Hükümet niye karşıydı?
AKP iktidarı tipik bir sağ iktidar ve Türkiye’de sağ iktidarlar 1950’lerden itibaren ekonomiye sürekli gaz verirler, ekonomiyi büyütmeye çalışırlar. Çünkü kurdukları geniş çıkarlar koalisyonu bunu gerektirir.
AKP de iyi-kötü 2002’den itibaren böyle bir sermaye bloğu içinde sağlayabilmişti. AKP ekonominin büyümesini sürdürmeye çalışıyor. Bu Başbakan Erdoğan’ın kendisine olan yersiz güveniyle birleşince MB’nin bu adımı atmasına engel oluyordu.
MB uzun süre direndi, sürekli döviz sürerek talebi karşılamaya çalıştı, ama başarısız oldu.
Mayıstan beri döviz yüzde 30 arttı, sadece yüzde 15’lik artış yılbaşından bu yana, ki bu çok hızlı bir artış. Kırılgan ekonomiler arasındaki en büyük artışlardan biri bu.
Dolayısıyla bu adımı atması gerekiyordu. (YY)