Doç. Dr. Orhan Yavuz cinayeti, soruşturma ve dava süreci anlatımları, Orhan Tüleylioğlu’nun “Neden Öldürüldüler? (2. Cilt)” kitabından alınmıştır.
Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Orhan Yavuz 15 Haziran 1977 Salı günü, saat 07.45’te okula gitmek üzere evden çıktığında, aynı üniversitede öğretim görevlisi olan komşusu Halil Çivi ile karşılaştı. Üniversite, yürüme mesafesiyle lojmandan on beş dakikada uzaklıktaydı. Hava güzeldi; sohbet ede ede yürüyerek fakültelerin olduğu kısma doğru yürümeye başladılar. Bundan sonra olanları Halil Çivi şöyle anlatacaktı:
“4. Blok’un yanına geldiğimizde hususi bir araba durdu. Arabayı kullanan, ismen tanımadığım fakat üniversite mensubu olduğunu bildiğim bir şahıs önümüzde durdu. Zannedersem Orhan Bey’in arkadaşı idi. Arabanın kapısını açarak, ‘Sizi fakülteye kadar götüreyim’ dedi. Orhan da havanın güzel olduğunu, fakülteye kadar yürüyeceğimizi söyledi.
Biz hem sohbetimize hem yürüyüşümüze devam ederek İşletme Fakültesi’ne ana yoldan dönen ve kapalı otobüs durağının bulunduğu yere geldik. Duraktan yola sapıp kaldırım üzerinde durağı 5-10 metre kadar geçmiştik. Arkadan bir şahıs gelerek yanımda yürümekte olan Orhan Bey’in koluna girdi ve onu tretuvarın aşağı kısmındaki yeşil bir sahaya doğru çekti. Bende o anda uyanan intiba bu şahsın Orhan Bey’in arkadaşı olduğu ve ona gizli bir şey söylemek istediği yönünde idi. Bu sebeple pek ilgilenmedim, konuşacakları bitsin diye ben yoluma devam ettim. Fakat arkadan Orhan’ın ‘Halilciğim beni kurtar!’ diye bağırdığını duyunca geriye döndüm, aşağı yeşillik kısmında bir kişinin Orhan Bey’i tutmuş diğerinin de ona vurduğunu gördüm. O anda şahsın elinde bir şey olup olmadığının farkında olamadım. Ben üzerlerine doğru gidince, Orhan Bey’i tutan şahıs bana doğru geldi, elinde parlak, bıçağa benzer bir alet vardı. Bana, ‘Yaklaşırsan seni gebertirim’ dedi. Bu şahıs bana bunları söylerken diğeri Orhan Bey’e vurmaya devam ediyordu. Ben, bunun üzerine geri dönerek kaldırıma çıktım, İşletme Fakültesi’nin olduğu istikamete 5-10 metre koştum. ‘Polis’ diye bağırmaya başladım. Kendimi toparlayarak, tekrar hadise yerine döndüğümde bu iki şahıstan beni tehdit eden henüz aşağı kısımdan kaldırıma çıkmış, öbürü ise yolun orta kısmında idi ve yurtlara doğru koşuyorlardı. O anda beni tehdit eden şahsın bir an yüzünü profilden gördüm. Bu şahsın yüzü kırmızı renkte, orta boylu, şişmanca, kısa boyunlu, pehlivan yapılı bir şahıs idi. Arkadan gördüğüm kadarı ile sırtında koyu renkli bir mont vardı. Olayın heyecanı ile diğer şahsa hiç dikkat edemedim ve eşkalini de tespit edemedim. Üzerinde de ne biçim bir elbise olduğunun farkına varamadım. Bu şahıslar kaçtıktan sonra ben Orhan Bey’in yanına gittim. Sendeleyerek yere düşmek üzere iken onu tuttum; o anda yanımda öğrenci olduğunu tahmin ettiğim iki kişi belirdi. Orhan Bey’i kaldırıma çıkarmak için bana yardım ettiler. Yaralı durumda olan Orhan Bey’i bir taksiye koyarak Numune Hastanesi’ne götürdük. Götürürken, bana Edebiyat Fakültesi’nde asistan olan Raşit Küçükboyacı yardım etti. Hastaneye götürürken Orhan Bey bize hiçbir şey söylemedi, zaten söyleyecek durumda da değildi. Devamlı çırpınıyordu. Hastaneye götürdükten sonra birkaç kere ‘Raşit, Raşit' diye seslendi...”
Orhan Yavuz Numune Hastanesi’ne kaldırıldı, ancak tüm çabalara karşın, kurtulamayarak yaşama gözlerini yumdu.
Olay büyük tepki yarattı. Faillerin yakalanması, cinayetin mutlaka çözümlenmesi isteniyor, Cumhuriyet Savcısı Aykut Kutlay soruşturmayı yürütmek üzere Ankara’dan Erzurum’a gönderiliyordu.
Cinayetin hemen ertesinde, sonraki yıllarda pek çok örneğine rastlanacak ve kafalara binlerce soru işareti bırakacak bir soruşturma ve yargılama dönemi başladı.
Olay yerinin yakınındaki bir şantiyede çalışan Necdet Gürsel de iki saldırganı kaçarken görmüştü. Polise verdiği ifadede yaptığı tanımlar Halil Çivi’nin tanımlarına uyuyordu.
Kutlay olayla ilgili iki tanığın dışında, okul ve hastane personeli de dahil olmak üzere pek çok tanık dinledi. Bunun sonucunda, Orhan Yavuz’un planlı bir şekilde öldürüldüğü ve öldürülmeden önce uzun süre takip edildiği sonucuna varıldı.
Tüm ifadeler sonucunda olayla ilgisi olduğu saptanan Kimya Bölümü öğrencisi Harun Gerçek yakalandı.
Dava 10 Eylül 1977 günü açıldı. Harun Gerçek’in yargılanması devam ederken, Üniversite Dekanlığı’na imzasız bir ihbar mektubu gelecekti:
“Sayın Dekan... Doç. Orhan Yavuz’u öldüren esas faillerinden, öğrencilerinizden Bingöllü Fitit oğlu Remziye’den doğma Cezayir Baysal’dır... Öldürme hadisesinden bir gün sonra Bingöl’e gelip sık sık teyzesi, ismini bilmediğim, Sanat Okulu karşısında fırıncı Mehmet Emin’in evinde kalıp ara sıra geç saatlerde kendi evine gelmekte ve arkadaşı olan Hacı Ahmet Atalay’ın oğlu İbrahim Atalay ile gizli şekilde gezmektedir. Orhan Yavuz’u öldüren Cezayir Baysal’dır. Gereğinin yapılmasını arz ederim. Halen Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okumaktadır. 2. veya 3. sınıf öğrencisi.”
Bu ihbar üzerine Cezayir Baysal’ın aranmasına Bingöl’de başlandı. Ancak Cezayir Baysal bir türlü bulunamıyordu. Uzun bir süre sonra, Cezayir Baysal Erzurum’da yakalandı. Bingöl ve çevresinde aranan Baysal’ın aslında Erzurum’dan hiç ayrılmadığı anlaşıldı.
1977 yılının aralık ayında Harun Gerçek ve Cezayir Baysal’ın yargılanmalarına başlandı. Ancak dava başladıktan sonra beklenmedik bir şey oldu. Tanıklar Halil Çivi ve Necdet Gürsel ifadelerini değiştiriyorlar, sanıklar hakkında “Olabilir de olmayabilir de" gibi bir ifade kullanmaya başlıyorlardı. Orhan Yavuz’un yakınları ise tanıkların baskı altında olduklarını ileri sürdüler. Necdet Gürsel’in, “Başka bir yerde dinlenir ve ifademi değiştirerek gerçeği söylersem, bana bir şey olur mu?” endişesini her yerde dile getirmesi, bu iddiaları doğruluyordu.
1978 yılının ocak ayında dava güvenlik nedeniyle Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledildi. Yaklaşık dokuz ay süren yargılama sonunda 29 Eylül 1978 günü Cezayir Baysal ve Harun Gerçek beraat ettiler. 1. Ağır Ceza Mahkemesi, beraat gerekçesini şöyle açıklıyordu:
“Sanık Cezayir Baysal ile diğer sanık Harun Gerçek’in maktul Orhan Yavuz’u yaralayıp öldürdüklerine dair hükme ve temini vicdana kafi şahadet ve başkaca bir delil elde edilememiş, sanıklarda evvel ve ahir suçlarını inkar etmiş olmalarına, görgü tanıklarından Halil Çivi suçu işleyip kaçan şahıslardan birini sanıklar olduğunu kesin suretle kanaat getiremediğini, ve diğer tanık Necdet Gürsel'in profilden kaçan şahısları gördüğünü ve kaçan şahsın kaçış şekline, koşuş tarzına, boyu ve görüşüne göre sanıklardan birisine benzediğine dair beyan ve şahadetlerin mahkumiyete kafi kuvvette bulmadığından her iki sanığın delil yetersizliği nedeni ile sünnet suçtan BERAATLERİNE...”
Bu karar müdahil avukatlarca temyiz edildi, ancak Yargıtay 1. Ceza Dairesi beraat kararını onaylayarak kesinleştirdi. Sanıklar 6 Haziran 1978 günü serbest bırakıldı.
1979 yılının mart ayında, Hayrettin Kotangil adlı ülkücü eylemcinin Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne verdiği ifade Orhan Yavuz cinayetini tekrar gündeme getirdi. Kotangil ifadesinde şu bilgileri veriyordu:
“Erzurum ili içinde meydana gelen anarşik olaylarda benim bildiğim Atatürk Üniversitesi Doçentlerinden Orhan Yavuz'un Erzurum’da bıçakla öldürülmesi olayıdır. Bu olay benden önceki Ülkücü Gençlik Derneği değil de, o zamanki adı Ülkü Ocakları Derneği olan ve bu derneğin başkanı bulunan Emin Yılmaz zamanında vuku bulmuştur. Doç. Orhan Yavuz’un bıçaklanarak öldürülmesi olayında, doçentin öldürülme emrini veren şahıs o zamanki Ülkü Ocakları Derneği Başkanı Emin Yılmaz’dır. Ve Doç. Orhan Yavuz’u bıçakla öldüren şahıs da Cezayir Baysal adındaki şahıstır. Bunu bana aynen emri verdiği Emin Yılmaz söyledi, bana nakletti.”
Kotangil’in bu itiraflarında Cezayir Baysal’la ilgili başka suçlamalar da bulunuyordu. Erzurum Emniyet Müdürlüğü yeniden Cezayir Baysal’ı aramaya başladı.
Çevre illerde olabileceği sonucu çıkıyordu. Bunun üzerine polis memurları Alaattin Atlı ve Zülfikar Acar, Baysal’ı çevre illerde aramakla görevlendirildiler. Her iki polis memuru Muş, Elazığ ve Bingöl’de yaptıkları araştırmalardan sonra, 17 Nisan 1979 günü bir raporu hazırladılar. Rapordan çıkan sonuç, her iki polis memurunun araştırma yaptıkları illerde, meslektaşları tarafından hiçbir yardım görmemeleriydi.
Cezayir Baysal’ın yakalanması mümkün olmadı. Baysal’ın daha sonra yurt dışına kaçtığı öğrenilecekti.
1980 yılında idam edilen ülkücü eylemci Mustafa Pehlivanoğlu da asılmadan önce yaptığı itiraflarında Cezayir Baysal’ın Orhan Yavuz’un öldürülmesi olayına karıştığını anlatmış, bir diğer ülkücü itirafçı Ömer Tanlak da Orhan Yavuz’un öldürülmesini Muammer Cindilli’nin azmettirdiğini ve cinayete karıştığını söylüyordu.
Bu arada eski Erzurum Ülkü Ocakları Derneği Başkanı Emin Yılmaz da ele geçirildi. Yılmaz, ülkücü olduğunu, Atatürk Üniversitesi’nde solcuların etkinlik kazanmaması için çalıştıklarını, etkin bir solcu olarak tanıdıkları Orhan Yavuz'un sindirilmesi için çalıştığını itiraf ediyordu:
“Sol örgütlerin Erzurum’daki fakültelerde büyük itibar görmeleri ve tüm fakülteleri denetimleri altında bulundurmaları sağ görüşlü öğrencilerin tümünün saf dışı edilmesi gibi bir durum hasıl oluyordu. Bu durumda solcu öğretim üyeleri ile solcu öğrenciler arasındaki işbirliğinin kırılması gereğine inandım. Ben Orhan Yavuz’un ölüm olayından bir hafta önce, ülkücü görüşü benimseyen ve Ziraat Fakültesi’nde o dönemde öğrenci olan Cezayir Baysal’ı Atatürk Üniversitesi’nin kampüsünde gezerken çağırarak durumu izah ettim. Ziraat Fakültesi Profesörü Ali Özdengiz’i korkutmasını istedim. Bu konuşmamızdan iki gün sonra hatırladığım kadarı ile 1. yurdun önünde Cezayir Baysal yanıma geldi. Profesör Ali Özdengiz’in çok temkinli olduğunu araba ile gidip geldiğini, korkutamadığını söyledi. Ben de bunun üzerine Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Orhan Yavuz’u tanımasını, korkutmasını, gözdağı vermesini, sindirmesini kendinden istedim. Bu konuşmadan tahminen 2-3 gün sonra olmalı, yani 1977 yılı haziran ayının 16’sı gibi bir tarih olması gerekiyor. Öğleden önce ben 1. yurdun önünde idim. Cezayir Baysal yanıma geldi, bana hitaben kısık bir sesle. ‘Senin dediğin gibi olmadı. Orhan Yavuz’u korkutmak istedim, bana karşı geldi. Kavga etmek istedi, ben de üzerimdeki bıçakla kendisine vurdum’ dedi. Bu olay zuhur ettiği zaman benim yanımda ülkücü arkadaşım Şenay Öztürk vardı. Orhan Yavuz'un yanında bir kişi olduğunu söyledi. ‘İsmini bilmiyorum’ dedi. ‘Orhan Yavuz belki ölebilir’ şeklinde konuştu. Ben de bu sözler üzerine Cezayir Baysal’a sorarak, ‘Niye bıçakla vurdun, niye üzerinde bıçak vardı’ dedim. Bıçağı okuldaki hadiselerden dolayı üzerinde taşıdığını söyledi. Ben, Cezayir Baysal’a ‘Doçent Orhan Yavuz'u öldür’ demedim. Bu hususta bir karar almadık, yukarıda izah ettiğim nedenlerden dolayı Cezayir Baysal’a Orhan Yavuz’un korkutulmasını, gözdağı verilmesini, sindirilmesini bizzat ben, Emin Yılmaz, Cezayir Baysal’dan istedim. O da bıçakla yaralamak suretiyle ve Şenay Öztürk’ün de yardımıyla Doç. Orhan Yavuz'un ölümüne sebep olmuştur.”
Erzurum Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, 23 Şubat 1982 tarihinde Emin Yılmaz. Şenay Öztürk, Muzaffer Okutan ve Muammer Cindilli hakkında dava açtı. Sanıklar dava sırasında, savcılıkta ve poliste ifadeleri reddediyorlar, suçsuz olduklarını söylüyorlardı. Tanık Halil Çivi ise duruşmada artık hiçbir şey hatırlamadığını söylüyor ve sanıkları teşhis etmiyordu.
Sonraki aylarda Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi’ne devredilen dava bu kez de 3 Ocak 1983 tarihinde Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne devredilecekti. Davada ilk karar 12 Ekim 1984 tarihinde verildi. Mahkeme o güne kadar yakalanamayan Muammer Cindilli hakkında muhakemenin durdurulmasına, diğer sanıkların ise delil yetersizliğinden beraatlarına karar verdi. Müdahil avukatları bu kararı temyiz ettiler ve bunun üzerine Yargıtay kararı bozdu. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlayan davanın son duruşması 28 Ekim 1986 günü yapıldı.
Son duruşmada, davaya müdahil avukat olarak katılan İsmail Sami Çakmak mahkemeye sunduğu dilekçede şunları söylüyordu:
“Müvekkilimin eşi Doçent Orhan Yavuz 15.06.1977 tarihinde, ırkçı, insanlık düşmanı, gözü dönmüş canilerce, ideolojik nedenle ve örgütlü bir biçimde katledilmiş bulunmaktadır. Yaşamının her anını halkının mutluluğuna, insanca yaşamasına, öğrencilerinin mutluluğuna ve eğitimine adamış olan bu bilim adamının katledilmiş olmasından ailesi ile birlikte tüm Türk halkının büyük bir üzüntü duyduğu ve büyük bir kayba uğradığı bir gerçektir. Hiçbir kişisel çıkar peşinde olmayan, bir devlet memuru maaşıyla insanlığa yararlı olmaya didinen ve öğrencilerini de bu doğrultuda yetiştirmeye uğraşan bir bilim adamının, yine beyni yıkanmış-programlanmış öğrencileri tarafından katledilmesi üzücü olduğu kadar utanç verici bir cinayet olarak ortadadır. Müvekkilimin eşi öldürüldükten sonra, devletin hemen hemen her kademesinde sızabilmiş bulunan bazı faşist ruh ve zihniyetli kişiler, aldıkları talimatlar doğrultusunda, olayın üzerine gerektiği biçimde gitmemişler, bazıları da olayı çarpıtmaya ve küllemeye çalışmışlardır.
Yoğun baskılar ve tehditlerle tanıklar sindirilmiş, gerçekleri söylemeleri engellenmiş, yine dosya içerisindeki polis tutanaklarından açıkça anlaşıldığı üzere olayı soruşturan görevlilere (polislere) yine bizzat emniyet teşkilatındaki bazı yetkili ve görevliler engel olmuş, bu engelleme o kadar açık-vicdan sızlatıcı olmuş, polisler bu yolda tutanak imzalamak zorunda kalabilmişlerdir.
Yakın görgü tanığı Halil Çivi tehditler sonucu gerçeği söyleyememiş, nitekim sonunda psikolojik rahatsızlık nedeniyle tedavi görmeye başlamıştır. Tanık Necdet Gürsel ‘Başka bir yerde dinlenir ve ifademi değiştirerek gerçeği söylersem, bana bir şey olur mu?’ endişesini her yerde dile getirmiştir.
Çok acıdır ki baskılar, idari ve örgütlü baskılar, adaletin gerçekleşmesini bu güne kadar engellemede başarılı da olabilmiştir.
Tüm bunlara rağmen, dosyamızda yargılanan sanıkların, yüklenen suçu işlemiş olduklarını doğrulayıcı birçok belge ve ifade dosyamıza girmiş bulunmaktadır.
Sanıkların suçluluklarını gösteren hususlar şu başlıklar altında toplanabilir:
- Sanıklar polis ifadelerinden başlayarak hiçbir ifadelerinde, olay günü nerede olduklarını tam olarak kanıtlayamamışlardır. Bu konuda kendi ifadeleri kendi içinde çeliştikten başka, diğer tanıkların ve diğer sanıkların ifadeleriyle de çelişkili olmuştur.
- Ömer Tanlak’ın polis-savcılık ve mahkeme ifadeleri sanıkların suçu ne şekilde işlediklerini ve suçun işlenmesindeki sorumluluk durumlarını açık bir biçimde yansıtmaktadır.
- Sanıkların emniyet anlatımları olayın oluş biçimine uygun ve aynı zamanda tanık Ömer Tanlak’ın anlatımlarına da uymaktadır.
- Sanıkların olaydan sonra kaçmaları, arandıklarını bile bile uzun süre kaçak gezmeleri, suçla ilgilerini açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
- Olay tarihinde dört yıl gibi bir süre geçtikten sonra Şenay Öztürk’ün yer gösterme sırasındaki olayı etraflıca anlatımı, bu ifade ve yer göstermeyi yaptıran görevlilerin olay tarihinde Erzurum’da görevli olmadıkları, olayı bilmelerine imkân olmadığı, diğer tanık ve sanıkların anlatımlarıyla uygunluk gösteriyor olması karşısında samimi ifadedir. Bu sanığın anlatımı olayın oluş biçimine de uygun düşmekledir. Aradan dört yıl geçmesine rağmen diğer sanıkların fiziki yapılarını, hareket biçimlerini, o gün üzerlerinde bulunan giysileri dahi etraflıca anlatmıştır. Olayı görmeyen, bilmeyen, yaşamayan bir kişinin bu kadar etraflı ve gerçeğe uygun anlatımda bulunabilmesi olanaksızdır.
- Olay günü Cezayir ile Şenay’ın maktulü tanımadıkları için Muzaffer Okutan’ın işareti ile ölenin üzerine saldırdıkları, bıçakladıkları tanık Halil Çivi-Ömer Tanlak ve Hayrettin Kotanoğlu’nun ifadeleriyle de sabit olmuştur.
Dosya içeriğinde açıkça anlaşılacağı üzere maktul Orhan Yavuz’un öldürülmesi emrini veren ve azmettiren Emin Yılmaz’dır. Bu husus sanığın hem kendi anlatımları ile hem de diğer sanıkların anlatımlarıyla açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. Şenay Öztürk ve Muzaffer Okutan taammüden görevli memuru öldürmek suçunu işledikleri kendi beyanları, dosya içeriği ve tanık beyanlarıyla ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Sanıkların sevk maddesi gereğince cezalandırılmalarını, müdahillerin özel hukuka ilişkin haklarının saklı tutulmasını vekaleten dilerim.”
Son duruşmada daha sonra söz alan savcı, sanıklar hakkında yeterli delil bulunmadığını belirterek, beraatlarını istedi. Ve Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklar Emin Yılmaz, Şenay Öztürk, Muzaffer Okutan ile Muammer Cindilli’nin Doç. Dr. Orhan Yavuz’u öldürmek suçundan delil yetersizliği nedeniyle beraatlarına karar verdi.
Doç. Dr. Orhan Yavuz, faili belli bir “faili meçhul cinayet’in kurbanı olarak kaldı.
(VC)