2021 Haziran’da İstanbul’da düzenlenen 19. LGBTİ+ Onur Yürüyüşü, yasaklandı ve engellendi. Polis, lubunyalara saldırdı, çok sayıda kişiyi gözaltına aldı.
Yürüyüş günü Mis Sokak’ta işkenceyle gözaltına alınan 19 kişiye açılan davanın ilk duruşması bugün (13 Mayıs) Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi 60. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Duruşma salonu büyük olduğu için mahkeme heyeti duruşmayı, 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yaptı.
Duruşmayı takip etmek için adliyeye giren lubunyalara kapıda arama yapan görevliler, LGBTİ+ bayraklarını adliyeye almadı. Bayraklara el konuldu.
NOT: Yargılanan 18 kişi, 2911Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefet ettikleri ve bir kişi de polise mukavemet ettiği iddiası ile yargılanıyor.
Duruşmayı Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Sera Kadıgil de takip etti.
Duruşma öncesi aralarında yargılanan 19 kişinin de olduğu LGBTİ+’lar ve LGBTİ+ hak savunucuları Çağlayan Adliyesi önünde basına açıklama yapmak istedi. Ancak polis hiçbir gerekçe göstermeden açıklamayı engelledi.
Grup, “Onur Yürüyüşü yasaklarını kabul etmediğimiz gibi, açıklama yasağını da kabul etmiyoruz” diyerek protesto etti, sloganlarla adliyeye girdi.
İlk olarak avukat Onur Rojda Yıldırım konuştu. Yıldırım, iddianamenin adeta bir kolluk fezlekesi olduğunu belirterek, o günkü yürüyüş yasaklama kararının saat 5 itibariyle olduğunu, müvekkillerinin saat 15.00’da ikaz edildiğini, 15.50’de gözaltına alındığını söyledi. Bu noktada bütün müvekkillerin yakalanması hukuka aykırı olduğu için derhal beraat talebimiz var.
Savcı, talebim kabul edilmemesi yönünde görüş bildirdi. Mahkeme de talebi ret etti. İddianamenin okunması ile mahkemeye devam ediyor.
Kadıgil’den tepki
Duruşma öncesinde açıklama yapılmasına izin verilmemesine tepki gösteren TİP Milletvekili Sera Kadıgil, bu ysakların tepeden gelme, tek adamın emri olduğunu belirterek, ancak hukuk devletinde bu yasaklara izin verilmeyeceğini belirtti.
“Polis bizi işkence ederek gözaltına aldı”
İlk olarak Feride Eralp savunmasını yaptı. Sonrasında savunma yapan 19 kişinin tamamı aynı savunmayı yaptı. Savunmalarda, Onur Yürüyüşü'nde gözaltına alınanlara polisin yaptığı işkenceler detaylıca anlatıldı. Darp raporu aldığını belirten Arin, "Bana işknece yapan polislerin yargılanmasını istiyorum" dedi.
Savunmasını yapan Hande Sakarya da önce yakılarak öldürülen Hande Kader'i, babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız'ı hatırlattı, "Ayrımcılığa karşı ses çıkarmak için bir araya geldiğimiz Onur Yürüyüşü'ne katılmak için Taksim'deydim. Polisin yürüyüş saati gelmeden bazı kişileri darp ettiğini gördüm. Bir arkadaşımın üzerine polisler çullanmıştı, ters kelepçe yapmaya çalışıyordu. Polislerden onu kurtarmaya çalıştım ama polisler beni itti.
"Diğer arkadaşım Ecmel'e de işkence yapıldığını gördüm. Ecmel'e yardım etmeye çalıştım ama polisler Ecmel'i sürükleyerek götürdü. Sonra İrem arkadaşıma da polislerin işkence edildiğini gördüm.
"O sırada başka bir polis sırtıma dokundu ve beni sürükleyerek otobüse götürdü. Beni kurtarmaya çalışan başka arkadaşım da gözaltına alındı. Anayasal hakkımı kullandım. Bu sene de alanda olmaya devam edeceğim."
"Kasıtlı olarak havasız bırakıldık"
Arda Güzel de savunmasında, polisin arkadaşlarına işkence ettiğini gördüğünü belirterek şöyle dedi:
"Polis güvenliğimizi sağlaması gerekirken kendimizi güvencesiz bir şekilde gözaltında alındık. Pandemi koşulları dikkate alınmadı, hijyen koşulları yoktu, kasıtlı olarak havasız bırakıldık. Tuvalete gitmemize dahi izin verilmedi."
“Savaşa hayır diyenlerin yanındayım”
Ecmel Doğan da şöyle dedi:
“Benim polisi ısırdığım yazılmış tutanakta. Aksine polis bana işkence yaptı. Onların kaskı silahı vardı benim onlara şiddet uygulamam mümkün değildi. Beraatimi talep ediyorum.
Eylem Köse Yazıcı, şöyle dedi:
“Pandemi döneminde kültür sanat fonlarından yararlanılmadım. Barınma sorunlarım vardı. Zor bir süreçteydim. En büyük hayalim, dans, müzik, sahne. Ben bunun için yaşayan biriyim. Orada, dans, müzik ve arkadaşlarım vardı.
“Ben orada dansımı yaptım ve çok yüksek düzeyde işkenceye maruz kaldım. Bizler sadece yaşamak istiyoruz. Savaşa hayır diyen insanların yanında olmaya devam edeceğim. Ben işkenceye maruz kaldım. Tehdit ediliyorum.”
Aylin Çankaya, şöyle dedi:
"Bir polis dedi ki “Bunların hepsini alıp yakacaksın” dedi. Bir polis ‘şişeye içeyin” dedi. Bize işkence ettiler. Sonrasında aşağılama devam etti. Bu sene de benzer işkencelere maruz kalacağımızı biliyoruz. Birileri LGBTİ yok deyince yok olmuyoruz. Buradayız.
"Yargılanması gereken biz değiliz nefreti körükleyenler"
Reha Yıldız da savunmasında şöyle dedi:
"Anayasal hakkımı kullanmak için oradaydım. Saat 17.00 bile olmadan bizi gözaltına aldılar. Sokakta birilerinin polisin şiddetine uğradığını gördüm. Bizim üzerimize atladı polisler. Polis benim üstüme oturdu. Neredeyse 5 polis beni ters kelepçe ile gözaltına aldı. Gözlüğüm kırıldı. Bir eyre götürdüler. Ters kelepçemin çıkarılmasını istedim. Polis, susmazsam asla çıkartmayağını söyledi. En basit anayasal hakkım pazarlık konusu yapılmak istendi. Yargılanması gerekenler bizler değiliz, nefreti körükleyen kolluk kuvvetleridir" dedi.
Ortak savunma şöyle:
"Onur Yürüyüşü dünyanın her yerinde 1960’ların sonundan beri lezbiyen, biseksüel, gey, trans, interseks ve tüm cinsel kimliklerin özgür ve eşit yaşaması için rengarenk gerçekleştirilen bir yürüyüştür. Türkiye’de de 2003 yılından beri gerçekleştirilmektedir. 2013 yılında onbinlerin katılımıyla, İstiklal Caddesi’nde sorunsuz bir biçimde yapılan Onur Yürüyüşü, 2015 yılından beri Türkiye’de yasak. Biz bu yasağın hukuki değil, siyasi olduğunun farkındayız.
"Bu yıl da yaşam hakkımız için, cinsel yönelimimiz, cinsiyet kimliklerimiz yüzünden uğradığımız ayrımcılığa karşı ses çıkarmak için her yürüyüşümüz onur yürüyüşü diyerek bir araya gelmeye, anayasal hakkımız olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkımızı kullanmaya devam ettik. Çünkü bu ülkede biz LGBTİ+’lar her gün cinsiyet kimliklerimiz ve cinsel yönelimlerimiz sebebiyle öldürülüyor, işsiz bırakılıyor, evlerimizden atılıyor ya da en basit sağlık hakkımızdan eşit yararlanamayarak ayrımcılığa uğruyoruz ve hayat bizlere dar ediliyor.
‘Ters kelepçe uygulaması yaptılar, bu işkencedir’
"Bizler 26 Haziran 2021’de Mis Sokak’ta sadece “var olduğumuz” için şiddete uğradık, gözaltına alındık ve polisin keyfi tutumlarına maruz kaldık. Kamusal alanda anayasal hakkımızı kullanmamız engellendi, kaldı ki bu hakkımızı kullanmak için yaptığımız çağrıya daha saatler varken, mekanlarda otururken, sokakta dururken gözaltına alındık. Çağrı saat 17.00’de toplanmak üzere yapılmışken saat 15.00’i biraz geçe polis saldırısı başladı.
"Arkadaşlarımızla birlikte herhangi bir uyarı yapılmaksızın yerlerde sürüklendik, kaba şiddete, ters kelepçelere maruz kaldık. Bunların tümü cana kasıttır, homofobik/bifobik/transfobik saldırıdır.
"Bir mekanda otururken, bir sokakta dururken herhangi bir uyarı olmaksızın üzerimize saldıran polisler suç işlemiştir. Arkadaşımız Ecmel’e ters kelepçe yapıldı. Ona işkence yapıldı otobüsteydik. Maske takmayan polislerden defalarca aşağılayıcı söylem duyduk.
‘Hiçbir yere gitmiyoruz’
"LGBTİ+’lar olarak kamusal alanlarda özgürce var olmamız nefret suçlarıyla, bizzat devlet eliyle engelleniyor. Halbuki bizler de bu kamunun parçasıyız. Onur yürüyüşünde gözaltına alınmadan önce Maçka parkında piknik yapmak istedik. Bu parkta her gün yüzlerce insan istediği gibi zaman geçirebiliyorken bizim piknik yapma hakkımız dahi engellendi. Yerlerde sürüklendik, şiddete maruz bırakıldık ve parktan çıkarıldık. O halde bu parklar kimin?
"Aynı şekilde Taksim de kamusal bir alandır. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru sonucunda, 1 Mayıs 2008’de, iktidarın eyleme saldırılarının “ifade ve toplantı özgürlüğüne karşı bir tutum” olduğu belirtilmiştir.
"Taksim’de Onur Yürüyüşü, 1 Mayıs, 25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü ve 8 Mart’lar engellenirken Trabzonspor taraftarı rahatça kutlama yapabilmiştir. Elbette kutlama yapmak da, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak da haktır ve hiçbiri engellenmemelidir. Ancak bizlerin sadece kimliğimizden ötürü bu sokaklarda dövülerek gözaltına alınması açıkça ayrımcılıktır. Yasanın herkese farklı uygulanmasıdır.
"Onur Yürüyüşü’ndeydim çünkü bizler bu ülkede devlet eliyle ayrımcılığa uğruyoruz. Herkesin güvenliğinden sorumlu olması gereken İçişleri Bakanı toplumun bir kesimini hedef göstermek suretiyle nefret suçu işleyerek açıkça “LGBT sapkınlıktır” diyebiliyor. Toplumun hassasiyetleri öne sürülerek, örneğin Ramazan ayına denk geldiği bahanesiyle, Onur Yürüyüşü yasaklanıyor, anayasal haklarımız kısıtlanıyor. Yandaş medya her gün LGBTİ+ olmayı bir “terör faaliyeti” olarak sunuyor.
"Ülkenin Cumhurbaşkanı “lezbiyen mezbiyenlerin sözlerine takılmayalım”, “LGBT, yok böyle bir şey” gibi cümleler kurarak bizleri insan haklarımızdan yoksun bırakıyor ve saldırıya açık hale getiriyor. İnsan onuruna ve saygınlığına saldırıları da ifade eden tüm bu tutumlar uluslararası hukukta nefret söylemi ve suç olarak tanımlanmıştır.
'Yasa herkese farklı uygulanıyor'
"Son dönemde bu hedef göstermenin giderek arttığına tanık oluyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çekilirken iktidarın ilk gerekçesi toplumsal cinsiyet eşitliğinin “LGBT propagandası” olduğu ve aileyi tehdit ettiği oldu. Korunmaya çalışılan o aile yapısı içerisinde kadınlar ve çocuklar şiddete uğrarken rahatsız olmayanlar toplumsal cinsiyet eşitliğinden rahatsız oluyorlar.
"Yani kadınların ikinci sınıf sayılmadığı, sömürülmediği, tüm cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlerin eşit varolabildiği, şiddetsiz bir toplum yerine erkeklerin herkesi ezdiği bir düzeni sürdürmek istiyorlar. Pandemi sürecini yönetemeyen iktidarın Diyanet İşleri Başkanı hastalığın yayılmasını evlilik dışı ilişkiler ve eşcinselliğe bağlamaya bile cüret etti. Bu bilimsizlik ışığında, iktidara sırtını dayayan failler LGBTİ+’lara yönelik nefret suçlarını artırdı.
"Onur Yürüyüşü’ndeydim çünkü bu ülkede trans bir kadın, Hande Kader yakılarak öldürüldü. Katili hala sözde bulunamadı. Hande Kader bir aktivistti ve ne yazık ki ne ilk trans cinayetiydi ne de sonuncusu oldu. Ahmet Yıldız babası tarafından 13 yıl önce öldürüldü ve katili hala bulunamadı.
"Türkiye devleti bu nefret suçlarının peşine düşeceği yerde, nefrete karşı örgütlenen ve eşit bir hayat talebinde bulunmak için bir araya gelen bizleri gözaltına alıyor ve varoluşumuzu kriminalize ederek bu cinayetleri mümkün kılıyor.
"Şiddet failleri cezasızlıkla ödüllendirilerek sırtı sıvazlanıyor, nefret suçları iktidar eliyle sistematik hale getiriliyor. Geçtiğimiz hafta İzmir’de transların yaşadığı sokağa giren polis keyfi bir şekilde arkadaşlarımıza biber gazı ve coplarla saldırdı. Yine bu şiddet hakkında işlem başlatmak yerine hakkını arayan LGBTİ+’lar gözaltına alınıyor.
"Bizler sadece LGBTİ+ olduğumuz için geçinemiyor, barınamıyoruz. Ev kiralamaya gittiğimizde homofobi/bifobi/transfobi ile karşılaşıyoruz. İstihdam edilmek için kimliğimizi saklamak zorunda kalıyoruz. Kapalı kimlikle çalışmak ruh sağlığımızı etkileyerek bizleri işçi sağlığı/iş güvenliği risklerine açık hale getirirken, açık kimlikle iş bulabildiğimiz durumda mobbing, taciz ve zorbalığa maruz kalıyoruz. Ekonomik krizde de işyerinde ilk işten çıkarılanlar oluyoruz.
"Seks işçisi olarak çalışanlarımız ise hem maddi anlamda, hem şiddet riski karşısında hem de işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından güvencesiz çalışmak durumunda kalıyor. Kayıt dışı işlerde çalışmaya zorlandığımız için sosyal güvenceden yoksun, emeklilik hakkından mahrum kalıyoruz.
"LGBTİ+’lara varoluşları dolayısıyla yönelen şiddet ve ayrımcılığa üstü kapalı bir şekilde izin veren, teşvik eden ve cezasız bırakarak bir nevi ödüllendiren ve fiili bir kriminalizasyon ile keyfi uygulamalara maruz bırakan tüm bu uygulamalar aynı zamanda anayasal hak ihlalleri olarak karşımıza çıkmakta.
“Toplum ahlakı” denilerek yürüyüşlerimiz, kamusal alanı kullanma hakkımız şiddetle engellenirken sormadan edemiyoruz: Bu toplum kim, bu ahlak kimin ahlakı? Her yıl yüzlerce kadının ölümüne sessiz kalan toplumun ahlakı mı?
"Çocuk istismarını “çocuk gelin” diyerek yasalaştırmaya çalışanların ahlakı mı? Savaşa bütçe ayıranların ahlakı mı? Göçmen işçileri üç kuruşa çalıştırıp o parayı da vermeyen, göçmen kadınları ve çocukları istismar edenlerin mi? Tüm bunlar ahlak olarak görülürken bizim varoluşumuz mu ahlaksızlık, sevdiğimiz kişinin kim olduğu mu?
'Eşitlik ve adalet mücadelemiz devam edecek'
"Diğer yandan dillendirilen ve topluma dayatılmaya çalışılan bu söylemlerin siyasi ve ideolojik bir tavır olduğunu toplumsal hayatın akışını etkileyen, ayrımcılık yaratan sonuçlar ortaya çıkardığını hatırlatmak istiyoruz.
"Her varoluşun, kimliğin, yönelimin, cinsiyet ifadesini yok sayan iktidarın makbul vatandaş tanımı kişilerin kendilerini gerçekleştirme hakkına saldırarak eşit yurttaşlar olarak toplumsal yaşama katılımını etkilemektedir.
"Ne gözaltılar ne saldırılar bizlerin mücadelesini engelleyemez. Eşit yaşam hakkımızı elimizden alanlara, varoluşumuzu yok sayanlara karşı sesimizi yükseltmek için bir araya gelmeye ve varız, buradayız demeye devam edeceğiz.
"Nefrete karşı eşitlik ve adalet için örgütlenmeyi sürdüreceğiz. Nefrete, örgütlü homofobi/bifobi/transfobiye karşı yaşasın lubunya dayanışmamız ve biliyoruz ki tüm bu hak gasplarına ve adaletsizliğe karşı biz kazanacağız. Burdayız aşkım, hiçbir yere gitmiyoruz."
"Yasaklama kararı hukuka aykırı"
Duruşma, avukatların savunması ile devam etti. ilk olarak konuşan avukat Umut Rojda Yıldırım, şöyle dedi:
"Müvekkilerimiz Onur Yürüyüşü'nün polis eliyle nasıl savaş alanına dönüştürüldüğünü anlattı. Onur Yürüyüşleri dünyada 50 yıldır Türkiye'de 30 yıldır kutlanan bir yürüyüş, hafta. LGBTİ+'ların var oluşları tehdit altında bu nedenle varlığı kutlanan haftalardır. 2015 yılından bu yana yasaklanıyor. Bu sene de yaşadığımız bundan farksız değil."
Karar: "Mağdur polis" tespit edilsin
Savcı "eksik hususlar giderilsin" dedi. Avukatlar, dosyada eksik husus olmadığını belirtti. Mahkeme heyeti, avukatların beraat talebini kabul etmedi. Mahkeme, Onur Yürüyüşü'nde "mağdur olduğu iddia edilen polisin" kim olduğunun tespit edilmesini istedi. Emniyet Müdürlüğü'ne müzakkere yazılmasına karar verdi.
Bir sonraki duruşma, 23 Aralık'ta.
"Susmuyoruz, korkmuyoruz"Polisin engellediği basın açıklaması Geçtiğimiz yıl Haziran ayında 19. LGBTİ+ İstanbul Onur Yürüyüşü öncesi Mis Sokak’ta polis saldırısı gerçekleşmiş, gün boyu devam eden saldırıların ardından 46 kişi gözaltına alınmıştı. Bugün burada, açılan 6 ayrı davadan biri olan 19 kişinin yargılandığı onur yürüyüşü davası görülüyor. Gözaltına alınanlar hakkında hazırlanan iddianamede polis tarafından uygulanan işkence ve kötü muamele yer almazken özgürlük ve eşitlik talebi için sokağa çıkan LGBTİ+’lar cezalandırılmak isteniyor. Bu hukuksuzlukta ısrarcı olanlara tekrar hatırlatalım: basın açıklaması haktır, protesto haktır, örgütlenmek, itiraz ve mücadele etmek haktır. Yıllardır kopyala yapıştır gerekçelerle yürüyüşümüzü yasaklayanların gerekçelerinden biri ise halkın huzur ve güvenliğini tehdit etmek. Halkın huzur ve güvenliğini tehdit eden Onur Yürüyüşleri değil, altı yıldır onur yürüyüşlerine saldıran kolluk ve LGBTİ+ düşmanlığını politikası haline getirmiş iktidardır. Bizi yargı taciziyle korkutmaya çalışanlar bilmelidirler ki toplumun huzuru gezi davasında yargılananlar, politik tutsaklar, hayatını savunan ve müebbetle yargılanan kadınlar özgür kaldığında, LGBTİ+’lar dahil tüm ötekileştirilenler, düşmanlaştırılanlar, ezilenler haklarını aldığında ve yaşamları güvence altına alındığında sağlanacaktır. Eşitliğin, özgürlüğün olmadığı bir toplumda huzur da mümkün değildir! Türkiye’nin en büyük yürüyüşlerinden birisi olan Onur Yürüyüşü’nü 2015’den beri yasaklayan erkek-devlet, LGBTİ+’lara yönelik hedef gösterme, nefret söylemleri ve özellikle trans kadınlara yönelik kamusal alanlardaki saldırılar yoluyla cezasızlıktan güç alan failler yaratmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmayan iktidar İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıp bizleri şiddete açık hale getirirken söylemini de transfobi/homofobi üzerinden temellendirerek adeta şiddet faillerine arka çıktı. LGBTİ+’ların temel haklarına ulaşmasına engel olan, LGBTİ+'ların taleplerine kulaklarını tıkayarak, bizleri yok saymaya çalışanlara inatla tekrar söylüyoruz: Bizler mücadele etmekte kararlıyız, hayatlarımızdan ve haklarımızdan vazgeçmeye niyetimiz yok. LGBTİ+’lar olarak yaşama, barınma, çalışma, eğitim ve sağlık gibi en temel haklarımızı geri almak; varoluşumuz baskılanmadan, rencide edilmeden, kınanmadan, aşağılanmadan yaşamak için verdiğimiz bu mücadelenin geri dönüşü yok. Bizim geleceğe dair duyduğumuz umut, mücadelemizdeki inat ve ısrar, ufkumuz ve hayallerimiz sizin baskınızdan çok daha dirençli. Varoluş mücadelemizin dünü, bugünü ve yarını sizin yasaklarınızı aşar. Çünkü biz hep buradaydık, buradayız ve burada olacağız. 19 yıldır olduğu gibi bu yıl da bir araya geldiğimiz, birbirimizi bulduğumuz, varoluşumuzu, onurlu bir yaşam sürme mücadelemizi kutladığımız sokaklarda olmaya devam edeceğiz. |
(EMK)