6. Trans Onur Haftasını geride bıraktık ve şimdi de İstanbul LGBTİ Onur Haftası başlıyor! Onur Haftası Komitesi’nin de dediği gibi Haziran’ın son iki haftası İstanbul’da çifte bayram kutlanıyor.
Haftanın bu seneki teması “Normal”. 2014’te İzmir’de intihar eden trans erek Okyanus’un geride bıraktığı “Ne boka yaradı normal olmak” notu hafızamızda… Hafta boyunca çeşitli etkinliklerle toplumun belirlediği “normal” ve LGBTİ hareketinin içinde oluşan yeni normativiteler sorgulanacak.
Ve hafta, katılımın her sene binlerce kişiyle katlandığı 13. İstanbul LGBTİ Onur Yürüyüşü’yle coşkulu bir şekilde sona erecek.
Onur Haftası hazırlıkları sürerken, Onur Haftası Komitesi’nden M. Efe Fırat, Deniz Gedizoğlu ve Yves-Chester'la buluştuk, Gezi direnişinden sonra giderek artan LGBTİ görünürlüğünü, iki senedir “iğne atsan yere düşmez” kalabalığı yaşanan Onur Yürüyüşlerini, “normal”leri, a”normal”leri konuştuk.
Fırat ve Gedizoğlu “Önceliğimiz genel ahlakı bozmak. Evet, 28 Haziran’da İstiklal’de kadınlar, erkekler, translar elele yürüyecek, kadın kadına, erkek erkeğe öpüşecekler” diyor.
"Duyarlılıkla geliyorlar, eğleneceklerini de biliyorlar"
Gezi direnişinde LGBTİ hareketi önemli bir görünürlük kazandı, insanlar LGBTİ Blok’ta buluştu. Gezi’nin LGBTİ hareketine etkisi ne oldu?
Deniz: Katkısı kesinlikle oldu. LGBTİ hareketinin sözü, varlığı kitleselleşti. Daha da önemlisi, Gezi’deki yanyana durma, örgütler arası iletişimi de arttırdı. Onur Haftası’nda söz söylemek isteyen örgütler de çoğaldı.
Efe: Gezi, LGBTİ hareketi için bir hiper görünürlük anıydı. Ama bizim oradaki coşkumuz ve Gezi deneyimimiz, 20 yıllık kurumsal hareketin öz tarihini gölgede bırakmaya başladı. Bunu zihinlerde tutmak da önemli. 2013’te henüz Gezi’nin gelişi ortada yokken, biz Onur Haftası temasını “direniş” olarak belirlemiştik. Zaten canımız burnumuzda geziyorduk. Gezi’den beri de belki tebessümle bakan örgütlü-örgütsüz insanlar gökkuşağı bayrağını korkusuzca eline alır oldu.
Deniz: Aslında Gezi’yle beraber herkesin kentteki varoluşunun sorunlu bir yerde olduğunun fark edilmesiyle, LGBTİ’lerin de bu mücadelenin içinde olduğu fark edildi.
Gezi’den beri, Onur Yürüyüşleri inanılmaz derecede kalabalık oluyor. Sizce insanlar hak temelli mücadeleyi içselleştirdiler mi, yoksa eğlence olarak mı yaklaşıyorlar?
Efe: Biz bunu sorgulamaya devam ediyoruz. 2014 Onur Haftası’nın teması “temas” idi. Bu bahsettiğimiz karşılaşma anını sorgulamak istedik. Artık LGBTİ dostu olmak, homofobi karşıtı olmak, genel bir kanıya dönüşmüş gibi duruyor. İşin eğlence boyutu da var tabii, sıkıntı yok, böylesi de mümkün.
Marjinalsen, ötekiysen, bedeller ödemenin promosyonu yapılır hep. Ama LGBTİ hareketi eğlenceli ve çekici bir şekilde siyaset yapıyor. Kendi durumunu ironilerle sunuyor. “Homofobiye karşı ses çıkar” diye çığlık kıyamet eğleniyoruz, “heteroseksizmi kahkahalarımızla yıkacağız” diyoruz. Sistemin karamsarlığına, öğütücülüğüne inat eğleniyoruz. Bu da bir nefes alanı açıyor. Bence homofobiye karşı bir duyarlılıkla geliyorlar ama o gün eğleneceklerini de biliyorlar.
Bellek, direniş, temas, normal...
Onur Haftası temaları, LGBTİ hakları mücadelesinin kronolojisini de gösteriyor aslında. 20. yıl “Bellek”, 21. yıl “Direniş”, 22. yıl “Temas”, 23. yıl “Normal” olarak belirlenmiş temalar.
Efe: Bellek, 20. yıla bir methiyeydi, belleği tazelemek istedik çünkü bir yandan da belleksizlik tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorduk. Bir yıl boyunca, yani Gezi’ye gelene kadar politizasyon ciddi anlamda arttı. LGBTİ’lerin de kentle ilişkisi sorgulanır oldu. 22. Onur Haftası’ndan direniş dışındaki tema önerileri, eşitlik, adalet, mücadele gibi şeylerdi. Siyaseten faal bir ruh halindeydi hareket. Direnişten sonra “kimlere temas ettik” sorusu soruldu. Taraftar grupları seksist, heteroseksist tezahüratlar kullanınca, biri çıkıp yalın varoluşuyla, “ben ibneyim, bunu neden hakaret olarak kullanıyorsunuz” dediğinde, tezahüratlar değişiyordu.
Bu senenin teması ise “normal”. Bu temayla ne anlatmak istediniz?
Efe: Yerel seçimlerde LGBTİ adaylar olması, siyasi partilerde artık bir LGBTİ görünürlüğü olması, LGBTİ’lerin siyasi varoluşunu belli kesimler için “normalleştirdi”. Bunun yanısıra, insanlar arasında heteroseksist, ayrımcı ifadeler kullanılması denetlenir bir politik doğruculuğa dönüştü. Bir tür “normalleşme” var derken, diğer yandan açık hedef gösterme ve saldırılar arttı. Bazı gazetemsiler sürekli bir teşhir halindeler. Bu fokurdama, bir şeylerin normalleştiğini de gösteriyor aslında. Çünkü bunu kriminalleştirmeye çalışıyorlar. LGBTİ’lerin minnoş, cici, eğlenceli insanlar olmasının yanısıra ıstıraplarını da hatırlamak lazım. Eşcinsel olduğunu söylemenin çok açık siyasi ve toplumsal bedelleri var. Öldürülmekten ayrımcılığa, barınma hakkının elinden gitmesinden okuyup istediğin işi yapamamaya… Normal temasıyla, her şeyin aslında o kadar da normal olmadığını göstermek ve aynı zamanda LGBTİ hareketi içindeki yeni normativiteleri sorgulamak istedik.
Deniz: Politikleşmenin artması ve LGBTİ hareketinin de bu politikleşme içinde yer almasıyla görünürlük arttı. Fakat bir yandan da hükümetin politikalarıyla şekillenen ve artan bir şiddet de söz konusu. Sözlü, basılı, eyleme dökülen, had çizgisinin kaybolduğu sert bir ortama girmeye başladık. Bu yıl çok fazla olay oldu, bir gecede 4 ayrı trans kadının saldırıya uğradığı bir süreç yaşadık, intihar eden gençler oldu. Bu temayı belirlememizde Okyanus Efe Özyavuz’un intihar notu da bize referans veren bir söz oldu, o notta “Ne boka yaradı normal olmak” diyordu.
Bir yandan da hareketin gelişmesiyle, LGBTİ varlığının da kendi içinde normallerinin oluşması ya da beklenmesi ya da dayatılması gibi bir şey de söz konusu. Mesela homonormativite diye bir kavram var, bir eşcinsel nasıl olmalıdır? Makbulü nasıl olur? Bu aslında Türkiye’den doğmuş bir tartışma değil. ABD ve Kuzey ülkelerinde yapılan bir tartışma. Beyaz, evli, hali vakti yerinde, eğlencesine giden, Pride’ını düzenli yapan, sözünü daha liberal bir yerden kuran bir eşcinsel profilinden bahsediliyor. Bunun örneklerini ufak ufak Türkiye’de de görebiliriz. Aslında LGBTİ hareketinin kendi içinde de yeşermeye başlayan ve dışarıdan da çok kolay benimsenen normlar ve normaller de yükselmeye başlıyor ve buna karşı da söz üretmek istiyoruz. Çünkü bu, LGBTİ bireylerin birbirine karşı bir tür sınıflandırma, hiyerarşi kurma aracına dönüşebiliyor. Özetle “normal” kavramının bir hiyerarşi kurma aracına dönüşmesi nedeniyle normali sorgulamak, aşındırmak, yok etmek istiyoruz.
"Dar pantalon giymeyen, kıllı, göbekli geyler de var"
Peki LGBTİ’ler için “normal” nasıl tanımlanıyor?
Efe: “Biz sıradışılar olarak sıradışı değiliz” kavgası aslında bahsettiğimiz. Bunu yaparken bir norma karşı başka bir norm ortaya çıkıyor. Stereoripik şeyler bu “normaller”. Gey dendiğinde akla dar pantolon giyen, belli yerlerde yiyip içen, belki çok eşli bir yaşam tarzı benimsemiş insanlar akla geliyor. Halbuki böyle bir şey yok. Çalışan, emeğiyle geçinen, o kadar rahat para harcayamayan, gündelik hayatta sistemin her türlü tokadını yiyip kendine bir yol arkadaşı arayan, dar pantolon giymeyen, kıllı, göbekli insanlar da var. O kendine gey dediğinde niye birileri şaşırıyor ya da öyle olmadığı için kendine gey diyemiyor? Lezbiyen deyince akla neden butch kadınlar gelir ya da gey deyince neden feminen erkekler düşünülür?
Deniz: KaosGL’nin lezbiyenizm dosyasında bu konu konuşuldu. Evet, lezbiyen stereotipi butch diye de tabir edilir, avam şakalarda kamyoncu diye de tabir edilir. Daha erkeksi tavırlar takınan, erkeksi giyimi tercih eden, sert davranan, şefkati az olan bir tip hayal ediliyor. Eşcinseller kendi aralarında da kıstırılmış ve kendilerini bu fobilere karşı disipline etmeye çalışıyorlar. “Butch ibi olmayayım” yaygın ve anlaşılır bir tavır. Varoluşunu içinden gelen bir dürtüyle değil de, dışarıdan gelen ve seni disipline eden söylemler çerçevesinde düzenleme zorunluluğu vermesi, tam da LGBTİ hareketinin kendisi için karşı çıktığı şey. Ama bunu yaparken, kendi içinde de benzer dinamikleri işletmeye başladığını görüyoruz. Bu sorun dillendiriliyor ve mücadele de ediliyor.
LGBTİ hareketinin içinde de görünür bir hiyerarşi var. LGBTİ hareketi deyince erkek eşcinseller daha görünürler.
Deniz: Öz örgütlenmeye inanıyorum, dolayısıyla nerede bir görünürlük eksikliği varsa biraz öz örgütlenme eksikliği de vardır diye düşünüyorum. Bunu her zaman bir tarafın diğerini domine etmesi olarak görmemek lazım bence. Ama LGBTİ hareketi “ayol”larıyla şekillenen, erkek eşcinsellerin görünürlüğünü arkasına alan, ortalıkta da erkek eşcinsellerin göründüğü bir hareket oldu. Bu biraz sınıfsal, varoluşsal özelliklerinde beraberinde getirdiği bir durum. Lezbiyenler, görünmeden de idare edebiliyorlar demek ki, buradan bu anlaşılıyor. Ama idare etmemeyi göze aldığın zaman var oluyorsun.
"Trolar eylemde"den, "trans vatandaşların eylemi"ne
Onur Haftası programında “Komşu Ülke Ermenistan’da LGBTİ Mücadelesi” paneli var. Aslında soykırımın 100. Yılında Ermenistan ve Türkiye’deki LGBTİ hareketi arasındaki dayanışma da görünürleşti. Örgütler soykırımın 100. Yıldönümü için ortak açıklama yaptı. Biraz bundan bahsetmek istiyorum. Ermenistan’daki LGBTİ’ler için durum daha zor galiba.
Efe: 20. Onur Haftası’nda da bir konser vermişlerdi. Bu KaosGL’nin Ankara’da düzenlediği Homofobi Karşıtı Bölgesel Ağ ile başladı. Ermenistan’da durum bizden daha zor. Büyük oranda milliyetçiliğin, asker toplumu olmanın etkisi var. Ermenistan kurulduğundan beri savaş halinde olan bir ulus-devlet. Eşcinsellik, militer ve milli erkeklik olgusunu çok rahatsız ediyor. Ermeni soykırımından sonra bu topraklarda bir inkar rejimi var. Burada kalanlar acılarını gizli saklı yaşadıkları, müslümanlaştıkları sürece varolabildiler ve acılarının peşinden gidenlere varolma hakkı tanınmadı. Bu tıpkı heteroseksizmin içinde kendini vareden LGBTİ’lerin maruz kaldığına benzer bir inkar aslında. Biz de 100. yılında Ermeni soykırımını da anmak ve yüzleşmeyi sağlamak istedik.
“Türkiye’de LGBTİ Bireylerin Sosyal ve Ekonomik Sorunları” panelinde SPoD ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu’nun bir araştırmanın sonuçları paylaşılacak. Bu araştırmaya göre, ayrımcılığa uğrayan LGBTİ’lerin yalnızca onda biri hukuki yollara başvuruyor. Bu sonuç, aslında bizim de bir süredir gözlemlediğimiz bir mesele. Çekiniyorlar mı? Adalete mi güvenmiyorlar? Erişim yolları mı kapalı? Neden böyle oluyor?
Efe: Bir süredir Türkiye’de hukuk sistemi öyle bir halde ki, adil olmayan herhangi bir şeye maruz kalmış kaçımız hukuki yollara başvuruyor? Yani makul, makbul sayılan yurttaşlar arasında da bu sayı azdır, şiddete maruz kalan kadınlar arasında da azdır. Böyle bir durumda ise cebinde mavi kimlikle gidiyorsun ama kadınım diyorsun, seks işçisisin... İnsanlar bu girecekleri mücadelenin karşısında ne alacaklarını düşünüyorlar ve yorulmak istemiyorlar. Keşke bizim örgütlülüğümüz daha fazla cesaret ve umut verebilse. Ama yine de yerel örgütlerin, gönüllü avukatların verdikleri destekler de iyi sonuçlar veriyor. Bu bir tür politik doğrucu terbiye mekanizmasına da dönüşüyor. Mesela 2009’da bir trans eylemi olduğunda telsizden “Yine bu trolar eylem yapıyor” diyen polis, artık telsizden “trans vatandaşların eylemi var amirim” diyor. Bu iki adım ileri, bir adım geri bir süreç ama oluyor. Bu konuda da geleneksel sloganı tekrarlamak gerekiyor: Ne yalnız ne de yanlışız. En az anayasada tanımlı kadın-erkek heterolar kadar, LGBTİ bireylerin de hukuktan eşit bir şekilde faydalanması gerekiyor.
"Yürüyüş güvenli olacak çünkü örgütlüyüz"
Bu sene Onur Haftası’na yönelik, bir kısım medyadaki homofobik yayınlar arttı. Aslında uzun zamandır, özellikle Yeni Akit gibi yayınlar aracılığıyla kaçırdığımız KaosGL etkinliklerini takip edebiliyorduk ve her sene Onur Haftası öncesi homofobik yayınlar yapıyorlardı ama bu sene bir adım daha ileri gittiler ve Onur Haftası programının tamamını gazeteye bastılar. Yani ciddi bir hedef gösterme var. Siz buna karşı bir girişimde bulundunuz mu?
Deniz: Böyle şeyler öteden beri yapılırdı ama yapanlar faşizmin ve muhafazakarlığın en marjinal ucunda olanlar olarak kabul edilirdi. Twitter’da “trolleri beslemeyelim” derler ya, o nedenle bir kafa karışıklığı var. Tamam, onları dönüştüremeyeceğiz ama bu artık trollük ve marjinallik olmaktan çıkıyor. Bu, devlet politikalarıyla da desteklenen bir durum. Bunlar kenarda köşede birkaç davasına kendini adamış kişinin okuduğu yayınlar değil. Bu yayınların bu kadar artması, saldırıların doğal ve yapılabilir bir şey olduğu algısını yaygınlaştırıyor. O yüzden buna karşı söz söylemek zorundayız.
Efe: Bu yayın odakları, homofobik ve transfobik şiddeti ve nefreti, artık temsiliyetine soyundukları grupların özüne yedirdiler. Geleneksel bir insanın sanki homofobik olması gerekiyormuş gibi, homofobiyi normalize ederek bu yayını yapıyorlar ve bu durum, LGBTİ’lerin yaşadığı şiddeti normalleştiriyor. Kendi kutsalları açısından tehlike olarak görüp, gözden çıkarabilecekleri teferruatlara dönüşüyor. Tabii bunları bu topraklarda söylerken, insanın boğazı düğümleniyor. Sonu can kaybıyla biten bir sürü hikaye var. Bilinçli bir okurun ayırt edebileceği düzeyde bir nefret söylemi üretiyor. Bunun hukuki karşılığı da yok maalesef.
Peki Onur Yürüyüşü’yle ilgili bir güvenlik kaygınız var mı?
Efe: Biz hiçbir zaman polis korteji eşliğinde yürümedik. Her zaman kendi güvenliğimizi kendimiz sağlayacağız. Bu sene de öyle yapacağız. Bunu elimizde sopayla yapmıyoruz tabii ki. Son derece güvenli bir şekilde yürüyüşümüzü yapıyoruz. Bunu yaparken de önceliğimiz etrafa rahatsızlık vermemek falan değil. Önceliğimiz etrafa rahatsızlık vermek, genel ahlakı bozmak. Evet, İstiklal’de erkekler elele yürüyecek, kadın kadına, erkek erkeğe öpüşecekler. Yani nefrete inat yaşasın hayat, diyeceğiz ve herhangi bir şey olursa da yekpare bir şekilde kendimizi savunacağız. Güvenli bir yürüyüş olacak çünkü örgütlü bir kalabalığız.
Deniz: Nefret ve şiddet varsa vazgeçmemek zorundayız. Nefrete, şiddete haddini bildirmek zorundayız. (ÇT)