Karantinadan sonra yürüyüş için sokağa çıktığında kısmen yeşil bir alanda "Vergi Dairesi hariç yayalar giremez" tabelasını görüyor Figen Şakacı.
O tabelanın karşısında durunca annesinin lafı geliyor aklına ve yıllardır demlendirdiği öykülerini topladığı kitabının ismi de bu sırada düşüyor aklına: Kesekli Tarla.
"Zaten şehrin içinde bırakın yürümeyi, nefes alacak yer kalmadı, sokaklar insanlara kapandı, özellikle kadınlar evlerinden hiç çıkmasa sevincinden davul çalacak bir güruh var. Hayatımız boyunca ne zaman yola çıksak ya önümüze engel çıkarırlar ya da kesekler ayaklarımıza batar. Böyle hallerde yoldan şaşmamak sanıyorum bizim ayakta ve hayatta tutan en önemli nedenlerden biri" diyor Şakacı.
"Bitirgen, "Pala Hayriye" ve "Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı" romanlarının ardından yine İletişim Yayınları'ndan çıkan öykü kitabı "Kesekli Tarla"da hepimizin çok aşina olduğu hayatlar, evler, aileler var, ama en çok da kadınlar.
Romanlarınızdan sonra öykü kitabıyla tekrar buluştunuz okurlarınızla. Sırasını mı bekliyordu bu hikayeler?
Evet, yeterince birikip, demini alınca kitap haline geldi. Tek başlarına da fena durmuyorlardı ama bütün içinde her bir öykü diliyle, dünyasıyla, karakterleriyle kendi yerine yerleşmiş oldu; arada bir birbirlerine selam ettiler, hoş beş ettiler.
Hepimizin çok aşina olduğu hayatlar, evler, aileler var Kesekli Tarla'da. Muhbir vatandaş, baba-kız ilişkileri, erkek şiddeti, kadın cinayetleri... Aslında günümüz Türkiye'sinin hali gibi, siz ne dersiniz? Kendinize ait olan bir yanı da var mı bu öykülerin...
Kesekli olan zaten memleket, hal böyle olunca öyküler de sözünü ettiğiniz olaylardan, ilişkilerden, insanlardan nasibini aldı. Yazar olarak ben de yazdıklarımdan bağımsız biri değilim, hem içindeyim öykülerin, hem de büsbütün dışında.
"Önemli olan hayatta da yazıda da sahiciliktir"
Ön planda kadınların hikayeleri olsa da anlatılan öykülerde çıkmazda olan, olamamış, becerememiş erkekler de var. Kesekli Tarla'da erkek karakterler daha çok çıkmazda, güçsüz gibi kadınlara göre, öyle mi?
Her okurun algısı, favori öyküsü başka oluyor. Artık kitapla benim yolculuğum bitti, okurlarınki başladı. Özel olarak acz içindeki erkekleri değil de, erk'eklik hallerini yazmışsam bu öykü öyle gerektirdiği içindir, elbette benim ideolojik bakışımın da etkisi var ama yazdığınız her ne ise onun içinde yol almalı, hatta yolunuzu kaybedip tekrar tekrar bulmalısınız. Çok bilmiş bir yazar olmak istemediğim gibi öykülerimin de "mesaj kaygısı" içermesini tercih etmem. Önemli olan hayatta da yazıda da sahicilik ve samimiyettir çünkü.
"Bir yazar ve kadın olarak kaybettiklerimize bir gönül borcu"
Özgecan Aslan, Gülistan Doku, Ceren Damar, Ceren Özdemir... Hikayelerini çok iyi bildiğimiz kadınları konuşturmuşsunuz Ağıt Sayaç'ta. İstanbul Sözleşmesi gündemdeyken ve her geçen gün "anıt sayaç"a yeni kadın isimleri eklenirken siz kadın olarak neler hissediyorsunuz?
Öfke ve acıdan başka ne hissedebilirim ki; üstelik kadınlar ne zaman şiddete karşı sokaklara dökülseler yeni bir şiddetle karşılaşırken, her güne bir kadın cinayeti haberi düşerken nasıl sakin bir seyirci gibi izleyebilirim, izleyebiliriz. Kız kardeşlerimizi bizden alanlar, hayattan koparanlar artık sussun onlar konuşsun istedim, bu sadece bir yazar olarak değil bir kadın olarak da kaybettiklerimize bir gönül borcuydu benim için.
"Kadınlar evlerinden çıkmasa sevincinden davul çalacak bir güruh var"
Kitabın ismi Kesekli Tarla, annenizin bir sözünden ilhamla koyulmuş. "Tarla mı kesekli yoksa biz mi yürümeyi bilemedik" demiş anneniz. Kitabın ismine nasıl karar verdiniz? Bazı öykülerde – özellikle Ana Ekran- anne/kız ilişkilerine de odaklanmışsınız, sizin annenizle nasıl bir ilişkiniz vardı?
Karantinadan sonra kısmen sokağa çıkmalar başlayınca her zamanki yürüyüş yoluma yöneleyim, biraz eklemlerim açılsın istedim. Fakat neredeyse elli metrelik ve azıcık yeşillikli bir alana "Vergi Dairesi hariç yayalar giremez" tabelası asmışlar. Bu ne demek diye durdum; vergisini ödeyenler mi adım atmaya hak kazanıyor, orada çalışanlar başları dik yürüyecek de biz geri mi duracağız, öyleyse neden?
Zaten şehrin içinde bırakın yürümeyi, nefes alacak yer kalmadı, sokaklar insanlara kapandı, özellikle kadınlar evlerinden hiç çıkmasa sevincinden davul çalacak bir güruh var. Yani hayatımız boyunca ne zaman yola çıksak ya önümüze engel çıkarırlar ya da kesekler ayaklarımıza batar. Böyle hallerde yoldan şaşmamak sanıyorum bizim ayakta ve hayatta tutan en önemli nedenlerden biri. Ben de o tabelanın karşısında durunca annemin lafını hatırladım; böyle durumlara cuk oturan bir sürü sözleri vardı zaten; kitaba başka bir isim aramaya hacet kalmadı. Anneler yaşlanıp, kızlar olgunlaşınca aralarındaki ilişki tersine döner, kim kimin anası-kızıydı karışır. Bizimki de biraz öyleydi.
"Beni bu dünyadan koparan o esriklik içinde yazarım"
Kasvetli ve melankolik ama mizahı da güçlü öykülerinizin. Edebiyattaki mizahınızı nasıl tarif edersiniz? Dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Doğrusu öykülerin içindeki mizah dozunun, karanlığın, aydınlığın, umudun kıvamlarına, tonlarına, veriliş biçimlerine dair söz almaktan , her şeyi hesaplı-kitaplı yazmışım gibi aklı başında laflar etmekten imtina ediyorum. O iş metinleri ince ince okuyan; öykülerin edebiyat tarihindeki yerini tespit etmek için araştırmalar yapanların işi. Ursula K. Le Guin'in "aşırı güzel yazmaya odaklandığın zaman zevksizleşme başlar" sözünü hiç aklımdan çıkarmadan, beni bu dünyadan koparan o esriklik içinde yazarım, o anlardaki hazzın kıymetini hiçbir şeye değişmem.
Seval Şahin, edebiyatın farklı alanlarında üreten Adalet Ağaoğlu ve kuşağı için "19. yüzyıl entelektüeli gibiler" yorumunu yapmıştı. Roman, öykünün dışında oyun, müzikal ve dizi senaryoları da kaleme alıyorsunuz. Hatta bir çocuk kitabına da başladığınızı öğrendik. Bu farklı alanlarda siz neler buluyorsunuz. Farklı yollara, alanlara sapmak yazma serüveninizi nasıl etkiliyor?
Farklı disiplinlerde yazmak, yazarına yeni imkanlar tanır, yeni araştırma sahaları yaratır. Beslenir, zenginleşir, dilde tasarruf etmeyi öğrenirsiniz. Her türün kendi formu olduğu gibi, bazen bütün formları yıkmaya kalkışmak da bir yazar için iştah ve zihin açar. Beni yazmaya sevk eden motivasyon da budur.
(AÖ)