Daha olay soğumadan, başka bir haber geldi, yine Mardin'den. Şemse Allak, aşık olduğu bir adamla, köyünden kaçarken yakalanmıştı, töre cezayı emrederdi, Şemse'nin kaderine recm düştü, aşık olduğu adamı öldürdüler, Şemse direndi aylar boyunca, hayattaki ilk fotoğrafı çekildi yeşil kartı olsun diye, sonra bedeni dayanamadı bir süre sonra, "mezar taşını siyaha boyamalı" diyen töreye inat, Diyarbakırlı kadınlar omuzlarında taşıdılar Şemse'yi.
"Hakkımı helal etmem..."
Hep televizyonlardan izledik bunları, gazetelerden okuduk, onlardı haber kaynaklarımız. Aynı zaman da eğlendirme amacı güden televizyonlar, tam da o sırada, yeni bir program formatıyla çıktı karşımıza bu kez. "Biz Evleniyoruz", aslı Amerika'da başlayan, iki farklı eve giren 12 genç kadın ve 3 genç erkek ya da 12 genç erkek ve 3 genç kadının birbirlerini tanımasını ve sonuçta evlenmelerini sağlamaya çalışan 3 aylık bir televizyon formatı. "Evden evlenerek çıkanlarıysa, muhteşem hediyeler bekliyor!!!"
Türkiye'deki ilk program, 12 erkek ve 3 kadın şeklindeydi. Programı yapanlar baktılar ki, az kadın çok erkekle yeteri kadar olay çıkmıyor, bu kez "biz dediler, 12 kadına 3 erkek verelim bakalım neler oluyor?" Sonuçta program, 2 dönemdir çok kadın, az erkek şeklinde ilerliyor, yani bir nevi seçilmeye uğraşan kadınlar ve seçmekle yükümlü erkekler... Ve programın tüketicisi kadınlar.
Bu tarz programlar gerek yayın saati, gerekse izlenme alışkanlıkları açısından orta yaş ve üstü kadınlara hitap ediyor, artık ununu elemiş, eleğini asmış, muhtemelen çocuklarını evlendirerek, yalnız yaşamaya başlamış kadınlar bir anda yeni çocuklar buluyorlar kendilerine. Özdeşleşme ve hak sahibi olma hissi o kadar ileri boyutlara ulaşıyor ki, televizyon ekranlarında evlenmek için eve giren gençlere "evlenmezseniz size hakkımı helal etmem"den başlayan, "biz bu ilişkiye çok önem verdik"le devam eden sedalar düşüyor evlerimizin salonlarına...
Aslında çok da anlaşılmaz değil bu tarz programların alıcısı kadınların neden bu kadar fanatikleştiği. Kadınlar belki de ilk kez kendilerini karar mercii olarak görüyorlar. Şimdiye kadar hiçbir konuda beyan edemedikleri fikirlerini Caner ve Tülin'in evlenmesi için kullanabilecekleri bir yetki olarak görüyorlar.
Çok okunan bir internet sitesinde, itiraf.com' da son bir iki haftadır benzer itiraflar yayınlanıyor: "Annem eve geldiğimde ağlıyordu, Tülin ve Caner evlenemedi diye, ama bir gün olsun bana aşk hayatımla ilgili bir soru bile sormadı." Dışarıdan bakıldığında çok basit görünen ama aslında çok acı bir cümle.
Bu ülkede genç kadınlar yan komşunun oğluna baktıkları için dövülüyorlar, aşık oldukları ortaya çıktığı için apar, topar yaşlı bir adamla evlendiriliyorlar, tecavüze uğrayıp, hamile kaldıkları için öldürülüyorlar...
Aynı ülkede, milyonlarca insan, anne, babalarının rızasıyla "koca bulmak" için bir eve kapanan 12 genç kadını gözlerini kırpmadan seyrediyor, ilişkiyle ilgili sürekli yapıcı yorumlarda bulunuyor ve hatta "araya fesat karıştırmak" isteyen diğer yarışmacıları en ağır dille suçluyorlar. Ama aynı Ayşe teyze belki de yan komşusunun kızının mahallenin oğlanıyla görüştüğünü annesine söyleyip, öldüresiye dayak yemesine neden oluyor...
Tülin ve Caner'in evlenemediği yarışmanın son haftasında başka bir hayatla karşılaştık, Güldünya Tören'in hayatıyla, ama karşılaştığımıza, o hayat çoktan sona ermişti.
Öldüren ve gömenlerin töresi
Gülecekmiş gibi, Bitlis'in bir köyünde, bir anneyle babanın aklına nasıl düştüğü bilinmez bir isim düşmüş onun hesabına... Sonra bir akrabanın tecavüzüne uğramış, Güldünya, gör dünya olmuş, İstanbul'a kaçmış, istemeden de olsa rahmine düşen bebeğini korumak, kollamak uğruna...
Hani Bosna'daki etnik temizlik sırasında, en ağırını yaşamıştı Bosnalı kadınlar, Sırp askerlerinin tecavüzlerinden rahimlerine düşen bebeklerini sevmeye, kollamaya çalışmışlardı, iste tam da öyle yapmış Güldünya, gelmiş İstanbul'a, ama bilememiş, töre denilen "şey" peşini bırakmaz insanın, yine de korkudan, bebeğini başkalarına emanet etmiş, en azından o kurtulsun diye...
Aylar geçmiş, kardeşlerini görmüş bir gün karşısında, ikna olmuş ona kötülük yapmayacaklarına, hani kan var ya arada, ama olmamış iste, o gözlerini kan bürümüş insan bozuntuları yolun ortasında kurşun yağdırmışlar o gencecik kıza, yetmemiş Güldünya'nın canını almaya, belki de sadece bebeğine bir gün geri dönmek için direnmiş Güldünya, ama gözü dönmüş dedik, insan bozuntuları yetinememişler, hastaneyi basıp, bir kurşun da beynine sıkmışlar Güldünya'nın, beyni ölmüş, ama vücudu direnmeye devam etmiş, en sonunda çekmişler fişi...
Güldünya, dünyayı da, güldüğünü de göremeden öldü... Cenazesini 60 araçlık bir erkek konvoyu karşılamış Bitlis'te. hastanede onu koruyamayan devlet, cesedini Bitlis'e kadar eskortla göndermiş, cansız bedenine bir şey yapmasınlar diye... Ahlakı bozuldu diye laf çıkaran köylü, 60 araçla karşılamış, köyün ismine laf gelmesin diye...
Cenazede sadece bir kadın vardı, Güldünya'nın anası... Töre gereği, sarılamadı kızının bedenine son bir kez, dokunamadı, tabutuna bile, yanına bile yaklaştırmadılar... Öldürdükleri gibi, kendileri gömdüler...
Arkada gerçekten canı yanan bir anne, hiç bir şey yapamadığı için içi içini kemiren benim gibi bir sürü kadın ve erkek bıraktılar... Bir de soru kaldı geride, Bitlis'te, o küçük köyde, izleniyor mu "Biz Evleniyoruz", oralarda da televizyonda evlenmeyi hayal eden genç kadınlar var mı? Ya da kendisi de bir köy ağasının kızı olan "milli gelin" Tülin, duydu mu Güldünya'nın hikayesini? Ne düşündü, ne hissetti? Kendisini evlendirmek için çırpınanların ülkesinde tecavüzle hamile kaldığı için öldürülen Güldünya ona neleri düşündürdü? (BB)