* Fotoğraf: Yeniden TV videosu ekran görüntüsü.
İki bölümden oluşan ve Yeniden TV'de yayımlanan söyleşide Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder; Dolmabahçe Mutabakatı, çözüm süreci ve 6'lı masa ile ilgili açıklamalarda bulundu.
Çözüm sürecinde üstlendiği rol ile ilgili hiçbir zaman tereddüt etmediğini söyleyen Önder "6'lı masaya şunu sorayım, masadaki partilerden birinin temsilcisi bize isimlerimizi layık görmüyordu, isimlerimizi... Ben bunlara Selahattin, Sırrı, Emine, Pervin adlarını layık görmüyorum diyordu. Çok merak ediyorum ben, yahu acaba bunlar iktidara geldiğinde ismimizi bize layık görecekler mi? Bunun cevabını almadan hiç kimseyi hiçbir tatlı su kurnazlığıyla hiçbir yere sevk ve idare edemezsiniz. Neyimiz var bizim? Bu ülkenin en şerefli insanlarıyız. Bizim yanımızda durmayacak ne var?" dedi.
Önder ile gerçekleştirilen söyleşiden bir bölümü yayımlıyoruz.
Çözüm sürecinde bu kadar aktif olmayı nasıl kabul ettiniz, nasıl ikna ettiniz kendinizi?
Hiç tereddüt bile etmedim. Üstelik olası sonuçlarının, baskın ihtimalin bundan dolayı bedel ödemek olduğunu bile bile, büyük bir arzuyla, büyük bir şevkle ve sıfır tereddütle kabul ettim. O gün fırsat o fırsattı, hep o zamana kadar bunu söylemişsin, o gün sana da bir görev düşmüş, tam da deneyimlerini, varsa fikirlerini sunabileceğin bir süreç ve bir anlamda tarih yazılıyor, ona birinci elden tanık olmanın coşkusu, heyecanı, arzusuyla dahil oldum.
Milletvekili olmamak için çok direndim. Hatta dört gün, eğer Selahattin Başkan beni kandırmadıysa, dört gün benim yüzümden aday listelerini açıklamayı ertelediler. O kadar firar etmeye çalıştım, vekilliği çok kendime göre bir iş saymıyorum, halen de öyle, çok gedayi yaşayan bir insanım ben. Temsiliyet ayrı hassasiyetler gerektiriyor. Orada çok tereddüt ettim ama çözüm sürecinde görev düştüğünde bir saniye bile düşünmedim.
Sonra hiç yorulduğunuz duygusuna kapıldınız mı?
Olmuştur, yorar. Varsa hakkım fazlasıyla helali hoş olsun. Başkalarının hakkını ve emeğini düşündüğümde "hakkım ve emeğim var" demekten bile haya ederim. Ama varsa benden yana helali hoş olsun. Tek üzüntüm, başaramamak.
Başaramadığınızı mı düşünüyorsunuz?
Başaramadık. Henüz başaramadık. Ama hiçbir şey yerde kalmaz. Hiçbir şey yapmadıysak, bu meselenin konuşulabilir olduğunu gösterdik.
Çözüm sürecinde sizi en çok ne heyecanlandırdı?
Başlangıcı çok umutsuz yürüyordu, yani problemleri bir türlü aşamıyorduk. Bir taraftan güncel konu neyse onunla, diğer taraftan bir güvensizlik gerçeğiyle boğuşuyorduk. Fakat Rojava meselesi başladığında, o blokaj çözülür gibi oldu ve ilk defa tarafların böyle ihlas ile yaklaştıkları duygusunu aldım. Bunu hissedince Pervin Hanım, İdris Bey ve ben, Kandil dönüşünde yolda birbirimize sarıldık. "Galiba bu iş artık çözülüyor" dedik. Çok onurlandığımız, umutlandığımız anlardan birisiydi o. Ve son umutlandığımız an oldu. Sonra işte, o baş aşağı gitme dediğim şey oldu.
Newroz mektubunun okunması sırasında siz de oradaydınız. Ben bayağı ilkokul öğrencisi gibi heyecanlandığımı, gerildiğimi hatırlıyorum. Bunu okumanın çok büyük bir onur olduğunu ve bu onuru en son hak eden insanlardan biri olduğumu biliyordum ve bunun da mahcubiyeti vardı üzerimde. Yani bunu tanık olanlar bilir, Kürt siyasal hareketinde bedel ödemiş, uzun bir tecrübesi olan birinin, mücadele için daha sembolik birinin okuması konusunda epey direttim ama sonunda arkadaşlar benim okumama karar verdiler, Sayın Öcalan da öyle. Öyle olunca, iş üzerime kalınca, onun çok tarihsel bir an olduğunun farkındaydım.
Evimi gördünüz, hiçbir fotoğrafım yoktur evde. O fotoğrafı arıyorum, o mitingin böyle güzel açıdan çekilmiş bir fotoğrafını bulursam, bütün bu yasama döneminin anısı olarak saklayacağım. O Newroz mektubunun okunması, o iki milyon insanın gözünden, yüreğinden size dalga dalga gelen coşkusu, iyi duyguları, neşesi... O çok unutulmaz, tarihsel bir andı. En kısa zamanda ondan daha niteliklisini yaşamak dileğiyle. Ama o an, yine unutamadığım anlardan birisi.
Siz hiç böyle bir özeleştiri yaptınız mı HDP olarak ya da kişisel olarak? Veya şimdi yapsanız ne derdiniz?
Yaptım. Zaman zaman heyet olarak da yaptık, parti olarak da yaptık. Sözcülerimiz, eş genel başkanlarımız, süreçte rol alan insanlar ve ben zaman zaman bunu dile getirdik, getirmeye de devam ediyoruz. Bu konuda en şeffaf yapıyız, başka türlü bir hesap, beklenti ve çıkarın içerisinde değiliz, bu bir. Barış olmadığı zaman en ağır bedeli ödeyen tek kesimiz, bu da iki. Dolayısıyla bizim samimiyetimizi, bu konudaki içtenliğimizi hiç kimse sorgulayamaz. Bizden başka belki herkesin içtenliği ve samimiyeti sorgulanabilir. Çünkü savaşa dönüldüğünde onlar hiçbir bedel ödemiyor. Oysa bizim başımıza gelmedik kalmıyor. Onun için, tüm bu ağır duruma rağmen en cesur yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı yine bizler yaptık.
Kendi adıma, tekraren söyleyeyim, barış talebini toplumsallaştırmada eksik kaldık, yetemedik. Engelleri, blokajları aşma konusunda daha yaratıcı yol ve yöntemler bulabilirdik. Bulamadık, yetemedik. Sebepleri var. Bahsi diğer. Mazeretlerimiz var elbette ama hüner tüm bunların üzerine çıkabilmekteydi. Bu kadarını yapabildik. Dolayısıyla bizim açımızdan bu bir eksikliktir. Hakkımızda söylenen şeyler, buğz edilen şeyler, çoğu gerçek değil.
Dolmabahçe Mutabakatı'ndan Davutoğlu'na kadar süreç hakkında bir sürü şey söyleniyor, siz hangilerinden bahsediyorsunuz? Örnek verecek olursanız...
Bu "hendek" meselesine yaklaşımda sivil siyasetin yeterince inisiyatif alamadığı kocaman bir yalandır mesela. Siyaset can telef etti. Aktörlerin tümü can telef ettiler. Fakat önüne geçemedik. Dolayısıyla ben, bir özeleştiriden bahsettiğimde, savaştan kendini besleyen, savaşla var olabilen, bunun dışında bir logaritmaya ne aklı eren, ne bunun oluşturucusu olmaya gücü, kapasitesi yetmeyen insanların ağzında çiğneyip durduğu iki, üç tane sakızı kastediyorum. Ama bu sorunu aşacak yaratıcı yol ve yöntemleri bulamamayı, bunun için daha fazla çaba gösterememiş olmayı, kendi adıma mahkûm edilmesi gereken bir şey olarak görüyorum.
"Can telef ettik ama önüne geçemedik siyaseten" diyorsunuz. Yani hendekler yaşanmasa süreç başka bir hal alabilir miydi?
Tek tek olaylar üzerinden, "şu olmasaydı böyle olurdu" demenin sağlıklı bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Gerçeği karşılamıyor çünkü. Gerçek çok parçalanabilir bir şey. Bir kenarına fokuslandığında oradan kendi haklılığına argüman üretmek dünyanın en kolay işidir. Ama demagoji tabanlı bir şeydir. Bunu yapmamak lazım. Buna tenezzül etmemek lazım. Onun için "şu olmasaydı şöyle olurdu, bu olmasaydı böyle olurdu" diye, tek bir meseleye indirgenemez...