Açıkçası, bu haklı bir soru. Belki bu konuda sorulabilecek yegâne soru değil ama gerçekten haklı bir soru.
Köşe yazarlığı, yaygın efsanenin tersine,
Türkiye'ye özgü bir durum değil. Dünyanın en iyi gazetelerinde de köşe sahibi yazarlar var. Türkiye'ye özgü olan, bazı yazarların haftada 7 gün (bakınız bu köşe) yazmaları.
Türkiye'de köşe yazarlığının özellikle son 20 yılda daha büyük önem kazanması ile Türk basınının sorunları arasında çok ciddi bir paralellik var.
Türk basınında genel insan kalitesine olan yatırımın azalması, deyim yerindeyse takım oyunu yerine 'star' sistemini geçerli kıldı. Yani, gazetenizin haber organizasyonunu oluşturan en az 120 muhabire yeterli yatırımı yapacağınıza en çok 8-10 kişiden oluşan bir köşe yazarı grubuna bu yatırımı yapmak yeterli gibi gözüktü. Dikkat edin, her gazetenin kendine göre 8-10 'star'ı var.
Bu 'star'lar, esas olarak haber yazan ama haberini daha serbest bir üslupla ve içine analiz-yorum da katarak yazan insanlar. Bir zamanlar bu gazetede benim de fonksiyonum buydu. Şimdi bu fonksiyonu Murat Yetkin yerine getiriyor.
Aynı görevin siyasi haberler söz konusu olduğunda Hürriyet'te Sedat Ergin ve Muharrem Sarıkaya, Milliyet'te Hasan Cemal ve Fikret Bila, Sabah'ta Bilal Çetin ve Yavuz Donat tarafından yerine getirildiğini söylemek mümkün.
İç politikanın yanı sıra aynı durum dış politika, ekonomi ve spor için de geçerli. Yani bu alanlarda da uzman yazarlar yazıyor. Bu uzmanlık, artık ekonomi sayfalarında şahikasına varmış durumda. Ekonomi sayfalarında, akademisyen ve iş dünyası kökenli çok sayıda yazar var. Benzer şekilde dış politika sayfalarında da diplomasi kökenli yazarlara yer veriliyor.
Ama elbette, gündelik haberlerin peşine düşen, onları derinleştiren ve çoğu zaman da yazdıklarıyla gündem belirleyen bu yazarların yanı sıra çok daha kalabalık bir başka grup daha var.
Onlar, eskinin 'fıkra' ya da 'makale-fikir yazısı' yazarlarının devamı bir anlamda. Son 20 yılda, muhabirlerin ve haberin görece önemi azaldığı gibi bu kalabalık yazar grubunun özgürlük alanı da genişledi.
Bildiğiniz gibi onlar, edebiyattan sinemaya, politikadan psikolojiye, yolsuzlukların takibinden turizme kadar akla gelen ve gelmeyen her konuda kalem oynatıyorlar. Böyle yazılarla gazetelerin daha zenginleştiğini, renklendiğini ve hayatın bütün alanlarını kapsamaya yöneldiğini söylemek mümkün.
Gazete yönetimleri, bu çeşit yazıları yazmaları için kişilere köşe verirken, kuşkusuz bazı ölçüler içinde davranıyor. Bu ölçülerden başlıcası, okunurluk. Sonra, bilgi birikimi geliyor. Elbette, bu çeşit yazarların fikirleri de önemli.
Yazarların, gazetenin genel ilkeleri içinde davranmaları, yasalara ve kişilik haklarına saygılı olmaları, yazarken gerçekten ayrılmamaları ise köşe yazarı olmanın asgari gerek şartları.
Bir köşe yazarı, gerçeği bilerek çarpıtıyorsa, henüz kanıtlanmamış bir durumu hiçbir ekstra delile dayanmadan gerçeğin ta kendisi gibi göstermeye kalkışıyorsa, insanların kişilik haklarına saygı dahil yasaları açıkça çiğniyorsa ve son olarak yazarın yazısı gazetenin genel yayın ilkeleriyle çelişiyorsa, o yazarın yazısı yayımlanmaz.
Bunun adı sansür değildir. Gazetemizde nasıl bilerek, açıkça yalan haber yayımlamıyorsak, bu çeşit köşe yazılarına da yer veremeyiz. Gazete, nasıl haberlerinde yasalara saygılı olmak ve onlara uymak zorundaysa köşe yazılarında da aynı zorunlulukla karşı karşıyadır.
Çünkü, hiçbir köşe yazarının özgürlüğü, yalan yazmasına ve yasaları çiğnemesine izin verilecek kadar geniş değildir. Hiçbir köşe yazarının, sürekli tazminat ödemeye mahkûm olarak, gazetesinin dünya çapında alay konusu edilmesine sebep olarak, bin bir zahmetle ve yılların emeğiyle oluşturulmuş gazete saygınlığına zarar vermeye hakkı yoktur. Gazete yönetimleri buna izin vermez, veremez.
O bakımdan, Ertuğrul Özkök'ün sorusuna cevaben söylüyorum, tabii ki köşeler köşe yazarlarının babalarının malı değildir. O köşeler gazeteye aittir, genel yayın yönetmeni tarafından verildiği gibi yukarıda saydığım koşullar yerine geliyorsa geri de alınır (...)