Ümmü Gülsüm'ün doğum tarihi tam bilinmiyor. Pek çok kaynak 4 Mayıs 1904 tarihinde birleşirken, birkaç yerde de 1898 tarihinden söz ediliyor. Gülsüm'ün çocukluğu ve gelişimi insana "soul" şarkıcılarınınkileri anımsatıyor; onunki gibi yoksul bir aile, dini eğitimle başlayan yorumculuk... Nasıl pek çok kilise şarkıcısı kilise korosundan yetiştiyse Ümmü Gülsüm de camide Kur'an ve ilahi okuyan babasının yanında kendini geliştirdi. Sesinin gücü ve güzelliği adının çevre köylerde de duyulmasını sağladı. Çeşitli toplantılarda şarkı söylemesi için davetler almaya başladı. Bu davetlere ailesiyle birlikte kilometrelerce yürüyerek gittiği biliniyordu. Ümmü Gülsüm'ün bu zorlu yolculuklar sonunda kazandığı para arttıkça, yatak dışında hiç bir eşyası bulunmayan kerpiç bir evde yaşayan ailesinin durumu da düzeldi. Eş dost bu yetenekli kızın artık Kahire'ye gitmesi gerektiğini söylüyordu. Aile ise düşünceliydi çünkü bu büyük kentte ne çalışma şansları ne de tanıdıkları vardı. 1923 yılında bir fırsat çıktı önlerine. Ümmü Gülsüm'ün elinden tutacak biri çıktı. Eğlence endüstrisiyle bağları güçlü bir müzisyen, Ahmet Şevki, Gülsüm'ün hocası oldu. Onun desteği ve yönlendirmesiyle Gülsüm'e dersler aldırıldı. Şair Ahmet Şevki, Gülsüm'e Arap edebiyatı ve şiir konusunda dersler verdi. 1926'nın baharında Ümmü Gülsüm yeniden doğmuş gibiydi. Sesine göre bestelenmiş çağdaş aşk şarkılarından oluşan repertuvarı ve kendisine eşlik etmesi için tutulan seçkin müzisyenlerle başkentin sahnelerinde belirdi. Eğitimli sesi ve güçlü kişiliğiyle sivrildi. 1930'larda plakları birbiri ardına çıkmaya başladı. Hakkında çıkan birkaç tatsız haberden sonra basınla ilişkileri düzene girdi. Artık o, yalnız kendini destekleyeceğine inandığı gazeteciler ve radyo programcılarıyla görüşmeyi kabul ediyordu. Özel yaşamını gizli tutuyor ama geçmişinden, ailesinin yoksulluğundan rahatça söz edebiliyordu. Bu görünüşte içten tavırları, halka yakınlaşmasını kolaylaştırdı. Konserleri dolup taşıyor, plakları yok satıyor, filmleri büyük ilgi görüyoprdu. Konserlerinin prodüktörlüğünden sözleşme metinlerinin düzenlenmesine kadar her şeyi kendi başına halletmeyi başarıyordu.
1940 ve 50'lerde altın çağını yaşadı. Çağdaş şairlerle görüşüyor, Mısırlı dinleyicileri cezbedecek yeni bir repertuvar hazırlamaya çalışıyordu. Arap şiiri ve müziğinin büyüsünü iyi kavramıştı.
Bu dönemde eğlence endüstrisinde bir otorite haline geldi. Müzisyenler Birliği'nin başkanlığına yükseldi. 1954'teki cuntayla başa gelen SSCB destekli Nasır hükümetiyle sıkı ilişkiler içine girdi. 1952 devrimini coşkuyla karşılamıştı. Nasır'ın Sovyetler'in etkisiyle hazırladığı iktisadi reformları (devletleştirilmeler gibi...) destekliyordu. Mısır'ın 1967'de aldığı yenilgiden sonra öteki Arap ülkelerinde konserler vererek elde ettiği gelir ve topladığı bağışları kendi plak gelirlerinin büyük bir kısmıyla birlikte devlete bağışladı. Yoksul köylü ailelere yardım ediyor, genç müzisyenlere eğitimleri için burs veriyordu. Güçlü, dikbaşlı, gururlu ve espriliydi. İlk dönemlerindeki bir konserinde sosyetenin karşısında nasıl korktuğunu anlatan bir arkadaşına, "Hayır" demişti, "Sosyete benden korktu".
Ümmü Gülsüm'ü çalışmalarından alıkoyan tek engel sürekli büyüyen sağlık sorunlarıydı. Karaciğeri rahatsızlanınca sıkı bir perhiz gerekti. Bir süre kaplıcalarda dinlendi. Solunum yolları iltihaplanınca sesini kaybetme tehlikesi yaşadı. Bu da onu bunalıma sürükledi. 1947'de o güne dek birlikte yaşadığı annesinin, ertesi yıl da erkek kardeşinin ölümü bu bunalımı şiddetlendirdi.
Bunalımlı günler Amerika büyükelçisinin tavsiyesiyle gittiği doktorların çabalarıyla sona erdi. Sağlığı kısmen düzeldi. Gözleri hasar gördüğünden parlak sahne ışıklarına ve güneşe karşı kalın camlı siyah gözlükler takmaya başladı.
Ümmü Gülsüm'ün bir başka sıkıntısı da gönül meseleleriydi. Kapalı kapılar ardında pek çok aşk ilişkisi yaşadığı biliniyordu. Ama en parlak döneminde Greta Garbo gibi yalnızlığı seçmişti. Onun için "Birini sevmiş, mutlu olamamış" deniyordu. Onu ne prensler istemişti ama nikah bir türlü nasip olmamıştı. Sonunda 1954'te ünlü bir doktorla evlendi. Başının hastalıklardan kurtulmadığı düşünülürse hayırlı kısmetin hastanelerden çıkması da şaşırtıcı bulunamazdı. "Birini sevmiş, mutlu olamamış" sözlerine karşı çıkan bir arkadaşı ise kimi yerlerde Ümmü Gülsüm'üm hemcinslerini tercih ettiğini fısıldıyordu. Kim bilebilir, belki de. Öte yandan Gülsüm'ün çevresindeki erkeklerin basiretsizliğinden ve çapsızlığından yaka silktiği de sıkça anlatılıyordu.
Doktor Hasan Hifnavi mesleki itibarı ve aşkına bağlılığıyla bu kadına birebir geldi. Arapları'ın en tanınmış kadın şarkıcısı, kendisine en tanınmış deri hastalıkları mütehasısını münasip bulmuştu.
1960'larda Ümmü Gülsüm'üm toplumsal rolü iyice belirginleşti. Nasır'la arkadaşlığı, yeni rejime duyduğu güven onun ülkesi için yollara dökülmesine neden oldu. Konser için gittiği ülkelerde devlet başkanlarıyla görüşüyor, kültürel yerleri geziyor ve Arap kültürünün desteklenmesi gerektiğinden söz ediyordu.
1970'lerde hastalıkları yeniden baş gösterdi. Konserleri aksıyordu. Kayıtlar sırasında ayakta duracak gücü kalmamıştı. 1975'te karaciğerindeki rahatsızlık yüzünden hastaneye kaldırıldı. Gazeteler günlerce onun durumunu özel ekler vererek halka duyurdu. Suriye Ulusal Radyosu yattığı hastaneyle arasında sürekli açık bir telefon hattı kurmuştu; her yeni gelişmeyi anında dinleyicilerine bildiriyordu. Ümmü Gülsüm 3 Şubat 1975'te öldü. Mısır "güzel sesli sfenksini" yitirmişti.
Cenazesi adetlere ters bir biçimde uzaktaki hayranlarının gelmesi düşünülerek iki gün bekletildi. Tabutun devlet töreniyle kaldırılarak Kahire'nin en büyük camisine getirilmesi bekleniyordu. Ama işler planlandığı gibi gitmedi. Cenazeye katılan milyonlarca insan tabutu omuzlayarak farklı bir istikamete, Ümmü Gülsüm'ün en sevdiği cami olarak bilinen Seyid Hüseyin'e taşıdılar. Tabut omuzlarda üç saat taşındıktan sonra Gülsüm'ün çok dindar ve onurlu bir kadın olduğunu anlatan bir hocanın kıldırdığı namaz sonrasında defnedildi.
Ümmü Gülsüm'ün ölümü çölün ötesindeki ülkelerde de yankılanmıştı. Geçtiğimiz günlerde birkaç Amerikan dergisi onun ölüm yıldönümüyle ilgili anma yazıları yayımladı. Ümmü Gülsüm, sesi çok uzaklardan da duyulan bir kadındı. Ömer Şerif'in dediği gibi "Her sabah yüz yirmi milyon insanın kalbinde yeniden doğuyor, Doğu'da Ümmü Gülsüm'süz yaşanan bir gün şenliksiz, karanlık geçiyor".