Akademisyen Elif Gülez’in ilk romanı "Midilli Operasyonu", bağımsız yayınevi istos’tan çıktı.
istos’un Türkçe edebiyat dizisi neaturkika’nın ilk romanlarından olan "Midilli Operasyonu"nda Elif Gülez, hem kişisel hem de toplumsal hafızanın iç içe geçen olaylarını, karakterlerini ve nesnelerini incelikle macerasının satırlarına işliyor.
Kitap okuru, 80’lerde büyüyen bir çocuğun özgün hayal dünyasının akıntısına kapılmış halde, müşterek belleğin, kültürün, tarihin ve hakikatin denizlerine taşıyor.
İngiltere’deki Warwick Üniversitesi’nde 1923 Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi üzerine doktora yapan Elif Gülez ile Midilli Operasyonu üzerine söyleştik.
“Romanın Ayvalık’ta geçmesi bilinçli bir seçim”
Midilli Operasyonu'nun yazım öyküsüyle başlamak istiyorum. Roman, otobiyografik öğeler içeriyor mu?
Otobiyografik öğeler derken, bir balıkçı teknesi içinde Ege’nin karşı yakasına siyasi suçluları kaçırmışlığım, batmakta olan bir göçmen teknesindeki insanları kurtarmak için denize açılmışlığım ya da Sanat Güneşi ile karşılıklı çay içmişliğim var mı diye soruyorsanız sizi hayal kırıklığına uğratmak durumundayım.
Öte yandan 1980’li yıllarda geçen çocukluğumda, yazları, annemle babamın bin bir güçlükle satın aldığı turuncu Vosvos’umuza bütün aile (önceleri altı, kuzenlerim doğduktan sonra sekiz kişi!) doluşup, tıpkı romanda olduğu gibi Ege’nin sahil kasabalarını dolaşmışlığım, kahramanım Deniz gibi, anneme haber vermeden yüzerek denize açılmışlığım, teyzemle birlikte sahilde Homeros’un İlyada’sını okumuşluğum vardır.
Romanın önemli bir kısmının Ayvalık’ta geçmesinin özel bir sebebi var mı? Ayvalık, 1923’teki mübadele öncesinde Rumlara yönelik tehcir politikasının uygulandığı bir bölgeydi.
Romanın Ayvalık’ta geçmesi bilinçli bir seçim. Zorunlu göç Ayvalık tarihinin önemli bir parçası. Ayvalık, yirminci yüzyılın başında, otuz beş bin kişilik nüfusunun neredeyse tamamı Rumlardan oluşan bir yerleşim bölgesi.
Önce 1914 yılının Haziran ayında, Osmanlı İmparatorluğu’nun İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girişinden birkaç ay önce, Ayvalık’tan Midilli’ye yaşanan bir göç dalgası var. Bunun sebebi, kasabayı kuşatan çetelerin Rum halkı göçe zorlaması.
Daha sonra hepimizin bildiği gibi 1922’de, 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos’a giden süreçte Yunan ordusunun hezimete uğrayacağı belli olduktan sonra İzmir limanına doğru kaçarken içinden geçtikleri yerleşim yerlerini yakıp yıkışını izleyen günlerde Mudanya, Gemlik, Ayvalık, Dikili, Foça, İzmir başta olmak üzere sahil şeridinde yaşayan Rumların göçe zorlanması.
Savaş bittikten, Lozan Antlaşması ile nüfus mübadelesine karar verildikten sonra da başta Midilli ve Girit olmak üzere Yunanistan’dan göçe zorlanan Müslümanların bir bölümünün Ayvalık’a yerleştirilmesiyle devam ediyor göçler.
Roman sadece Ayvalık’ta geçmiyor, aynı zamanda Midilli Adası da romanda merkezi bir yere sahip. Bunun da benim için özel bir anlamı var.
Midilli, bugün, tıpkı 1920’lerde olduğu gibi göç akınına uğramaya devam ediyor. Adadaki Moria mülteci kampı, 2020 Eylül’ünde çıkan yangında kül oluşuna dek Avrupa’nın en kalabalık mülteci kampı idi.
1922 Eylül’ünde İzmir’i yakıp kül eden, yüzbinlerce mülteciyi limanda sıkıştıran, bugün tarihçilerin nasıl çıktığı konusunda kesin bir şey söyleyemedikleri İzmir yangını ile yüz yıl kadar sonra sadece birkaç kilometre ötede, karşı yakadaki Moria Kampı’nda çıkan yangın eşit derecede acı değil mi? Ege’nin iki yakasında yaşanan trajedinin günümüzde yaşanmakta olan zorunlu göçlerle bağını kurabilmek açısından bu coğrafya benim için çok önemliydi.
“Ulus devletin inşası çoğulculuğun yeşermesine müsaade etmiyor”
Yanlış hatırlamıyorsam Rembetiko filmindeydi, şöyle bir ifade geçiyordu: “Türkiye’de gâvurduk, burada (Yunanistan) Türk tohumu olduk.” Göçmenlerin yaşadıklarını “öteki” kavramı üzerinden değerlendirir misiniz?
Sözlü tarih anlatılarında göçmenlerin uğradığı ayrımcılık, her iki tarafça da dile getirilen bir konu. Türkiye’den Yunanistan’a göçen Rumlar, Yunanistan’da Komünist Parti’nin kuruluşuna önayak oluyorlar, komünist hareket içinde yer alıyorlar ancak o dönemde Yunanistan’daki komünistlerin ideolojik çizgisi içinde yabancı düşmanlığının da yeri var.
Bu çok ilginç bir çelişki bana göre. Elbette Yunanistan’daki yabancı düşmanlığının sebeplerinden biri, Mübadele ile Yunanistan’ın o dönemki nüfusunun dörtte biri kadar bir mülteci akınıyla karşılaşmış olması. Bu çok yüksek bir oran.
Savaşın yarattığı yıkımın yanı sıra, mültecilerin barınması, beslenmesi, topluma entegre olması için yapılması gerekenler bir arada düşünüldüğünde bu yükün büyüklüğü daha rahat anlaşılabilir. Türkiye’nin Mübadele ile aldığı göç o dönemdeki nüfusun yalnızca yüzde 4’ü.
Bu böyle olmakla birlikte ardı ardına gelen savaşlardan yorgun çıkmış, yeni kurulmakta olan bir ülke söz konusu. Mübadele ile (Mübadele öncesinde ve sırasında) göç eden Rumların sayısı toplamda 1.2 milyon iken, Müslümanların sayısı 400 bin civarında.
Ayrımcılık meselesinin bir başka boyutu, şüphesiz hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de hâkim olan milliyetçilik.
Her iki ülke de ulus-devleti kurma sürecinden geçiyor ve ulus devletin inşası bugün anladığımız anlamda bir çoğulculuğun yeşermesine müsaade etmiyor.
Türkiye’deki göçmenler bir an evvel topluma entegre olmanın yolunu arıyorlar. Örneğin, ana dili Yunanca olan benim dedem, Türkiye’ye geldikten sonra bir daha hiç konuşmamış kendi dilini. Bir an evvel Türkçe öğrenmiş. Çocuklarıyla da Türkçe konuşmuşlar hep. Annem bu yüzden hiç Yunanca öğrenmemiş.
“Her iki yakada da insanlar geçmişin izlerinin peşinden gidiyor”
Biraz da mübadele konusu üzerinde durmak istiyorum. 100. yıl sonra Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi Ege’nin her iki yakası için neler ifade ediyor?
Her iki ülkede de göçmenlerin Mübadele’nin yol açtığı acıları unutmadığı çok açık.
Yunanistan’a gönderilen Rumlar Anadolu’yu hep özlemle hatırlamışlar. İlk gidenler geride bıraktıkları yurtlarını ütopik bir çerçeve içine yerleştirmişler. Elbette Yunan milliyetçiliğinin de bir etkisi olmuştur bu ‘anavatan’ özleminde.
Türkiye’ye gelen Müslümanlar ise önceleri derin bir sessizliğe bürünmüşler bu konuda. Bir an evvel yeni vatanlarına entegre olmanın gayreti içinde olmuşlar.
Bugün, sonraki nesiller başta olmak üzere her iki yakada da insanlar geçmişin izlerinin peşinden gidiyor, acıları dile getirmek istiyorlar.
Bununla birlikte Mübadele’yi yakın tarihimizde olmuş bitmiş bir olay olarak nitelendirme, tarihteki başka zorunlu göçlerle benzerliklerini, bugünün zorunlu göçlerinin ardında yatan politikalarla ilişkisini göz ardı etme eğilimi de var.
Bir de geçmişe nostaljik bir perspektiften bakma eğilimini de gözlemliyorum.
Göç yüzünden yaşanan acıları kabul etmek, paylaşmak elbette önemli ancak göçü yaratan bileşenleri, politikaları, tarihsel etkenleri eleştirel bir gözle incelemeden yaşanan acıların yinelenmemesini temenni etmenin pek faydası olmayacağına inanıyorum.
Daha somut ifade etmek gerekirse, bugünün dünyanın dört bir yanında gördüğümüz göçmen karşıtı politikalarının oluşumunda Mübadele ve benzeri tarihsel olayların (Kıbrıs’ın bölünmesi, Hindistan’ın partisyonu, Güney Afrika’daki apartheid, pek çok kez tanık olduğumuz etnik temizlikler vb.) izlerini görebilir miyiz?
Mübadele ve benzeri tarihsel olayların, bugün belli coğrafyalarda yaşayan insanların seyahat özgürlüğünün kısıtlanması, ülkeler arasındaki sınırların yüksek duvarlarla ve gözlem sistemleriyle korunması, ilticanın bir insan hakkı olmaktan çıkarılmaya çalışılması gibi politikalarla ilişkisi nedir?
Etnik unsurlar, dil, din farklılıklarının ülkeler arasında aşılmaz sınırların çizilmesine temel teşkil edecek meşru bir gerekçeye dönüşmesinin yolunu açan gelişmeler arasında mıdır bu uygulamalar? İnsanların aynı coğrafyada eşit vatandaşlık prensibi çerçevesinde yaşadığı demokrasileri yeşertmek çok mu imkân dışı? Bu sorular üzerinde düşünülmesi gereken sorular.
Mübadele yazınına dair
Yunanistan ve Türkiye’de gerek akademide gerek edebiyat alanında mübadele yazınına ilişkin ne söylemek istersiniz? Geniş bir arşivden söz edebilir miyiz?
Yukarıda dile getirdiğim sorular ve daha fazlası tarihçiler, antropologlar ve diğer sosyal bilimciler tarafından dile getiriliyor.
Akademik alanda örneğin, Aslı Iğsız’ın Mübadele’nin ardında yatan ırkçı anlayış, bu anlayışın bıraktığı miras ve UNESCO gibi uluslararası örgütlerin kurulmasında oynadığı rolle ilgili çok ilginç bir araştırması var.
Sonra gazeteci Bruce Clark’ın Twice a Stranger (İki Kere Yabacı) başlıklı bir popüler tarih araştırması var. Bir de Birinci Dünya Savaşı hakkındaki, 19. yüzyıl ve 20.yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki akademik çalışmaları okumakta fayda var.
Edebiyat alanında, Herkül Millas’ın 90’lı yıllarda Türk ve Yunan edebiyatında Mübadele ve ‘öteki’ meselesini ele alan romanlara dair yaptığı çok kapsamlı bir araştırma var. Yunanistan tarafında bu konuyla ilgili yazmaya çok erken başlanıyor. En önemli eserlerden bir Dido Sotiriou’nun Benden Selam Söyle Anadolu’ya adlı romanı. Bu roman, 1982 yılında Türkiye’de çevirmeninin ve yayıncısının başını derde sokuyor.
Rumlara yönelik şiddeti dile getirdiği için askeri cunta çevirmen ve yayıncıya karşı ‘Türklüğe hakaret’ten ötürü dava açıyor. Gerçi sonra dava düşüyor. Kitap, başta başlığı olmak üzere (Yunanca’dan bire bir çevirisi: Kanlı Topraklar) kimi bölümlerindeki ifadeler yumuşatılarak yayımlanıyor Türkçe’de.
80’ler ve 90’lardan itibaren Mübadele alanında Türkiye’de yayımlanan romanlarda bir hareketlilik görünüyor. Bu romanların içinde Mübadele meselesine nostaljik yaklaşan, hümanist bir bakış açısıyla eleştirinin odağına ‘savaş’ ve ‘düşmanlık’ gibi soyut kavramları oturtan, konunun ulus-devlet kurma süreciyle bağlarına pek değinmeyen romanlar olduğu kadar bu çerçeveden uzaklaşan romanlar da var.
Benim araştırmamın konusu Mübadele yazını olmadığı için bu konuda kuram çalışanlar kadar derinlemesine bir analiz yapamayacağım.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Elbette bu söyleşide çizdiğim çerçeve kitabın ardındaki araştırma altyapısıyla ilgili, toplumsal hafıza, tarihle olan ilişkimiz gibi konulara odaklanan tarafıyla ilgili. Öte yandan Midilli Operasyonu bir akademik çalışma değil, bir roman.
Bu hikâye yukarıda konuştuğumuz her şey hakkında olduğu kadar benim gözümde on yaşındaki Deniz’in dünyayı anlama çabasıdır.
Midilli Operasyonu/Elif Gülez/248 s./istos yayın/1. Baskı/Temmuz 2023
(VC/EMK)