Çağdaş edebiyatımızın özgün kalemlerinin ilkgençlik yılları nasıldı? O dönemlere ait sesleri, yüzleşmeleri, umuda, yalnızlığa, sevince, gençlik duygularına ve keşiflere dokunan anıları nelerdi?
Editör Müren Beykan'ın hazırladığı ve yeni tasarımıyla güncellenen kitap, "Defalarca Kayboldum"da 31 özgün yazar, açık yüreklilikle 15 yaşında bırakılanların ve 15 yaşın insanda bıraktığı deneyimlerin izini sürüyor.
Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan "Defalarca Kayboldum" ile ilgili Beykan şunları söylüyor:
"Öyküler, anılar, şiirler yaşam boyu hep kulağımızda, gönlümüzde. Anne kucağından beri biriktirdiğimiz, paylaştığımız, paylaşmak istediğimiz. Yaşadıklarımız, dinlediklerimiz, okuduklarımız, gözümüze değenler, belleğimize kaydettiklerimiz. Ama illa ki, okuduklarımız. Çocukluktan gençliğe, derinde bizi oluşturan, fark etmeden bizi değiştiren satırlar, dizeler...
Edebiyatımızn otuz bir 'genci' yürek koydu kitabımıza. Neler neler döküldü kağıda - gülümseten, şaşırtan, hüzünlendiren; ama hepsi de umut dolu. Gençliğin gizi de bu: Umut-yarına dair. Mutlaka"
Bu özel seçkiye 15 yaşlarını hatırlayarak katkıda bulunan yazarlar ise şöyle:
Ahmet Büke, Behçet Çelik, Celil Oker, Cemil Kavukçu, Elif Şafak, Enver Ercan, Esmahan Aykol, Faruk Duman, Gaye Boralıoğlu, Hakan Günday, Hatice Meryem, Kadri Öztopçu, Karin Karakaşlı, Leyla Ruhan Okyay, Mahir Öztaş, Mine Söğüt, Murat Gülsoy, Murathan Mungan, Müge İplikçi, Necati Güngör, Necati Tosuner, Nihat Ziyalan, Onur Caymaz, Osman Şahin, Oya Baydar, Özcan Karabulut, Selim İleri, Sema Kaygusuz, Semih Gümüş, Turgay Fişekçi, Yekta Kopan.
Kitaptan tadımlık 15 yaşa dair yansımalar ise şöyle:
Mine Söğüt/Defalarca Kayboldum
Uçsuz bucaksız bir ormanda defalarca kayboldum.
İlk kaybolduğumda beş yaşındaydım.
Ormanda bir baykuşla karşılaştım.
Karanlık nedir, diye sordu baykuş.
Sen daha iyi bilirsin, dedim.
Bilmem, dedi. Karanlıkta ötüyor olmam karanlığı bildiğim anlamına gelmez.
Sen söyle, karanlık nedir?
İnsanlar her şeyi bilmezler, dedim. İnsanlar sadece her şeyi yaparlar. Kuşlar hiçbir şey yapmazlar. Sadece öterler.
Kuşlar sadece ötmezler, dedi baykuş. Soru da sorarlar.
Sanır mısın ki, gecenin karanlığında havada asılı kalanonca kuş sesi sadece öylesine bir ötüşten ibarettir?
Kuşlar da senin gibi etten ve kemiktenler.
Eti ve kemiği olan her varlığın, bil ki bir evhamı vardır.
Beş yaşımda, bir baykuştan evhamı öğrendim.
Karin Karakaşlı/Güzel
Hayatımın on beşinci yazını düşünürken, hep Feryal Abla'nın güzelliği geliyor aklıma. Bunca yıl sonra bile güzel, geri kalan her şeyi siliyor hâlâ. O yaz, güzelin ne demek olduğunu öğrenmiştim. Ve bunu öğrenirken, kendimi hep pek çirkin hissetmiştim. Feryal Abla'nın parlak saçları en şekilli haliyle rüzgârda özgürce salınırken, benimkiler bazen Fransa Kralı On Dördüncü Louis'nin peruğu misali kıvrık, derken iki gün sonra da pırasa görünümünde dümdüz oluverirdi. Hepsi şu tuhaf hormonlar yüzünden... Bir bakmışsın, karnım şişmiş, ertesi gün iki kaşımın tam ortasında koca bir sivilce. Aynalardan da, insanlardan da kaçardım. Arkadaşlarla çitlenen çekirdeğin bile kesmediği bir sıkıntı gelirdi. Şimdiki aklımla ona, varlıksal sıkıntı derim de, o zaman böyle sözcüklerim de yoktu. Sözcüğü de olmayan sıkıntı daha beter büyürdü içimde.
Yekta Kopan/1982'de, Ankara'da: Can Baba'yı Özlemek
Yıl 1982. On dört yaşındayım. Ankara'da soğuk bir cumartesi. Bir cebimde iki kitap, Yazko Yayınları'ndan iki Can Yücel kitabı, Kızılay'ın yolunu tutmuşum. Diğer cebimde hayallerim var. Otobüste giderken, öyle sahneler kuruyorum ki kafamda, o hayaller gerçek oluyor birden. İnanıyorum kurduğum dünyaya. Bir imza günü öncesinde öylesine heyecanlanıyorum ki, ellerim buz kesiyor.
Semih Gümüş/On Beş Yaş Neydi ki...
Sokak bizi çekiyordu işte, ev içinde yapılacak tek şey, ders çalışmak ve okumaktı; ne televizyon, ne bilgisayar vardı. Her şeyi okuyorduk. Öyle ucundan, ara sıra değil, sürekli ve denebilir ki her şey okunurdu; yeni çıkan bütün kitapları ve edebiyat dergilerini izliyor, öyle yaşıyorduk. Necati Cumalı'nın şiirleriyle Gorki'nin romanlarını bir arada okurken sanki edebiyatın ne olduğu değildi de önemli olan, yalnızca okumak ve kitaplardı. Ant Yayınları'nın kitaplarını on beş yaşlarımızda biz de tek tek izliyorduk. Che'nin kırmızı kapaklı Savaş Anıları ya da Sol Yayınları'nın, çoğunu altını çize çize bir kez okuduktan sonra sayısız kere karıştırdığımız kitapları, fiyatları 4 lira, 10 lira... Kitaplar fotoğraflar gibi, anıların anlatıcıları. Kitaplığınızda uzun zamandan beri tozlanan bir kitap, ansızın elinize geldiğinde, sizi o kitabı aldığınız yıllara götürür, unutulmuş olanları belleğinizdeki yerine aynıyla yerleştiriverir. Kapağı, fiyatı, arka kapak yazısında kendini ele veren zamanın düşünceleri, size hemen o kitabı okuduğunuz günleri hatırlatır.
Müge İplikçi/Çatlak
"On beş yaş dendiği zaman ne hatırlıyorum?" diye sordu kendine. Hımmm, diye iç geçirdi. Bilgiçti. Ama birden şaşaladı. Yaşamının dökümünü hızla yaptı. Veee. Cevabı basitti: Çatlak. Bu cevap karşısında hayretler içersinde kaldı. Kahveden bir fırt daha. Kahvedeki sütün tadını daha iyi keşfetti bu kez. Çatlak ha! Hafızasının en küçük noktasından kazıdığını düşünüyordu onu. Belki de o diye başka biri geçiyordu aklından o sıra. Başka adlı başka biri. Kısa bir süre için, bunu mesleki bir deformasyon diye düşündü. Özel bir bankanın müşteri temsilcisiydi, adların ve yüzlerin zaman içinde insanın kafasında nasıl bir hale dönüştüğünü iyi bilirdi. Kim bilir hangi çatlağın arasına gizlenmiş bir suratsın sen, Çatlak Bey! Cam duvarında asılı duran Haydarpaşa Garı'nın fotoğrafına baktı. Bir müşterisinin hediyesiydi.
(AÖ)