“Babam 1952 tarihinde çiftçiliğe başladı. Onun, bunun tarlasını ekip biçiyorduk. Sonra kendimize bir arazi alıp, kendimiz çalıştırmaya karar verdik. Biz de bu toprakların çocuğuyuz sonuçta. Birileri çıktı o dönemde ‘ben size araziyi satarım’ dedi. Her şey böyle başladı. Biz o araziyi 46 yıldır alamadık.”
Muş Vartolu Yünkes ailesi önce Diyarbakır’a ardından Urfa’nın Viranşehir ilçesine göç ettirilmiş Ermeni ailelerden biri. Aile Viranşehir’deki hayatını çiftçilik yaparak sürdürüyormuş. Bir süre sonra bir arazi satın almışlar, ancak arazinin tapusunu alıp sahibi olmaları mümkün olmamış.
Nurcan Yünkes, 46 yıldır süren bu davayı anlattı…
“Biz de bu toprakların çocuğuyuz”
“Babam Sait Yünkes Muş’un Varto ilçesinde yaşadığı talihsiz Ermeni seferberliğinin ardından tüm ailesini kaybetmiş, yetim kalmış. Ve göçebelerle birlikte Diyarbakır’a gelip oraya yerleşmiş. Bir süre sonra demircilik zanaatını öğrenip meslek edinmiş. Diyarbakır’da evlendikten sonra ailesiyle birlikte Viranşehir’e taşınıp mesleğini orada açtığı bir dükkanda devam ettirmiş.”
“Çiftçiliğeyse 1952’de başladı babam. Yarıcılık usulüyle yöremizdeki tarlaları ekip biçiyorduk. Daha sonra arazi satın alıp kendimiz çalıştırmaya karar verdik. Sonuçta biz de bu toprakların çocuğuyuz. Öncesinde ortaklık usulüyle ekip biçtiğimiz arazilerden birinin sahibi arazisini satmaya karar verdi. Biz de arazi sahibine teklif göndererek, o günkü bedeliyle 300 bin lira karşılığında araziyi satın aldık. Tapuyu almadan önce ödemenin bir kısmını yaptık. Anlaşmamıza göre geri kalan parayı da tapuyu aldıktan sonra ödeyecektik; fakat biz 46 yıldır ne tapuyu ne de araziyi alabildik.”
Çaresizlikten mahkemeye
“Bahsi geçen araziye mahsup ön ödeme, arazi sahibi Mustafa Özkan’a senet (o günkü tabirle bono) mukabili verilmişti. Babam Sait Yünkes kalan kısmı da ödeyip tapu işlemini bitirmek istedi. Ancak satış işlemi ne zaman yapılacak olsa Mustafa Özkan bir şekilde arazinin devrinden kaçıyordu. Babam kendisine nihayetinde bu işlemi bitirmek istediğini defalarca söyledi, ‘Eğer tapuyu vermekten vazgeçtiysen paramı iade et’ dedi. ‘Para da yok, arazi de yok’ diye karşılık verdiler.”
“Bunun üzerine çaresiz kalıp mahkemeye başvurduk, para tahsili için hukuki süreç başladı. Birinci satışta alıcı olmayınca, ikinci satışta ağabeyim Orhan Yünkes adına 6 Kasım 1975 tarihinde ihale yapıldı. E tabii 200 bin lira karşılığında ihalede icradan satın alındı. Alacak nedeniyle bir miktar para ödenmişti. O para ödendikten sonra geri kalan ihalenin bedeli 200 bin liraydı. Paranın tamamı icraya yatırıldı. Arazinin satışının yapılmasından sonra bunu duyan Özkan ailesi ‘Vay gavur arazimizi satın aldı’ diye ayaklandı.”
(Nurcan Yünkes’in ağabeyi Orhan Yünkes İstanbul’da diş hekimliği okurken, kendisi de kimya mühendisliği okuyordu. Bu süreç devam ederken anneleri vefat etti.)
Satış geçerli dediler
“14.11.1975 tarihinde o günkü ‘toprak reformu’ adı altında kadastro bilinçli olarak araziye el koydu. Toprak Tevzi Komisyonu’nun tespit ettiği parselleri göz ardı edip parsellere başka numaralar vererek, araziyi içerisinde yaşayan eski sahibi Mustafa Özkan’ın ailesi ve akrabalarına tespit yaparak dağıttı.”
“Bu olay duyulunca ağabeyim Orhan Yünkes de arazinin dağıtımıyla ilgili tapu kadastro mahkemesine başvurdu. Bu arada yapılan itirazlar ve satışın düşürülmesi talep edildiği halde; 12. Hukuk Yargıtay Dairesi’nin kararı gereğince satış hukuken geçerlilik kazandı. 7. Yargıtay’ın kararına göre; ‘Medeni kanunun 633. Madde hükmünce; cebri satışlarda mülkiyet tescilden önce kazanılır. Cebri arttırma 06.11.1975 tarihinde, tapulama tespitinden önce yapılmıştır. Daha sonraki tarihlerde yapılan müdahaleler geçersizdir’ deniliyor. Yani, ‘tapu kadastronun müdahalesi kesinlikle geçersizdir. 6.11.1975 tarihinde icra satışı kesinleşmiştir’ deniliyor.”
“Ağabeyimi vurdular”
“Ağabeyimi vurmalarından önce yolumuzu kesip hakaret ettiler. Ağabeyim tehditlerle, yüz kızartıcı hakaretlerle ve ölüm tehditleriyle karşı karşıya kaldı. Hatta ağabeyimi dövdüler.”
“Verilen kararın ardından Özkan ailesi toplanarak, doktor olan ağabeyimi öldürmeye karar verdi. 28.08.1985 tarihinde Orhan Yünkes’i takip ederek meydan kahvesinde vurdular. Cinayeti işleyen çocuğun nüfus kaydında 13 yaşında olduğu gözüküyordu, ancak çocuk cinayeti işledikten sonra mahkeme kararıyla Adli Tıp Kurumu’na gönderildi ve 18 yaşın üzerinde olduğu ortaya çıktı.
(Orhan Yünkes kahvede dostlarıyla sohbet ederken bir metre mesafeden arkadan vurularak öldürüldü.)
“Katil, teşvik eden amcasıyla birlikte Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapse mahkum edildi. Sonrasında ceza, hafifletmelerle birlikte önce 32 yıla, daha sonra 16 yıla indi. Son olarak yedi yıl hapis yatmalarının ardından af geldi ve serbest kaldılar.”
Nerede adalet?
“Şimdi soruyorum size bu hangi insanlığa dayanır? Nerede adalet? Nerede hukuk? Nerede insanlık?”
“Patrikhane ve Başbakanlığa başvurunun ardından dava diğer dosyalardan ayrıldı. Davanın bu zamana gelene kadarki süreci 1985'e kadardı, sonra başka ilerleme olmadı. Ağabeyim öldü, hukuki süreçler netleşemeden devam etti.”
“1985’ten 2008’e kadar geçen zamanda ise bambaşka sıkıntılarla karşılaştık. Örneğin, hakimin 10.10.2001 tarihinde vermiş olduğu ara karar gereğince keşfe çıkıldı. Keşif için mahalli bilirkişilere tebligat çıkarıldığı halde mazeret göstermeden keşfe katılmadılar. Fen memuru yerleri tespit etti. Dahası 2008'lere gelene kadar da mahkemeler davayı bazı davalarla birleştirmeye çalıştı.”
“Ben de 2007’de olanları bir gazeteye anlattım ve Patrikhane aracılığıyla Başbakanlığa müracaat ettim. Hem davamla alakalı olarak hem de süren duruşmalarda tehdit aldığımı söyledim. 2008'de davanın başka davalarla ayrılması kararı alındı. Tehditlerle alakalı olarak da Ankara Asayiş Daire Başkanlığı’ndan telefon geldi bana ve tehdit edenlerin kimler olduğunu söylemem istendi. Ancak isimleri faksla göndermeme rağmen hiç bir işlem yapılmadı.”
“Jandarma söz konusu araziye giderek ‘burayı işgal etmişsiniz’ diyor. Ancak; ‘buraları dedelerimizden kalmadır. Tapu kadastro burayı bize vermiştir’ diyerek çıkıyorlar işin içinden.”
“Memleketime tek başıma gidemiyorum”
“Mahkemeye ikinci kez başvuru yaptım. 2009'da Ankara’ya gittiğim zaman hakimin yanına çıktım ve ifademi verdim başvurumla ilgili olarak. Bir hafta sonra Viranşehir İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan telefon geldi. Telefonda: ‘Nurcan Bey ne zaman Viranşehir’e geleceksiniz? Bize tarihi bildirin. Geldiğiniz gibi bize uğrayın, biz size koruma temin edeceğiz.’ dediler. Acınacak tarafı şudur; doğmuş olduğum memleketime tek başıma gidemiyorum. Bugüne kadar da davalara ancak korumalarla gidip gelebildim.”
“2013 tarihinden bugüne kadar duruşmalar devam ettiyse de ancak bir türlü neticeye gidilemedi. Sebebi de asıl hakimin davaya girmeyişi… Hakim, iki sene içinde sadece bir kere duruşmaya girdi ve ancak tebligatların çıkarılmasını talep etti. Onun dışında da nöbetçi hakimler baktı hep davaya. Kardeşim 46 senedir devam ediyor bu dava ama yine de tebligatlar çıkarılıyor bu da garip değil mi?”
“Ben de bu ülkenin ferdiyim”
“Dava, son olarak geçtiğimiz ay görüldü ancak yine ertelendi. Sebebi de aynıydı ‘tebligat eksikliği’. Mallarımıza da el koymuşlar bir türlü gidip işletemiyoruz, hatta yanına yanaşamıyoruz. En kısa yoldan Başbakan’a yetişip davama el uzatmasını talep ediyorum. Ben bugüne kadar hiç bir diasporaya, insan hakları örgütüne ya da bir ferde bunu götürmedim. Ben isterim ki; davayı kendim burada, bu toprakların öngördüğü şekilde çözeyim. Çünkü çözülmemesine hiçbir sebep yoktur. Ben de bu ülkenin bir ferdiyim.”
“Eğer bu dava burada çözülmeyecekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götüreceğim davamı. 100 ila 50 milyon avro arasında bir bedelle konuyu dava edeceğim. Çünkü ömür bitiyor, davam bitmiyor. Daha önce çok denedim, Türk hukukuyla çözemedim. İstedim ama çözemedim. Benden başka aile fertlerini de karıştırmak istemiyorum. Avukatım dahi yok, çünkü gerek yok. Elimde arazinin bize ait olduğuna dair mahkeme kararı ve tapularım dahi var.” (MAY/AS)