Toplum olarak karanlık günlerden geçiyoruz. Darbe girişimi, demokrasi nöbetleri, olağanüstü hal dönemleri, adalet, diktatörlük gibi konuların yoğun bir biçimde konuşulduğu şu günlerde sınıf mücadelesinde sınıf bilincinin önemini oldukça acı deneyimlerle yaşamak zorunda kaldık. Bu yüzden işçi sınıfının kendi sınıfına sahip çıkma hikâyesini anlatan Son Nefes adlı belgeselden söz etmek, bize biraz olsun gerçek ve samimi duygular yaşatacak, toplumun gelişimi üzerine bir kez daha düşünmemizi sağlayacaktır. Çünkü gerçek toplumsal gelişmeler, emeğin, emekçinin mücadelesiyle olacaktır.
Son Nefes’in yönetmeni Ömer Akbaş’la Soma’da yitirdiğimiz 301 canın ailesinin mücadelesi, iş cinayetleri ve filmin siyasi yanı üzerine konuştuk.
Önce sinema serüveniniz nasıl başladı diye soralım isterseniz…
Sinema serüvenimin aslında ne zaman başladığını hatırlamıyorum, hayal etmeye başladığım anda başladı sanırım… Ama sinemayla temasım; sinema okumakla başladı. Onların dışında, sadece hayal edebiliyordum. Ne yapabileceğimi bilmiyordum. Daha sonra, sinemaya merakla birlikte, sinema okumaya karar verdim. Sonra okumaktan da vazgeçip çalışmaya karar verdim.
Peki, önce kendi filmlerinizi çekerek mi başladınız, yoksa başkalarının filmlerinde çalışarak mı?
Önce deneme diye tabir edebileceğimiz öğrenci kısa filmlerinde arkadaşlarıma yardım ediyordum, kendim bir şeyler çekiyordum. Yalnız bunlar öyle gösterilebilir şeyler değildi ama bizim için çok büyük bir tecrübeymiş, şimdi anlıyorum. O denemeleri yapmasaydık, bugün yapacağımız işlerde bir kaliteden söz edemezdik, deneyerek başlamak en iyisiymiş diyebiliriz. Onun harici; sinema sektöründe çalışıyordum. Zaten kendi filmim harici yedi sinema filminde çalıştım, belgesellerde çalıştım, reklamda çalıştım. En sonunda kendi belgeselimi çekerek de başlangıcı yapmış oldum.
Son Nefes’ten önce bir kısa filminiz yok, değil mi?
Yok, o; ilk belgesel filmimdir. Ondan önceki kısa film projelerini saymıyorum. Bundan sonra çekeceğim ama öncekileri zaten hiçbir yerde yayınlamadık. Daha çok kolektif çalışmalarla arkadaşlara destek olduk.
Bu filmle de Atıf Yılmaz Film Festivali’nde en iyi belgesel ödülünü kazandınız
*Sinema yazarlarının belgesel kategorisinde vermiş olduğu bir ödül; Atıf Yılmaz Kısa Film Festivali’ydi, orada belgesel dalında ödül aldık. İlk ödülümüzdü, o açıdan önemli… Bundan önce de If’te gösterildi, ilk açılışımızı orada yaptık, şimdi Documentarist’te gösteriliyor, yurtdışında gösterimler olacak ve devam ediyor yolculuk…
Kısa fill dalında ödül aldı film ama çok kısa değil. Nedir ölçütü?
Film; 41 dakika… 41 dakika olması; orta metraj kategorisine sokuyor bizimkini… Biz bunu daha uzun da anlatabilirdik ama biraz yoğunlaştırılmış bir anlatım, akıcı bir kurguyu tercih ettiğimiz için 41 dakikaya bağladık. İzlenebilir, katlanılabilir bir süre olması, insanların sıkılmaması, meselenin özüne inilmesi açısından böyle bir tercihte bulunduk. Öncesinde şu kadar dakika olacak, bu kadar dakika olacak diye bir planlamamız yoktu açıkçası…
İlk filminizde siyasi bir konuya temas etmiş oldunuz; işçiden, emekçiden yana bir konuya nasıl dahil oldunuz?..
Benim babam da işçi zaten, doğuştan böyle bir konuya dahil oldum. Ben filmimin politik olduğunu düşünmüyorum. Şundan dolayı; içinde herhangi politik bir şey anlatmıyor, daha çok aileleri anlatıyor. Bunu kim sahiplenmek isterse, film, ondan yana oluyor, aslında herkes için yapılmış bir filmdi bu… Kimseyi burada teşhir etmedik, kimseyi özellikle tırnak içerisine almadık. Sadece aileleri merkeze alarak bir film çektik. E tabii, bunun neticesinde de, genellikle bu tip refleksleri gösteren, duyarlılık gösteren, gösterimlere dahil olmak isteyen, farkındalık uyandırmak isteyen taraf; muhalif taraf oluyor. İktidar zaten kendi yaptığı ayıbın üstünü örtmek ister, göstermek istemez. O yüzden de bizim filmimiz şu an, bu kanattan ilerliyor, daha farklı yerlerde, daha farklı gösterim talepleri olursa, biz onlara da katılacağız, çünkü bizim amacımız, ne kadar çok gösterilmesiyle alakalı, mevzunun unutulmamasıyla alakalı, Soma’yı unutturmamakla alakalı, o yüzden de her teklife açığız. Her seyirciyi yan yana oturtabilme hedefinde bir şey yaptığımızı düşünüyorum.
Film için siyasi bir film değil dediniz ama işçilerin, ölen işçilerin ailelerinin gözünden bir duruşu olduğunu düşünüyorum ben… Bilmiyorum, mesela sonuçta patronların gözünden, ya da iktidarın gözünden bir bakış değil, öyle değil mi?
Eğer bir taraf seçtiğimizi konuşacak olursak, ben işçilerin ailelerinin tarafını seçtim, bu doğrudur. Zaten bir taraf seçmek durumundasınız, belgesel yapıyorsunuz. Ama onun içerisinde objektif olmaktı hedefimiz, herhangi bir siyasi örgüte, partiye mal etmeden filmi, kimsenin partizan olmasına, bir tarafa çekelemesine müsaade etmeden, herkesin izleyebileceği, asıl olan öz duyguyu, o yitirme duygusunu, acıyı ve direnişi göstermek istedik. Oradaki aileler de politik değiller, ama eylemde görüyoruz onları… İşte onların politikleşme süreci nasıl oldu, bu tip soruları sormak esastı. Baktığımız zaman olayın kendisi, reelde muhalif olmak zorunda… Başka türlü olamaz çünkü biz olanı çektik, olan da muhalif olduysa yapacak bir şey yok.
Peki, bundan sonra çekmeyi düşündüğünüz şeyler var mı?..
Var tabii ki, iki kısa film projesi var. Önce onları bitirmek istiyorum. Ondan sonra uzun metraj hikâyeler var, onları tekrardan kaleme alabiliriz. Ama mesela sadece işçi olmayabilir, başka bir sorun olabilir, derdi olan her şeyi anlatılabilir buluyorum ben…
Özel bir duygu ya da bir dert olması gerekir, diyorsunuz.
Derdi olmayan bir kişi nasıl film çeker, onu bilmiyorum. Çekebilir de… Ama bir meselenin sizi rahatsız ediyor olması lazım, bir güdülenme yaratması lazım, o meselenin üzerinden zaten siz geri kalan her şeyi sağlıyorsunuz. Biz de başlarken hiçbir şey yoktu ortada, yoktu derken, ekipman anlamında, maddi anlamda, ama bunu yapmamanın da vicdanen bir rahatsızlığı olacaktı, bir sürü mesele var, her birini yapmaya kalkamıyorsunuz, ama en azından bir tanesine dokunabildiysek, onu yapabildiysek ne mutlu bize…
Bu meselelerden biri de işçilerin her geçen gün daha fazla ölmesi tabii…
Evet, iş cinayetlerinin bu ülkede her geçen gün daha da arttığını görüyoruz. 301 kişinin ölmesi, evet, büyük bir mesele, ama 1 sene içerisinde 1200 işçiyi kaybediyorsak, 3 kişi, 5 kişi, 17 kişi, rakamlar küçük olunca sanki insan hayatı değilmiş gibi, sadece rakamlar üzerinden konuşuluyor, değersizleştiriliyor. 301 kişinin tek tek hikâyesini anlatamazsınız ama belki kaybettiğimiz 1 kişinin hikâyesi de anlatılabilir. Sonuçta bu, bakmak istediğiniz açıya, perspektife göre değişen bir şey… Sizi ne kadar etkilediğiyle alakalı, insanları sizin neden etkilemek istediğinizle alakalı… O yüzden de iş cinayetlerine dikkat çekmek lazım, çünkü artık bir yerden sonra bunlar kasıtlı, gerçekten cinayet diye tabir edebileceğimiz, en basit önlemlerin bile alınmadığı, görmezden gelindiği, denetleme mekanizmasının olmadığı cinayetlere dönüşüyor. Temelde çok basit şeylerle, çok basit önlemlerle çok hayatlar kurtulabilir. Buna dikkat çekmek istedik.
Eğer karşınıza çıkarsa yine işçi konusunda bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?..
Tabii ki, neden olmasın?.. Dediğim gibi; bir meselenin bizi rahatsız etmesi yeterli film çekmeye başlamamız için… Bu, işçi de olabilir, ırkçılıkla ilgili bir mesele olabilir, bir çocuğun gözünden yaşadıkları olabilir, modern dünya insanının sıkıntısı olabilir. Bir sürü şey olabilir. Şu an kesin bir şey, şunu yapacağım, demiyorum. Ama yaptığım şeylerde hep böyle bir mesele oluyor genelde altında… Eğlenceli işler de yapmak istiyorum. Bunun komedisi olmaz tabii ama biraz da insanları daha fazla sıkmadan, nasıl diyeyim, biraz da mizahi unsurları da ön plana çıkararak, Documentarist’te izlediğimiz bazı filmler gibi deneysel filmler yapılabilir. (SY/HK)