bir mektup yazıyorum size,
bilmem vaktiniz var mı
okumaya bu mektubu."
Boris Vian / Asker Kaçağı
O, Kübalı bir göçmen ailenin bilmem kaçıncı çocuğuydu. Rejim aleyhtarı olduğu için ailesi kabul edilmişti, mülteci kabilinden Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşlığına. Ama ne görmüştü ki; sıkıntıdan, eza ve cefadan başka.
İşte şimdi tam da bir savaşın arifesindeydi. Ama gel gör ki, savaşa karar verenler ona sorma gereğini bile duymamışlardı. Hazırlan, gidiyorsun demişlerdi, Orta Doğuya, o kadar. Haritada yerini bile bilmiyordu Irak'ın. Ama önemli miydi? Varsın bilmesindi, Irak'ı. Karar verilmişti ve savaşacaktı, Kübalı göçmenin oğlu.
Sormamışlardı savaşı
Bir tek şair hemşehrisi Nicolas Guillen'di ona memleketinden ora havalarını dillendirerek seslenen. Savaşma diyordu, içten içe çok da duyuramadan sesini;
"Nereden çıkarıyorsun, asker seni sevmediğimi, aynı değil miyiz ikimiz de, sen de, ben de. Sen yoksulsan ben de yoksulum işte; sen halktansa ben de halktan gelmeyim; nereden çıkarıyorsun öyleyse, asker seni sevmediğimi?. "
Öbürü yeşil kartla yıllar önce kurayla gitmişti yeni dünyaya! Taa Almanya'dan. Ona da kimseler sormamışlardı savaşı. Vatandaştı ve gidecekti savaşa, hiç sorgusuz, sualsiz.
Giyme şu gömleği demedim
Ona da fısıltıyla seslenmişti hemşehrisi Bertholt Brecht, Berlin'de gözü yaşlı bıraktığı anacığının ağzından;
" Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğul,
bu haki gömleği bendim sana giy diyen.
Nereden bilecektim bu kara günleri göreceğimi,
bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem,
asın beni derdim daha iyi.
Nasıl varacaktım farkına, nerden bilecektim, nerden
Celladıymışsın meğer sen kendinin.
Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin
Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğul.
Bu günleri göreceğimi bilmiyordum ne yapayım,
Sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum."
Dinlemeyin sözünü kimsenin
Bir diğeri Fransız asıllıydı. Nazi orduları dayanınca Paris varoşlarına meşakkatli bir yolculuktan sonra denizleri aşarak varmıştı babası Amerika'ya. O da gidiyordu işte savaşa. Nereden bilecekti ki daha gemiyle denizlerde Orta Doğuya doğru giderken ona sesini denizleri aşarak ulaştıranın Boris Vian olduğunu.
" Aşacağım karaları, denizleri,
ne Avrupa'sı kalacak, ne Amerika'sı,
dilene dilene hayatımı
şunu diyeceğim insanlara:
Sakın dinlemeyin sözünü kimsenin,
İnsanlar, gitmeyin sakın savaşa,
Gitmem, deyin, gitmem, deyin, gitmem,
Direnin, çocuklar direnin.
İllâki kan dökmek mi gerek,
Gidin dökün kendi kanınızı,
Size söylüyorum bunu da,
Efendi misiniz, kodaman mısınız ne. "
Irak nerede?
Bir İtalyan göçmeninin torunuydu o. Dedesinin dedesi bir düş yüzünden kaçmıştı İtalya'dan kim bilir. Bir ev, bir yuva ve yeni umutlar kurmuştu, yeni bir ülkede.
Varsayım olabilir bütün bunlar. Ama sayfalarını okumaya çalışıyorlardı tarihlerinin. Düşleri gerçekleşmeyecekti. Mezarlarını kazıyordu o düş ülkesi. Bilmezdiler. Bilemeyeceklerdi hiçbir zaman nerede olduğunu Irak'ın? Öleceklerdi belki de o bilmedikleri topraklarda kendi taşıdıkları ve de ilk kez sarılacakları silahların eşliğinde.
Tıklım tıklım ölü
Ama o da ne! Onları orda karşılayan birileri vardı. Paul Eluard ses olmuştu onlara, diyordu ki yürek çağıltılı şair gürüldeyişiyle;
"Her yer tıklım tıklım ölü(lerle dolacak)
Ama suçlu ben değilim, ben değilim
Katillerle bir olmadım olmayacağım da."
Kendinize gelin diyorlardı savaşmaya gelen askerlere. Ben askerim diyorsunuz. Öldüğünüzde ne farkınız kalır ki öteki ölülerden. Önce üstünüzden kaputunuzu alırlar. (*) Öldüğünüz zaman. Önünüz kış ve üşüyor olsanız da! Artık ölmüş olursunuz o zaman! (ŞD/NM)
* Oktay Rıfat. Şehitlik.