Yaylalar, yaylalar
Çocukluğumla ilgili çok şey hatırlıyorum elbette ama iki şeyi hiç unutmam: Birincisi, ilkokul öğrencisiyken, bazı yaz aylarında amcamlarla yaylaya giderdim. Koyun sürüleri vardı. Honaz dağının zirvesine yakın bir yerde Nisan sonundan Eylüle kadar "Kızlaroluğu" denilen yerde konaklarlardı. Sanıyorum 2000 metre yüksekliktedir.
Tam bir doğa harikasıydı. Öyle bitkiler, otlar vardı ki, koca dağ sanki parfümlenmiş gibi kokardı. At sürüleri, koyunlar, keçiler, sığır sürüleri... Bir de çeşitli yabanî hayvanlar: Dağ keçileri, kurt, tilki, yaban domuzu, leylekler, kartallar, akbabalar...
En çok yılandan korkardık... Şimdilerde hayvan çeşitliliğinden geriye pek bir şey kalmadığını duyuyorum. Zaten duymaya da gerek yok... Kapitalizmin çevreyi tüketmek üzere olduğuna göre... Bazı geceler kurtlar sürüye saldırırdı. Bana öyle geceler pek keyifli gelirdi... Orada geçen günlerimi hiç unutmam.
Hep tekrar gitmek isterim ama bir türlü mümkün olmaz. En son Paris'te doktora öğrencisiyken, 1969 olacak, bir haftalığına orada çadır kurdum. Yazık ki, bir daha gidemedim.
Öğretmen okulunu kazanamadım
Hiç aklımdan çıkmayan ikinci şey, ilkokulu bitirince bir arkadaşımla yatılı öğretmen okulu sınavına girdik. Doğrusu ben ondan 'daha iyi' olduğum halde o kazandı ben kazanamadım. Bir sınavda başarısız olmayı bir türlü içime sindiremedim.
Benim değil de, arkadaşımın kazanmaması sürpriz olmayacaktı. Müthiş bir 'yenilgi' duygusuna kapıldım. Sanki utanılacak bir şey yapmışım gibi aylarca kazanamamanın ezikliğini yaşadım. Etrafımdakiler de benden böyle bir sonuç beklemiyorlardı...
Sonra Denizli Lisesi'nin paralı yatılı orta kısmına kaydoldum. İzmir Atatürk Lisesi'ni bitirip Ankara'ya Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdim. Her halde eğitim sistemine tepkiden, hiçbir zaman çok çalışkan bir öğrenci olmadım. Öğretilenler ve öğretim tarzı bana saçma geliyordu.
O zaman çok üzülmüştüm ama sonradan kazanamadığıma sevindiğim oldu. Zira, öğretmen okulunu kazansaydım, hayatım başka türlü devam edebilirdi. Mesela Fransa'ya doktora için gidemeyebilirdim... Velhasıl tesadüflerin insan hayatında müthiş önemi var... Şu yola girerseniz farklı öteki yola girerseniz farklı bir yaşamınız olabiliyor...
Dedem ve babam
Entelektüel planda iki yazar ve iki yazar olmayan insandan çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Ders kitabı dışında ilk okuduğum kitap 'Kelile ve Dimne' oldu.
Bu kitap Hintli bir yazar tarafından yazılmıştır. Kitapta Beydaba adında bir filozof prense masallar anlatıyor ama masalların kahramanları hayvanlar. İkinci okuduğum yazar Panait İstirati'ydi.
Bu ikisi beni çok etkiledi. Yazar olmayan iki kişiden de çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Dedem ve babam. Dedem mollaydı. Birinci Dünya Savaşı'na katılmış. Bilgi birikimi tecrübesi ve sorunları ele alış tarzı beni çok etkilemiştir. Bir çeşit filozoftu. Babam eğitmendi. Okumaya ve öğrenmeye müthiş eğilimli biriydi. Bazen birlikte okur ve okuduklarımız üzerinde refleksiyon yapardık. Her ikisi de karizmatik insanlardı ve çevrede çok saygı görürlerdi.
Sıradan bir gün
Sabahları ekseri saat 06-07 da kalkıyorum. Kısaca Internet'ten gazetelere şöyle bir göz atıyorum. Sürekli takip ettiğim bir kaç yabancı siteye bakıyorum. Zaten Internet Bianet'le açılıyor.
Eğer Vakıfa, Özgür Üniversite'ye, gittiğim günse, kahvaltı yapıp, tıraş olup metroya yöneliyorum. Eğer evde kaldığım günse yazmakta olduğum kitapla ilgili çalışıyorum. Bazen söyleşi için sorular geliyor onları cevaplıyorum.
Ekseri haftanın üç günü Özgür Üniversite'ye gidiyorum. Orada hep pratik işlerle uğraşırsın. Eğer her gün oraya gidersen, entelektüel faaliyet aksıyor. Bir süre sonra sermayeden yemeye başlarsın ve sermaye sınırsız değildir.
Kara ve sarı steve'ler
Televizyon pek seyretmem. İyi bir film olursa onu seyrederim ama ekseri televizyonda iyi film oynamaz. İkisinin adı da Steve olan iki güzel kedimiz var. Biri tekir, ona 'kara steve' diyoruz.
Diğeri sarı-beyaz ona da 'sarı steve' diyoruz. Sarı steve benden hiç ayrılmaz. Kara Steve de Sevinç'ten... Böyle muhabbet görülmemiştir. Akşamları 11-12 civarında yatarım. Velhasıl vaktimin çoğu okuyarak biraz da yazarak geçiyor... Hiç kahveye gitmem. Kağıt oyunu bilmem...
Soruşturmalar, davalar, duruşmalar
Davalar, hapishaneler sadece seni hedef almıyor. Ailenizi ve yakınlarınızı da terörize etmeyi amaçlıyor. Bir de onların üzülmesine üzülüyorsun. Ama benim açımdan çok sayıda soruşturma, dava, duruşmalar, hapis, vb. entelektüel faaliyeti aksattığı için de önemli.
Bir dönem haftanın üç günü Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne (DGM) gittiğim olmuştu... O kadar çok gidiyordum ki, oradaki memurlar, polisle, mübaşirler bir kaç gün araya girince merak ediyorlardı...
Türkiye'de şu andaki düşünce üretimi tam bir'sefalet tablosu'. İnsanlar sanki düşünmekten istifa etmiş gibiler.
Neo-liberal virüs, televizyon, reklamlar, televizyon dizileri, paralı yarışma programları toplumu alıklaştırmış durumda. Bu tabloyu çok rahatsız edici buluyorum...
Hep yazmak
Ben ekseri önceden planlanmış bir kitap üzerinde çalışırım. Bazen araya makale büyüklüğünde yazılar girer. Bir de eskiden gazetede haftada bir yazı yazardım.
Şimdi de Özgür Üniversite'nin Web sitesinde haftada bir yazılarım çıkıyor. Bazen de gazete ve dergilerden talep üzerine yazdığım oluyor. Araya konferanslar girer.vb.
Takımım yok
Hiçbir takımı tutmam. Futbolun sporla bir ilgisi yok. Tam bir ticari kâr alanı. Futbol kulüpleri birer 'çokuluslu şirket'. Bence futbol tam bir afyon. İnsanları apolitize etmenin, depolitize etmenin aracı. Ben profesyonel sporu spor saymam. İki şeye yarıyor: Kâr alanı ve insanları asıl sorunlardan uzaklaştırmaya hizmet ediyor.
Piyasa müziği gerçeğin inkarı
Ortalamanın altında müzik dinlerim. Klasik müzik, caz, bir de her ülkenin halk müziğinden seçmeleri tercih ediyorum. Piyasa müziğini dinlemek bir yana nefret ettiğimi bile söyleyebilirim.
Para için sözde beste yapılıyor, para için söyleniyor, birileri para kazansın diye dinleniyor. Aynı reklam seyreder gibi... Eğer bir şey metalaşmışsa, artık kendisi değildir.
Piyasa müziği de öyle ve gerçek müziğin inkârı haline gelmiş durumda. Birileri şarkı-türkü söylüyor bunlara sanatçı deniyor...
Koskoca adamlar reklamlara çıkıyor. Reklama çıkan biri ne kadar yetkin ve yetenekli olursa olsun artık sanatçı sayılamaz. Zira, reklama çıktığında kendi etiğine, kendi varlık nedenine ihanet etmiştir...
Vaktimin çoğu kitaplarla geçiyor
Yeni kuşağın manzarası son derece rahatsız edici. Genç neslin tarih boyunca bu kadar sefil duruma düşüp düşmediğinin araştırılması yararlı olurdu. Aslında son dönemde insanlar "idealsiz' ve 'ütopyasız' duruma geldiler.
Oysa, ideali ve ütopyası olmayan ne bir insan ne de toplum mümkün değildir. Etrafındaki gençlere bak... Günün birkaç saatini cep telefonuyla konuşarak, birkaç saatini de cep telefonuyla oynayarak geçiriyorlar. Konuştukları şeyler de mâlum. Ayakkabı markaları, giysi markaları, futbol, şarkıcılar, mankenler, sahip olduklarını yarıştırma...
Öyle bir görgüsüzlük ki, anlatmak için kelime bulamazsın... Böyle bir gençlik olabilir mi? Bu durum beni sadece rahatsız etmiyor, ürpertiyor... Arkama baktığımda bir boşluk görüyorum... İnsanlık bunca hayati sorunla yüzyüzeyken, insanlık kritik bir kavşağa gelmişken, böylesi bir genç nesil nasıl olabilir? Bu durum bana bazen 'acaba bizzat insanlar da mı metalaştı' dedirtiyor... Bu vahim bir tablo ama bunun böyle gitmeyeceği, dalganın döneceği umudunu da henüz kaybetmiş değilim...
Doğrusu insanlığın önünü göremediği bir dönemden geçiyoruz. Toplumlarda bir idealsizlik, ütopyasızlık, sembolsüzlük durumu egemen. İnsanlık tarihinde bu tür dönemler de olabiliyor ama bunlar geçici dönemlerdir. Bu bir dibe vurma tablosu ama dalga mutlaka dönecektir. Eğer dalga vakitlice dönmezse zaten insanlığın bir geleceğinden söz etmek de artık mümkün olmayabilir. İstersen bu soruya vermek istediğim cevabı Shelley'nin şiirinden bir parçayla bitirelim. Zira şiir söylemek istediğimi çok iyi anlatıyor:
"Tükenmez gibi görünen acılara katlanmak;
Geceden, ölümden daha koyu yanlışları bağışlamak;
Meydan okumak güce, o karşı konmaz gibi duran;
Sevmek ve hayat vermek;
Ve umut etmeyi sürdürmek,
Umut yaratana kadar düşünü düş kırıklıklarından..."
(Prometheus Unbound)adlı şiirden...
Fikret Başkaya'nın kitapları:
"Paradigmanın İflası", "Yediyüz: Osmanlı Beyliği'nden 28 Şubat'a Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi", " Azgelişmişliğin Sürekliliği", "Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü", Resmi İdeoloji Bilim ve Sosyalizm". (HA/NM/NK)