Slyvia Plath, yukarıdaki Lazarus adlı şiirinde belirttiği gibi, her 10 yılda bir intiharı etmeyi denerdi. Ve nihayet bu denemelerin birisinde, eylemini tamamına erdirmeyi başardı.
Son sözü intiharla söylemiş olan sanatçıların yaşamları galiba daha ilgi çekici. Sylvia Plath, bu örneklerin belki de en önde gelenlerinden biri. Hakkında çok şey yazıldı ve konuşuldu, pek çok şey söylendi.
Mesele şuydu ki, o kendine bir kişilik modeli bulmadı hiç. "Ben şöyleyim, ben böyleyim" demedi, diyemedi. Onun doğasıyla uyuşmuyordu bu.
Eğer rüyalarının bir otoportresini yapabilseydi tam merkezinde; riske edilmiş bir yaşam, özgün hal, özgürlük ihtiyacı yer alırdı. Ama bu özgürlük ihtiyacı, kendini bedensel varoluştan kurtarma gereğine dayalıydı. Yaşadıklarını ve oluşturmuş olduğu yazım dilini kendine çevirdiği bir silaha dönüştürdü. Bütün gizini sihir dolu bir simya ile şiire dönüştürdü.
Plath, uzun bir süre kendisinin varolduğundan bile şüphe etti. Buna inanmak için şiir yazarak, intihar girişimlerinde bulunarak kendini kışkırtmaya çalıştı. Başka herkesin varolduğundan, dünyanın varolduğundan ama kendisinin gerçekte varolmadığından şüphe etti. Bu biyolojik anlamda olduğu kadar onun doğasındaki çekincelerle ilgili bir durumdu.
Doğasına karşı büyük ve geri alınamaz karşı çıkışlar gerçekleştirmeyi düşündü. Kendi dayanma gücüne hiç güveni yoktu. Tehlikenin üstüne üstüne gitti ama öyle körü körüne ki, hem önceden kendini koruyarak hem de tehlikeye gözlerini kapayarak. Örneğin intihar denemelerinden önce mutlaka telefonun yanına doktorun numarasını bırakırdı.
Plath, tüm çıkış yollarını kapatan ve varlığını kendisi için tehlike haline getiren gerçek anlamda bir uçurum şairiydi. Sırça Fanus (The Bell Jar) adlı eserinde, ters çevrilmiş bir kavanozun içinde nefes almaya çalışan kadınlar, kendi kaynağından akarak o kavanoza ulaştılar elbette.
Şiire, tutkuya, ölüme olan ilgisi, tükenmeye duyduğu o karşı konulmaz derecede yoğun arzusundan türediği için birçok nüansa sahipti. Buna rağmen, bu "varolmamak zorundalığı" önceden planlanmış bir şey değildi, daha farklıydı. Havasızlıktan boğulmak istemek ama aynı zamanda havaya gereksinim duymak gibi bir şeydi. Bu, başka herhangi bir seçeneğin yoksunluğundan doğan tek amaca yönelik bir güç veriyordu. Ama mesleğinin en baskın konusu olan şey ile (ölüm) temas etmek de kaçınılmaz oluyordu. Muhtemelen varolmayışının ana sorunu, özellikle kocası Ted Hughes ile olan ilişkisindeki irtifa kaybıydı.
Sylvia Plath ve Ted Hughes'un ilişkisindeki trajik ironi oldukça ilgi çekicidir. Çünkü birbirlerini bulmaları, daha sonra sevmeleri ve sorunlar yaşamalarıyla belirginleşen serüvenin sonunda anlarız ki bu iki insan bir birlerini yok etme güdüsüne sahiptir. Ama bir o kadar da birbirlerine aşık ve muhtaçtırlar.
Zaten kendi varoluşuyla ilgili derin problemler ve hesaplaşmalar yaşayan Plath, Hughes'un ona karşı olan bağlılığında yaşanan ödünler neticesinde iyice depresif bir ruh haline bürünmüştür. Plath'ın fanatikleri, ünlü şairin ölümünden dolayı Hughes'ı suçlamışlar ve onu lanetlemişlerdir.
Hughes, Sylvia Plath'ın intiharından bir süre önce, Assia Wevill ile birlikte olmaya başlamıştır. Ancak bu aşkın sonu da hazin olur. Hughes, Assia'yı da aldatır ve Assia, 4 yaşındaki kızıyla birlikte intihar eder. Bu ikinci intihar olayı, Yorkshire'lı aklı karışık ve havada şairin suçunu sabitler niteliktedir sanki.
Sylvia Plath canına kıyma fetişini gaz soluyarak nihayetlendirdiğinde sadece 30 yaşındaydı. Geriye; içinde onu bunaltan bütün kimliklerinden, toplumsal rollerinden, sıfat ve eğretilemelerden kurtulmaya çalışırken, kendilerince eğretilemelere dönüşen ve okuyucuyu da içine çeken karabasanlar ile dolu eserler bıraktı.
Robert Lowell'ın dediği gibi, bu şiirleri yazmak da okumak da içinde altı kurşun olan bir silahla rus ruleti oynamaktan farksız. İngiliz ve Amerikan şiirinin cadı tanrıçası Sylvia Plath işte böyle bir tutkunun intiharını gerçekleştirdi. Tüyler ürpertici, dehşet verici bir estetik.
Sylvia Plath, modern topluma tepki duyan dionizyak bir kadın şairdi. Mümkün olduğunca içindeki fırtınaları teşhir etti, bu içbükey tavır onun toplumdan biraz daha uzaklaşmasına yol açtı, onu yalnızlaştırdı.
İntiharı, tam anlamıyla bir tür noktaydı. İntihar etmeseydi bu kadar çok tanınmazdı, ama öte yandan da bu intihar haklılık iddiasında bulunan şiirlerini, hakikilik mertebesine yükseltti; itirazını isyana dönüştürdü.
Yazıya Plath'ın en etkileyici dizelerinin bulunduğu Lazarus şiiriyle başladık, yine bu şiirden bir alıntıyla bitirelim.
"Çekirdek yiyen kalabalık / İtişir içeri görmek için / Ellerimi ayaklarımı çözmelerini - Muhteşem bir striptiz. / Baylar, bayanlar / Bunlar ellerim benim, / Bunlar dizlerim...." (BB)
* kaynak: Zafer İlbars, www.beyazperde.com