Seçim öncesinde siyasal süreci etkilemek için atılan adımlar, son olarak başbakanlık sorunu etrafında dönen siyaset dışı tartışmalar beni ciddi bir biçimde kaygılandırıyor. Daha seçim öncesinden başlayarak siyaset dışı aktörlerin bu role soyunduğunu gözlemledik:
Sivil toplumu siyaset dışına iten toplumsal aktörler ortaya çıktı. Bunların başında gelen üniversiteler, uzmanlık kuruluşları, hatta yargı organları kendi kamu yararı kavramlarını temsil ederek adeta kamusal uzmanlık rollerini terk ettiler. Hem kamu kişiliği, hem sivil toplum üyesi şapkalarını üst üste giyerek siyasetin müzakere alanını daralttılar. Böylece siyasetçiler ile bu gruplar arasında bir değiş tokuş ortaya çıktı.
Siyaset dışı aktörler farklı kamu yararı kavramlarının temsil edilmesini sağlayacak bir rol oynamak yerine kendi kamu yararı kavramlarını temsil ederek siyasal süreçlerin şeffaflaşmasını engellediler ve siyasal rantı paylaştılar. Sonuçta bu paylaşım süreci bir siyasal krizle kendisini yeniden üretme imkanlarını kaybetti. Yönetimci siyaseti güçlendiren ve geniş kitleleri siyasetten dışlayan bu süreç, seçimlerle noktalandı. Şimdi kritik bir noktadayız.
Bu kritik aşamada belirleyici olan sorulardan birincisi değişmez bir biçimde karşımıza gelen 'kim daha iyi yönetir' sorusu. Parti içinden öyle bir siyasetçi, lider (başbakan) seçeceksiniz ki, bu kişi sizin ona emanet ettiğiniz direksiyonu eline alacak ve sizi ulaşacağınız noktaya kadar selametle götürecek. Bu arayış daha şimdiden seçmen iradesinin üzerinde bir güç olduğuna, siyasetin bir temsil faaliyeti olmadığına bizi şartlandırıyor. Unutmayalım ki bu seçimin kaybedenleri -ki bunlara bence sol partiler de dahil- bu sınıfta ve zihniyette yer alıyorlar. Bunların hepsi siyasetin bir temsil ve siyasal partiler aracılığıyla halka açılan bir müzakere faaliyeti olmadığını iddia ederek siyaset yapmaya çalıştılar ve kaybettiler.
Bu seçimin en önemli sonucu bu yönetimci siyaset tarzını öteden beri sergileyen partilerin kaybetmesi. Buna ilaveten bu seçimin aynı zamanda ana muhalefet partisi olarak çıkardığı partinin, CHP'nin de bu zihniyetin temsilcisi olduğu söylenebilir. (CHP kazanan tarafı değil, bence bu kaybeden tarafı da temsil ediyor.) CHP bir bakıma oy verilecek parti bulamayan seçmenlerin partisi. Buna karşılık AKP her yönetimci siyasal düzenlemeyi kendiliğinden bir siyasal temsil unsuruna dönüştüren bir parti oldu. AKP belki de bu nedenle söyledikleri ile değil, yönetimci sınıfta yer almadığı için temsil olanağı kazandı.
Şimdi halk seçimini yaptı. Sıra başkalarına geldi. Bu gruplar bundan böyle ya siyaseti açmak için kendi işlevlerine geri dönecekler, ya da geçmişte olduğu gibi kendi çıkarlarını koruyacak kabukların içine gizlenerek yeni krizlere doğru yol almamızı sağlayacaklar.
Türkiye'de muhalefet nerede?
Bunları söyledikten sonra belki de Türkiye'de olmayan muhalefete, kendisini 'sol' diye adlandıran siyaset seçkinlerine dönüp bakmak gerekiyor. Görebildiğim kadarıyla her seçim günü akşamı 'sol' diye adlandırılan partilerin sıçrama yapmasını bekleyenler hüsrana uğruyorlar. Hem de ne hüsran!
Her seçimden önce kendisine 'sol' diyen partiler iktidarcılık oynuyorlar. Sanki Türkiye'yi yönetecekmiş gibi programlar hazırlıyorlar, iktidara gelmişçesine hükümet icraatlarını simgeleyen hayali belgeler ortalığa saçıyorlar. Sonuçta her seçimde Türkiye'de kendisine 'sol' diye adlandıran partilerin bir sıçrama yapmasını umut edenler, hüsrana uğruyor. Paralar, emekler, hayaller boşa gidiyor. 'Sol' partiler tıpkı bir balon gibi patlıyor.
'Sol' partilerin oyları bindelik haneler içinde yer alıyor.
Her seçimde sol partilere oy veren kişilerin umutları duvara tosluyor. Yaşadıkları travmayla bir avuç sol partilere oy vermiş seçmen daha bir suskunlaşıyor. İçlerinde siyasetten soğuduğunu ifade edenler olduğu gibi, böyle bir travma yaşamak yerine, sol partilere oy vereceği halde vermeyen, tercihini 'düzenin aykırı çocuğu' olarak gördükleri partiyle ikame eden 'dersini almış' seçmenler var. Onlar gidişatı gördükleri için, siyasal tutumlarını ayarlıyorlar ve tepkilerini temsil edecek partiye oy veriyorlar. Böylece onlar vicdani sorumluluklarından kurtuluyorlar. Sonuç: Konuşmanın gerekli olduğu yerde susmak! Siyasetin yerini pragmatizm dolduruyor. (İtiraf edeyim: Ben seçim günü böyle bir pragmatizme kapılmamak için kendimle çok mücadele ettim ve sonunda oy veremedim.)
Siyaset konuşulmayan yerde ise siyasetten söz etmek mümkün değil.
Peki o zaman bu 'sol' partilerin her seçim öncesi iktidara gelecekmiş gibi afra tafra atmasının nedeni ne? Neden kalkıp sanki Türkiye'yi yönetecekmiş gibi yapıyorlar? Neden hükümet icraatları önerileri getiriyorlar? Neden kimsenin inanmadığı, ciddiye almadığı son dakika çalışmaları ile siyaset yapmaya çalışıyorlar? Neden her seçim günü akşamı tatlı rüyalarından uyanmadan önce bir avuç seçmeni niye aldatmaya çalışıyorlar?
Neden her seçimden önce yaptıkları yalnızca kendilerini tatmin etmekten öteye gitmiyor?
Seçim akşamı ellerindeki oyuncakları alınana kadar bize 'iktidar adayı' olarak sesleniyorlar?
Bu komedi her seçim akşamı bir trajediye dönüştüğünde acaba içlerinde hiç kimse utanmıyor mu? Neden sağ partiler dururken en çok sol partiler siyaseti bir 'yönetimcilik oyunu' olarak göstermeye çalışıyorlar? Seçim öncesi hiçbir konuda siyaset üretmeyip, seçim günü son dakikada iktidara gelmeyi umut etmek olsa olsa piyango bileti almaya benziyor. 'Sol' partiler siyaset yapmayı cahil kurnazlığı içinde tercih belirtmek olarak göstermeye çalışıyorlar. 'Sol' partiler hiçbir siyaset üretmeyip halkın tepkilerinin oya dönüşmesini bekliyorlar.
Akbabalar gibi çölde susuz kalmış insanları izliyorlar ve onların can verecekleri anda nedamet getirmesini bekliyorlar. Halkın siyaset üretmek yerine acısından, çaresizliğinden beslenmek isteyenlere ihtiyaç duyduğu nerede görülmüş? Kim birlikte çözüm üretmek için çaba göstermeyen, sorunları paylaşmaktan kaçan, nasıl siyaset ürettiğini açık olarak göstermeyen bir siyasal hareketi destekler? Kim halkı temsil ettiği iddia ederken kendi çevresini temsil eden kişilere inanır?
Sözlerine '1950'den sonra uygulanan rantçı politikalar' diye başlayan, bu sözlerle kendisine bir kitle tabanı yaratmaya çalışan bu 'sol' partiler gerçekte kendi kamu yararı kavramını dikte etmeye çalışan, siyaseti karanlıkta bırakan siyaset dışı aktörlerin ne kadar karşısında yer alıyorlar? Yoksa Türkiye'de olmayan muhalefeti gene solun da bütünleştiği yönetimci siyaset mi temsil edecek? (KG/EK)