Türkiye'de sadece Sabah, Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde var olan Medya Ombudsmanlığı / Okur Temsilcisi sayısı Sabah'ın okur temsilcisi Yavuz Baydar'ı işten çıkarmasıyla üçe düştü.
bianet'e konuşan Baydar işine son verilmesinin artık kuralsız bir medya istemenin sonucu olduğunu söylüyor. Türkiye medyasının artık “Patron medyası, devlete bağlı TRT ve partizan medya” olarak ayrıldığını ifade eden Baydar asıl ihtiyacın bağımsız bir referans medyası olduğunu söylüyor.
İki yazınız önce sansürlendi, ardından işten çıkarıldığınız. Size gerekçe olarak ne sunuldu?
Medya ile ilgili fikirlerimi başta New York Times olmak üzere farklı mecralarda ifade etmiş olmam.
Bu gerekçe neye dayanıyor? Sözleşmenizde buna dayanak oluşturacak bir madde var mıydı?
Yavuz Baydar Kimdir? |
1980 yılında gazeteciliğe başlayan Yavuz Baydar Show TV'nin Paris merkezi, BBC Wold Servis, Yeni Yüzyıl, Milliyet ve Sabahta’te çalıştı. CNNTürk, TRT, STV, T24 ve Açık Radyo’da program yaptı. 1999’da ikinci kez Milliyet’te çalışmaya başlayan Baydar burada Okur Temsilcisi köşesini yazdı. Milliyet’in sürmanşetten verdiği bir haberi köşesinde yalanlayınca işten çıkarıldı. Ardından Sabah’ta medya ombudsmanı olarak yazmaya devam eden Baydar’ın Gezi direnişinde gazetenin tutumu ile ilgili yazısı önce Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak tarafından köşe yazısında eleştirildi. Baydar’ın 24 Haziran tarihli yazısı ve çıkarıldığı zorunlu iznin ardından gönderdiği yazı da yayımlanmadı. İşten çıkarılan Baydar’a NYT’de yayımlanan “Türkiye’de Medya Patronları Demokrasinin Altını Oyuyorlar” yazısı gerekçe gösterildi. Baydar Dünya Ombudsmanlar Birliği (ONO) Genel Başkanlığı’nı da yürütmüştü. |
Hayır. Benimle Bağımsız Ombudsman sözleşmesi yapılmıştı. Zaten 2004’ten beri sayısız konferans, seminer, çalıştay, uluslararası toplantıya katılmış durumdayım, bu ilk defa ortaya çıkan bir şey değil.
UNESCO Ulusal İletişim Komitesi Üyesi sıfatıyla, Uluslararası Ombudsmanlar Örgütü Denetim Kurulu Üyesi ve yahut temsilcisi sıfatıyla bunlara katıldım, çeşitli gazeteci örgütlerinin çalışmalarına katıldım. Benim ne görüş ve analizler sunduğum belli, ki raporlara da yansımış durumda.
Bunların hepsi biliniyor, ancak işten çıkarılma gerekçemde böyle bir durum yeni ortaya çıkmış gibi sunulmuş. Bu gerekçe değil, bahane. Bunun hukuksal süreci devam ettireceğiz. Hukuksal olarak haklı bir pozisyonda olduğumu düşünüyoruz.
"Kuralsız oynamak isteyenler hakemi sahadan çıkardı"
Yazar, editör ya da muhabirlerini işten çıkarılması giderek daha çok yaşanır oldu da okur temsilcisinin/“Medya Ombudsmanının” yazılarının sansürlenmesi, “medya hakkında fikirlerini paylaşması” üzerinden bir işten çıkartma pek duyulan bir şey değil. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu bir futbol maçı gibi düşünelim. Tribünde seyirciler, iki futbol takımı, futbol kulübü başkanı ve bir de hakem var. “Burada işler yolunda gitmiyor”, “Biz kuralsız oyun oynamak istiyoruz” diye bir baskı oluşturuluyor. Bu baskı sonucunda seyircinin gözleri önünde hakeme ‘dışarı çık, terk et bu stadyumu’ diyorsunuz. Yani oyunu “iyice kuralsızlaştırarak” oynamak istiyoruz diyorsunuz.
Ombudsmanın temelde yaptığı şey aracılıktır, hakemliktir. Eğer haber ombudsmanıysa okurlardan gelen somut şikayetleri hangi cenahtan gelirse gelsin, sayıya da bakmadan değerlendirmektir.
Ancak benim başıma gelenin dünya medya öz denetim tarihinde gerçekleşmiş bir örneği yok. Ne bir ombudsman yazısı sırf ombudsmanın fikirlerini ve okur görüşlerini ifade ediyor diye sansürlenmiş, ne de bu fikirleri dile getiriyor diye işten çıkartılmış.
Böyle bir şey dünya medya tarihinde ilk defa yaşanmış durumda ve bir ilke daha imza atmış durumdayız. Hani derler ya, “bu da oldu Türkiye’de”.
Gezi direnişi sırasında medya ve yayın politikaları çok eleştirildi. HaberTürk, NTV, Takvim önünde protestolar oldu. Bu ombudsmanlık yapısı geliştirilseydi farklı olur muydu?
Sadece üç gazetenin kendilerini ifade ettikleri gazetelerle sınırlı olan üç ombudsmandan söz ediyoruz. Bunlar Milliyet, Hürriyet ve Sabah. Bu üç gazetenin ombudsmanı da Gezi direnişine değindiler. Benim 31 Mayıs’taki olaylardan sonra yazmış olduğum ilk yazı enine boyuna bu eleştirilerle ilgiliydi.
Ancak bu sınırlı bir faaliyet. Elden geldiğince gazeteleri doğru, dengeli, bol haberciliğe çağırıp olup bitenleri halkın Anayasa’da korunan haber alma hakkına saygı içerisinde vermelerini sağlamak. Yani gerçek gazeteciliğe davet etmek ve faaliyetini o alanda tutmasını sağlamak. Ombudsmanın bundan öte bir şey yapması mümkün değil ki zaten yaptırım güçleri de yok.
Sadece olan durumu, yapılan hataları ve bunlara ilişkin okuyucu görüşlerini gösterir ve konuyla ilgili kendi görüşlerini dile getirir. Gazetecilik denen mesleğin rolüne inanan yönetimler varsa onlar da bu durumu dikkate alabilirler, ya da tamamen göz ardı edebilirler. Ama burada agresif bir durum ortaya çıktı. Yani artık hakeme de tahammül yok. Görüşleri aktarmak için görevlendirilmiş olan kişi bırakın köşesinin sansürlenmesini, daha da agresif bir tavırla işten çıkartılıyor. Burada artık medyada uzlaşma, etik kaygıların çok ötesine geçilmiş durumda.
"Bağımsız bir medya olmadan, demokratikleşme olmaz"
Mesela Hollanda’da Medya Ombudsmanlığı diye bir kurum var. Türkiye’deyse sizin de bahsettiğiniz gibi sadece dört medya ombudsmanı vardı, ve sayıları üçe düştü. Buna göre medyanın iyileşmesi için bu kurum nasıl işlemeli?
Biz hiçbir şeyin olmadığı yerde genel bir medya ombudsmanı medyayı iyileştirir mi dersek ters taraftan başlamış oluruz. Burada esas meseleler medya bağımsızlığının, medyadaki mülkiyet yapılarının, mülkiyet paylarının, sendikal hakların, TRT yasasının düzenlenmesi gerekiyor. Bunlar için de öncelikle Anayasa’nın halledilmesi gerekiyor.
Holanda, İsveç gibi ülkelerde öncelikle ifade ve basın medya özgürlükleri anayasal güvence altına alınmıştır. Biz ise hala 12 Eylül Anayasası’yla yürütülen bir ülkeyiz. 12 Eylül Anayasası ifade özgürlüğü konusunda zaten güvence vermiyor.
Anayasa özgürlüklerin güvence altında olmadığı ortamda, basın ve ifade özgürlüğünü de düzenleyen Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu, TRT Yasası, Basın Yasası gibi belli başlı yasaların içinde ne kadar ciddi problemler olduğunu gerçek hayatta görüyoruz.
Bunların yanında sendikal haklar, patronların cevvallikleri sayesinde tamamen ortadan kaldırılmış durumda. Dolayısıyla kolektif hakların olmadığı, insanların tamamen duyarsızlaştırıldığı bir durumdan söz ediyoruz.
Ayrıca ben şuan ki durumumuzu merkez medya ve muhalif medya ayrımı olarak görmüyorum. Bu ayrım temelde doğru ama şu anda Türkiye’de bir patron medyası, devlet güdümünde TRT ve bir de partizan medya var.
Peki Türkiye medyasının ihtiyacı nedir?
Ben 14 yıldır Türkiye gibi, Güney Afrika gibi geçiş süreçleri yaşayan, demokratikleşme mücadelesi veren toplumlara mutlaka ve mutlaka özgürlükleri, hakları ve bağımsızlığı sağlanmış bir medyanın, bir referans medyasının sağlanması gerekli olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ayrıca BBC gibi, devletin değil kamunun hizmetinde bir kamu yayıncısının olması gerekiyor.
Ancak bunlar olursa, toplum, geçiş süreçlerini çok daha sağlıklı ve açık platformlarda, özgürce tartışabilir. Yoksa bizdeki gibi, gittikçe keskinleşen, gaddarlaşan bir kutuplaşma içerisinde, bir tarafta iktidarlar karşısında açgözlülük nedeniyle köleleştirilmiş patronların olanca hoyratlıklarıyla bu mesleğin sağa sola çarptığı medya, diğer yanda küçük ve tek tük, kendisini gazeteciden ziyade muhalif olarak gören bir partizan medya olursa, buradan demokratikleşme çıkmaz.
Nasıl ki İngiltere’de Guardian sol, Telegraph sağ medya olsa da ikisi de bir referans medya niteliğindeyse burada da benzer bir orta medyaya ihtiyacımız var.
Bu riyaları artık söndü. Çünkü bunu Avrupa Birliği reform süreci içerisinde Kopenhag kriterleri içerisinde ve tavsiye kararları doğrultusunda Türkiye hükümetinin ve parlamentosunun yapması gerekirdi. Ve yapmadılar, üzerine yattılar. İfade özgürlüklerini, kolektif haklarını, sendikal hakları, TRT yasasıyla TRT’nin kamu yayıncısı olmasını bir tarafa attılar. Denklem çok açık. Bu gidiş çok kötü bir gidiş ve hız kazandı. Bu gidiş medyayı yere serer. (EA)