15-16 Ekim 2011’de Ankara’da 800 delege ile toplanan ve kuruluşunu ilan eden Halkların Demokratik Kongresi (HDK), son dönemlerde iktidarın hedefi haline geldi.
Önce, 21 Kasım 2024'te tutuklanan ve 6 Şubat'ta tahliye edilen Hakların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Esenyurt İlçe Eş Başkanları Abdullah Arınan ve Rojda Yılmaz’ın dosyasında suçlama konusu oldu.
Ardından, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Fırat Epözdemir’in tutuklanmasına gerekçe yapıldı.
Geçen hafta İstanbul’daki dokuz belediyeye yapılan kent uzlaşısı operasyonunda yine HDK hedefteydi.
Son olarak dün, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın başlattığı HDK soruşturması kapsamında 10 ilde 52 kişi gözaltına alındı.
Peki, kuruluşunu 14 yıl önce ilan eden HDK, bugün neden hedef haline geldi, niçin soruşturma dosyalarına giriyor?
HDK 13. Dönem Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş ile HDK’ye yönelik gözaltı operasyonlarını, kurumun niçin hedef alındığını ve son dönemlerin en önemli gündem konusu İmralı görüşmelerini konuştuk.
Meral Danış Beştaş’ın bianet’in sorularına yanıtları şöyle:
"Barış çalışmalarımız rahatsızlık uyandırdı"
Son dönemlerde arka arkaya HDK'ye yönelik gözaltı operasyonları düzenleniyor. 2011'de kuruluşunu eden bir yapı neden şu an hedef oldu?
HDK, kuruluşunu çok görkemli bir şekilde ilan etmişti ve o günden bugüne de kesintisiz bir şekilde çalışmalarını, faaliyetlerini sürdürüyor. Toplumsal alandaki mücadelesini sürdüren bir platform aslında ve bileşenli bir yapı tabii ki. Birçok partiden, dernekten, vakıftan, federasyondan oluşan; yaşama dair her konuda çalışan aslında bir yapılanma diyebiliriz.
Yani kadın hakları, gençlik hakları, ekoloji, çevre meselesinden tutalım, toplumsal barışın tesisine ve inşasına kadar birçok konu başlığında çalışmalarını sürdürüyor. Tüm bu çalışmalarını da gayet aleni, açık, kamuoyuna duyuran bir şekilde yapıyor.
Bugün neden hedef alındı? Aslından buna dair çok şey söylenebilir ancak HDK’nin son dönem çalışmaları rahatsızlık uyandırmış olabilir. Biz, son birkaç aydır toplumsal barış üzerine çalışmalar yapıyoruz. Birçok kentte barış panelleri düzenledik, 8-9 Şubat’ta "Çözüm Barışta" başlığıyla uluslararası bir barış konferansı yaptık. "Barış İçin 1 Milyon İmza" kampanyası başlattık. Tabii akla şu soru geliyor: Barış çalışmalarına neden müdahale ediliyor? Kendi istedikleri çerçevede bir 'barış' olmasını istiyor olabilirler. Yani kimse karışmasın, toplum, dernekler, halklar, muhalefet olmasın, "Biz nasıl istersek öyle olsun" diyorlar sanırım.
Ancak bizim kafamız çok berrak, biz bu toprakların barışla buluşmasını savunuyoruz. Barışı kazanmak istiyoruz. Bu şansı kaybetmek istemiyoruz açıkçası. İmralı'da tekrar görüşmeler başladı ve bunun müzakereye evrilmesini, şiddet dışı ve savaş dışı yöntemlerle bu meselenin çözümü gerektiği konusunda netiz ve buna çok inanıyoruz.
Barışın muhatabı herkestir. Bu görüşmelerin de, toplumsal barışın tesisinin de herkesi ilgilendiren boyutu var, boyutları var. Yaşamımızı doğrudan etkiliyor ve bu yönde sadece iktidarın ve görüşenlerin değil, herkesin sahip çıkması gereken, görüşünü söylemesi gereken, dahil olması gereken bir süreç olarak görüyoruz.
Barış için çabalarken hedef alınmamızın bir diğer nedeni ise kendi içlerinde bu görüşmeleri istemeyen, muhalif olan, savaşın devamından yana olan, Kürt düşmanlığını büyütmeye çalışan, ırkçı yaklaşımları körükleyen bir yapılanma da olabilir. Bu hiç olmaz diyemeyiz. Çünkü geçmişte buna benzer, maalesef çok acı deneyimler oldu. Ve bunu sonra itiraf ettiler.
Neticede zamanlama çok manidar. Görüşmelerin başladığı, muhalefetin bu konuda çalıştığı, bir bütün olarak HDK'nin diğer kurumlarla, yapılarla kendi bileşeni olsun olmasın bir barış zemini oluşturmaya çalıştığı bir dönemde bu saldırıların olması oldukça çok manidar.
Ve bu saldırılar sadece HDK’ye yönelik değil; daha doğrusu hedef sadece biz değiliz. Hedef hepimiziz; hedef, bütün toplumsal muhalefet. Bir gün Ayşe Barım gözaltı alınıyor. Başka bir gün başka sanatçılar ifadeye çağırılıyor. Bir başka gün gazeteciler, belediye meclis üyeleri tutuklanıyor.
Belediye başkanları hakkında daha kürsüden inmeden soruşturmalar, davalar açılıyor. Yani böyle tam anlamıyla bütün tuşlara basılıyor aslında. “Bizden yana olmayan herkes hedeftir” diyorlar. Ben böyle yorumluyorum.
“İktidarın yanında durmayan herkes 'terörist'”
Başsavcılık, son gözaltılarla ilgili yaptığı açıklamada, “HDK’nin legal görünümlü bir cephe yapılanması ve TBMM'ye alternatif bir meclis olduğunu” öne sürüyor. HDK, TBMM'ye alternatif mi?
Biz kimseye alternatif değiliz, bu şekilde bir çalışma perspektifimiz de yok. Savcının bu açıklamayı tamamen operasyonları meşrulaştırmak amacıyla yaptığını düşünüyorum. Yoksa bunun böyle olmadığını bence savcı da gayet iyi biliyor. Biz çok bileşenli bir yapılanmayız, bünyemizde tek başına partiler veya tek başına dernek ya da vakıflar yok. Siyasi partilerde yer almayan ancak bu ülkede olan bitene dahil olmak isteyen, yaşama dair söz kurmak isteyen herkes bizim çatımız altında yer alabilir, alıyor da.
Tüm halklarla ortak mücadele yürütmeyi amaçlayan, yan yana duran bir platformuz. Biz Türkiye'de yaşayan bütün halkların, inançların, farklılıkların aynı değeri görmesini savunuruz. “Farklıyız ama eşit olmalıyız” diyoruz. Bu motto ile ilerliyoruz.
Yani savcının iddialarının ne gerçekle ne HDK’nin çalışmalarıyla ne de bizimle bir ilgisi var. Yani savcı, 'terör' retoriğiyle yaptığı operasyonu meşrulaştırmaya çalışıyor. Türkiye artık şu gerçeğin çok farkında; iktidardan yana olmayan herkes terörist olarak yaftalanır. Muhalefet etmek suç sayılıyor ama artık başka bir noktaya geldi. "Beni alkışlamıyorsanız da suçlusunuz" diyor. "Benim yaptığım bir işi alkışlamak zorundasınız. Takdir etmek zorundasınız" mesajını veriyor. Yani toplamda iktidarın yanında durmayan herkes terörist.
![](https://static.bianet.org/2025/02/meral.jpg)
“Barışı savunmak nasıl suç olabilir?”
Aynı zamanda bir hukukçu olduğunuz için de soruyorum. “Kongre” şeklinde bir örgütlenme Türkiye hukuk sistemine aykırı mı?
Tabii ki aykırı değil, dernek veya başka bir tanımlama da yapılabilirdi ancak 2011’de kurulurken “kongre” tanımlaması uygun görülüyor. Hakların Demokratik Platformu da denilebilirdi, kongre denilmiş, bir fark yok. Yasal olarak bir aykırılığı da yok. Ayrıca kongre yapılanması uluslararası zeminde de karşılığı olan ve kesinlikle meşru olan bir zemin.
HDK veya başka bir isim, esas olan suç fiilinin olup olmadığıdır. Şu an gözaltında olan arkadaşlarımız ne ile suçlanıyorlar? HDK’de yer almak; kadın haklarını, doğayı, yaşamı, insan haklarını, barışı, birlikte yaşamı savunmak nasıl suç olabilir? Nasıl bir suç fiili doğurabilir? Hukuk sistemi; bir kurumun adı ile değil suç işleyip işlemediğiyle ilgilenir. Burada da eylem fiil devreye girer. Mesela düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırı, açık ve yakın tehlikedir. Bir kişiye "şurayı bombalayın" diyemezsiniz, bu suçtur. Ama daha iyi bir yaşamı savunmayı ve buna dair düşüncelerini ifade etmeyi suç olarak nitelendiremezsiniz.
Tüm bunlar ancak taraflı, bağımlı ve araçsallaştırılmış bir yargı, suçmuş gibi gösterilebilir. Ve zaten yargı şu an muhalefeti susturmak ve etkisizleştirmek için silah olarak kullanılıyor.
“İnsanların oy verme iradesi cezalandırılıyor”
Geçen hafta kent uzlaşısı kapsamında yapılan operasyonda savcılık, gözaltına alınanlarla ilgili ilginç bir ifade kullandı. “Kent uzlaşısı formülü ile Kürtlerin belediyelere yerleştirildiğini” belirtiyor. "DEM Parti" demiyor, "Kürtler" olarak ifade ediliyor. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Başsavcılığın ifadeleri Anayasa'ya temelden aykırı çünkü kâğıt üstünde de olsa bu ülkede yaşayan herkes Anayasa ve kanunlar önünde eşittir.
Kürtler hak ve özgürlüklerine elbette kavuşmadı. Kürtlerin anadilinde eğitim hakkı tanınmıyor. Bir kere Kürt olarak tanınmıyorlar. Hatta birlerine göre Kürt meselesi yok zaten. Herkes eşit, herkes özgür. Tüm bunları bir tarafa bırakarak söylüyorum. Savcı, "Kürtler seçimde iktidar dışında başka bir güçle uzlaşamaz” diyor. “Kürt olarak İstanbul'da, İzmir'de, Antalya'da yaşıyorsanız birileriyle uzlaşıp bir adaya oy veremezsiniz” diye buyuruyor. Birincisi, bu oy verme hakkını etkilemektir.
İkincisi, “Siz seçilemesiniz, belediye meclis üyesi, belediye başkanı ya da yardımcısı olamazsınız" diyor. Çünkü Kürtsünüz. Yani, seçme hakkı, seçilme hakkı, kanun ve Anayasa önündeki eşitlik hakkı doğrudan lağvediliyor. Ve bu anayasal düzeni kaldırmaya teşebbüstür. Çünkü anayasal düzen bunu böyle tarif ediyor.
Serbest seçim hakkını ortadan kaldırıyor. İnsanların oy verme iradesini cezalandırıyor. Ya da oy alma iradesini cezalandırıyor. Gerçekten tutulacak hiçbir yanı yok. Bu ifadeler aynı zamanda ırkçı bir söylem ve ırkçılık dünyanın her yerinde suçtur. İnsanlar arasında -en azından yasal zeminde- ayrım yapamazsınız ama bunu yapan bir savcı. Yani hukuku koruması gereken bir savcı.
“Kürtler bu ülkenin yurttaşı ve misafir değiller”
Savcı ayrıca, kent uzlaşısının DEM Parti üstü bir örgütlenme sistemi olduğunu, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve HDK'nin formülü olduğunu ifade ediyor. Buna dair değerlendirmeniz ne olacak? Kent uzlaşısında dahliniz var mı?
Ben aynı zamanda DEM Parti Erzurum Milletvekiliyim. Geçen dönem Merkez Yürütme Kurulu’nda yer aldım. Grup Başkanvekilliği görevini yürüttüm.
DEM Parti’de yer alan biri olarak da söylüyorum. HDK’nin kent uzlaşıyla bir ilgisi olmadığı gibi yaptığı bir çalışma da olmadı. Kent uzlaşı seçime giren partiler arasında yapıldı. Kapalı kapılar ardından da değil, kamuoyuna açık şekilde yapıldı. Savcı, basını da mı takip etmiyor? DEM Parti Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, CHP ile kent uzlaşısı yapacaklarını basın önünde açıkladılar zaten. Ayrıca bir önceki soruda da yanıtlamıştım, bu suç sayılamaz. Seçimde ittifak veya ortak hareket eden tek parti de DEM değil. DEM Parti seçim anlaşması yapınca mı suç oluyor? Kent uzlaşısının ne olduğunu herkes biliyor bir tek bilmeyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcıymış.
Kürtler de herkes gibi istediği adaya oy verir, Kürtler de isterse aday olur, aday çıkarır, istemedikleri adaya da vermez. Savcıya bunu hatırlatıyoruz. Kürtler bu ülkenin yurttaşı ve misafir değiller.
DEM Parti'nin dışında tutulmasının PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerle ilişkisi var mıdır? Yani bir kasıt var mıdır yoksa nasıl yorumluyorsunuz bunu?
Kasıtlı olduğuna dair bir yorumum yok. Çünkü DEM Parti’ye yönelik de çok ağır ithamlar var. DEM Parti belediyelerine de kayyım atanıyor. Belediye başkanları gözaltına alınıyor cezalar veriliyor.
Ben daha çok savcının HDK’ye yönelik bir algı oluşturmaya çalıştığını düşünüyorum. Çünkü elinde hiçbir veri yok. Elinde hiçbir suç fiili yok. Ancak zorlama yorumlarla HDK’yi, KCK’ye, kendince bir yerlere bağlamaya çalışıyor. Biz hiçbir yere bağlı değiliz. Biz buradayız, hepimiz açık çalışıyoruz. Bu gayet görülebilir bir şey.
*DEM Parti İmralı Heyetinin, PKK lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerle devam edeceğim. Sizinde ifade ettiğiniz gibi bir taraftan kayyım atamaları devam ediyor, diğer taraftan gözaltılar ama aynı zamanda görüşmeler sürüyor. Tam olarak ne oluyor?
Ortada bir tezat olduğu kesin. Yani bir yandan görüşmeler, bir yandan halk iradesine saldırı, kayımlar…Bugün de HDP'ye yönelik saldırı… Tabi ilk akla gelen “iktidar muhalefeti güçsüzleştirmeyi mi?” sorusu oluyor. Yani süreç müzakereye dönüşecekse zayıflatmaya mı çalışıyorlar? Bu soruların hepsini biz de tartışıyoruz. Fakat arka plandaki amaç ve düşünce her neyse bu yol doğru değil. Şayet zayıflatarak bir süreç yürütme amacı güdülüyorsa bu bizi barışa götürmez. Bu bizi tekrar kaosa götürüyor.
Kendi tabanlarından gelecek tepkiden de kaygı duyuyor olabilirler. Ama biz tam da bunu yapıyoruz, toplumla buluşarak barışın hepimiz için, tüm toplum için bir ihtiyaç olduğunu anlatıyoruz. Kürdüyle Türküyle, Lazıyla Çerkeziyle hepimiz bu gemideyiz. Copu vuruyorsan gülü veremezsin. Bu kadar yalın aslında.
Son olarak; Türkiye'de Kürt meselesinin çözümünün kesinlikle diyalog ve müzakereden geçtiğini tekrar tekrar ifade etmek istiyorum. Altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Bu görüşmelerin başlamasını olumlu karşılıyoruz. Sayın Öcalan'ın bu konudaki rolü, muhataplığı, iradesi ve barış konusunda on yıllardır sürdürdüğü çabanın önemli olduğunu söylemek isterim.
Ve bu artık sadece bizim söylediğimiz değil, iktidarın da kabul ettiği, toplumun da bildiği ve kabul ettiği bir realite, hem içeride hem uluslararası anlamda. Ama evet, bir yandan görüşmeler devam ederken diğer taraftan 2016'da başlayan darbe süreci hâlâ devam ediyor.
Ancak biz tüm bunlara rağmen bu görüşmelerin yapılmasını ve devam etmesi gerektiğini savunuyoruz. Şu an olan diyalog sürecinin müzakereye evrilmesini savunuyoruz. Ve HDK olarak da tam da buradan hareket ediyoruz. Barışın toplumsallaşması için çaba sarf ediyoruz, tek iş olarak barışı inşa etme çalışmaları yapıyoruz. Yani halkla buluşuyoruz, barış ihtiyacını anlatmaya çalışıyoruz. Halkın sorularını yanıtlamaya çalışıyoruz. Bu müdahaleler aynı zamanda bu çalışmalarımızı da engelleme iradesi olarak okunmalı.
*Kamuoyunda oldukça tartışılan bir başka noktaya değineceğim. Hemen herkes iktidarın cebinde bir yol haritası olmadığına dair yazıyor, konuşuyor, tartışıyor. Parti olarak bu konudaki izleminiz nedir, iktidarın bir yol haritası var mıdır ya da nedir?
Bir yol haritaları varsa dahi bunu henüz açık etmediler. Ortada bir süreç yok henüz bir diyalog var. Az önce de dediğim gibi biz bunun müzakereye evrilmesini savunuyoruz.
Fakat özellikle Cumhurbaşkanı ve AKP sözcüleri bu konuda ısrarla ve özenle cümle kurmak istemiyorlar. Ve bence de açıklamaları gerekiyor. Katılıyorum. Yani ne düşünüyorlar? Bu kadar eleştiri var, bu kadar soru var, zihinlerde bulanıklık var. Artık bir şey söylemeleri gerekiyor. Ancak tatmin edici bir açıklama henüz duymadık. Sadece ‘terörsüz Türkiye’ söylemini duyuyoruz, bunun ötesine geçen açıklamaları yok.
Açık yüreklilikle söylüyorum; ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını henüz bilmiyoruz. Revize mi ediyorlar? İmralı'dan yapılacak çağrıyı mı bekliyorlar, bunu biz de tartışıyoruz. Ama bir an önce bu şeffaflıkta mutlak surette açıklama yapmaları gerekiyor.
![](https://static.bianet.org/2025/02/danis-2.jpg)
*Barış çalışmaları yaptığınızı ifade ettiniz. Birçok kentte paneller düzenlediniz, 8-9 Şubat’ta barış konferansı yaptınız ve Barış İçin 1 Milyon İmza kampanyanız var. İmza kampanyanızdan başlamak istiyorum, ne durumda?
Barışla ilgili çalışmalarımız tempolu bir şekilde devam ediyor. İmza kampanyamız için illerde bileşenlerimizle çalışıyoruz, önümüzdeki günlerde imzaya dair çalışmalarımızı çok daha güçlü yürüteceğiz.
Yine illerde yaptığımız barış buluşmaları hakikaten çok canlı geçiyor, hem sorulara yanıt veriyoruz, hem de fikir paylaşıyoruz, birlikte değerlendirmeler yapıyoruz. Barış konferansımızda yine aynı şekilde oldukça verimli geçti. Ama biz burada durmayacağız, tüm saldırılara rağmen devam edeceğiz. Barış İçin 1 milyon imza kampanyamıza dair çağrımızı sizin aracılığınızla da yapalım. Tüm bu saldırılara en güçlü yanıtı çalışmalarımıza devam ettirerek ve imza kampanyamızı güçlendirerek vereceğiz.
*Peki, tüm bu panellerde, buluşmalarda nasıl karşılık buluyorsunuz? Neler söyleniyor, ne gibi sorular yönetiliyor?
Samimiyetle söylüyorum çok büyük bir ilgi var. Gerçekten insanlar ne olduğunu merak ediyorlar. Bu nedenle katılımlar oldukça güçlü geçiyor. İlginin yüksek olması çok umut verici ancak bir kaygı var. Bunu samimiyetle söylüyorum.
İktidara güvensizlik üzerine bir kaygı var. Yıllardır devam eden baskı, ekonomik buhranın etkilerinin bütün topluma yansıması, çatışma dilinin, savaş dilinin ötekileştirmenin hâlâ devam ediyor olması bir kaygı yaratıyor.
Fakat kaygı ile beraber bir umut da var. Panellerimize katılanlar ihtiyatlı, kaygılı ama ihtiyat barındırıyor ama umudu da koruyor. Sorularda tüm bu saydıklarımın hepsini görüyoruz.
Mesela en çok karşılaştığımız soru, ‘İktidara güveniyor musunuz?’ En son Dersim’deydim nu soru orada da geldi. ‘Biz kendimize güveniyoruz’ dedim. Barış kendiliğinden gelen bir şey değil, barışı kazanmak lazım. Barışa bir şans vermek lazım. Ama güven duymak istiyorlar.
Bu konuda diğer bir gözlemim İmralı'ya güveniyorlar. Yani Sayın Öcalan'a gerçekten güveniyorlar. Onun 93’ten bu yana ortaya koyduğu çözüm pratiğini bilenler özellşkle bunu ifade ediyorlar.
Kürt olmayan daha çok Türk halkından gelen sorular ise farklı. ‘Anlaştınız mı, anlaşacak mısınız? Uzlaştınız mı? İttifak mı yaptınız?’ gibi sorular geliyor. Buna da yanıtımız çok net. Bu bir ittifak, işbirliğinden ziyade bir çözüm iradesi. Kürt meselesi bütün seçimlerin, adaylıkların üstünde bir mesele. Siyaset dışı bir mesele aslında. Yani Kürtlerin hak ve özgürlük talebi, demokratikleşme talebi siyasete malzeme edilmemeli. Sürekli tartışmalarda bu temelde gidiyor. Bu da çok rahatsız edici bir şey. Biz de bu sorularla muhatap oluyoruz.
*Son sorum sizin şahsınızda, HDP Eş Sözcüsüsünüz ama aynı zamanda TBMM’de yer alan bir milletvekilisiniz. Sözcülüğünü yaptığınız kurum illegal olmakla itham ediliyor ve siz Meclis’tesiniz. Ne düşünüyorsunuz?
Aslında bu bir çelişki değil, şöyle ki HDK illegal değil. İllegalize etme çabaları, gözaltılar bizim illegal bir yapı olduğumuz anlamına gelmiyor. Meşruyuz, gözaltına alınan hiçbir arkadaşımızın hiçbiri de suçlu değil. HDP biziz. HDP hepimiziz. Evet ben Meclis’teyim. Meral Danış Beştaş olarak 10 yıldır parlamentoda herkesin gözünün önünde konuşuyorum. Ali Kenanoğlu eş sözcümüz de geçen dönem milletvekiliydi. Bizden illegal bir şey üretemezler. Suç örgütü çıkaramazlar. Vazgeçin diyorum. Boşuna zaman kaybediyorsunuz.
(RT)