Oktay Çetinkaya, 1976’da Adana’da dünyaya geldiğinden beri, kaportacısından çöpçüsüne sokak insanlarının yaşamının bir parçası oluveriyor.
2004’ten beri de Taksim, Çukurlu Çeşme Sokak’taki Lamelif Sahaf’ta sakat kedisi Sharlott ile kitapçılık yapıyor. Çetinkaya’nın kapısının önünde mahalleye yolu düşen bütün hayvanlar için de bir kap maması ve suyu var.
Adana’dan İstanbul’a kağıtçılıkla başlayan ve sahaflıkla devam eden hikayesinde, belki bir kitapla hayatı değişmiyor ancak kitaplarla hayattaki duruşu değişiyor.
Çetinkaya, aynı zamanda Enis Rıza Sakızlı’nın “Çöpte Dostoyevski Buldum” belgeselinden izlediğimiz hikayesiyle hayatına ortak ve aşina olduğumuz bir isim.
“Çocuk olsan da sınıfını anlıyorsun”
Dört çocuklu, aslen Diyarbakırlı bir ailenin en küçük çocuğu Çetinkaya. Ortaokul birinci sınıfa kadar okuduktan sonra bıraktığı okula bir daha dönmemiş. Birinci sınıftan sonra hiç sevemediği okuldan onu ayrı düşüren; sürekli tartışan bir aile, çalışmak zorunda kalması ve çevresiyle olan sınıfsal farklılığı…
"Fakirdik işte. Yağmur yağdı mı, evi su basıyordu. Çinkodan iki oda bir evde oturuyorduk. Tuvalet dışarıdaydı. Her taraf köpek doluydu, gece tuvalete gitmeye korkuyorduk. Babam eve gelmiyordu. Alkolik sayılırdı, kumar oynuyordu. Bizle çok ilgilenmezdi, eve geldiğinde sürekli annemi döverdi.”
Konuşurken halinde, tavrında burukluk yok Çetinkaya’nın. Babasını, baba olduğu için değil insan olduğu ve hata da insana mahsus olduğu için affettiğini söylüyor.
“Oğlum niye çöp karıştırıyorsun”
Hurdacılıkla başladığı çalışma hayatına pazarda su, sokaklarda simit satarak devam etmiş Çetinkaya. Ortaokul birinci sınıfta 10 dersten sekizi de zayıf gelince 11 ay çalışacağı kaportacıda başlamış işe. Ancak Çetinkaya özgür ruhlu; ustayla, çırakla günde on dört saat çalışmaya dayanamıyor.
“Ne dışarıda gidip oynayabiliyorsun, ne çocukluğunu yaşayabiliyorsun… Ömrümüz çalışmakla geçiyordu. Ancak yoldan gelip geçene bakıp, hayal kuruyorduk.”
Kağıtçıları hep görüyormuş Adana’da. “Mesleği beğenmeseniz de kendi işinizin patronusunuz kağıtçılıkta” diyor. Onlara özeniyor ve 6 yıl boyunca bu işi sürdürüyor.
"İlk gençlik çağı hayal kuruyoruz, onu yapalım bunu yapalım diye. Mesleğimiz yok bizim gelecek kaygımız var. Annem diyor ki 'Oğlum niye çöp karıştırıyorsun?' Bir yandan da üzülüyordum hani, istiyordum ki annem mutlu olsun.”
“Baktım Pınar Selek geldi”
Çetinkaya 17 yaşındayken İstanbul’a geliyor bir arkadaşıyla. Bir yandan kağıtçılığa devam ediyor bir yandan da heyecan ve merakla Beyoğlu’nu gözlemliyor. Eylemleri, 1 Mayıs kutlamalarını görüyor. Sokak çocuklarıyla, onlara yardımcı olan insanlarla ve Pınar Selek’le böylece tanışıyor.
“Sonra bir gün Galatasaray Meydanı'nda otururken baktım Pınar Selek geldi. Pınar meraklıydı, heyecanlıydı, dipten gelen dalgayı seviyordu. Her akşam uğramaya başladı oraya. Arkadaşlarıyla Tarlabaşı'nda atölye gibi bir yer kurup çocuklara ders vermeye başladılar.”
Çetinkaya da çocuklarla beraber atölyeye gidip geliyor, bir yandan da hayatının ilk örgütlenme deneyimini yaşıyor. Ancak sandık müşahidi de olduğu 1999 seçimlerinden sonra kendini ait hissedemediği bu yerden de ayrılıyor.
“Benim için tutku olan kağıtçılıktı, kitap değil”
Atölye de kapanınca işine geri dönen Çetinkaya, Kuşadası, Muğla, Dalyan’ın çöp döküm sahalarında çalışmaya devam ediyor. İstanbul’a döndüğünde ticari kaygılarla kitapçılık işine başlayan Çetinkaya’ya bu iş aracılığıyla tanıdığı insanlar sürekli “Kitap oku” diyormuş.
Bir gün, çocukluğundan beri ismini duyduğu Don Kişot eline geçmiş Çetinkaya’nın. Ancak kitabı tezgaha gelen müşteriye satınca Beyoğlu’nda kitapçıya gidip yenisini alıyor. İlk kez bir kitabı bitirdiğini söyleyen Çetinkaya’nın okuma serüveni Jack London, Dostoyevski’yle devam ediyor.
“Benim için hayatta tutku olan şey, bir kaçış alanı olarak kağıtçılıktı. Bir de insan kendini özgür ve güçlü hissediyordu. Zaten kağıtçısın, malı mülkü olup kendini toplumdan soyutlamış insanlar düşünsün başına ne geleceğini, benim için kaybedecek bir şey yoktu.
"Kitaplara çok merakım yoktu. İki tür insana hep gıpta ettim ben. Birincisi hayatta mesleğini çok iyi yapan marangozlar, demirciler, ustalar vardır. Haddini aşacak hayaller kurmaz, olmayacak duaya amin demez, başka bir yere zıplamaya çalışmaz. Gündelik hayatta birçok insanın küçümsediği sıradan ama işini iyi yapan insanlar... İkincisi tutkuyla okuyup bilim peşinde, ilim peşinde koşan insanlar.”
“Sokakta umudunu yitirmeyen insanlar var”
İşi hep sokakta olan Çetinkaya, Beyoğlu başta olmak üzere Adana’dan, Muğla’dan hikayelerine ortak olduğu çok fazla sokak insanıyla arkadaşlık etmiş. Toplumun “deli”, “kirli”, “kötü” dediği hiçbir insana sırtını dönmüyor. Ona göre, kendini bilen haddini, haddini bilen mutlu olmayı bilir ve bilen her insan sevilmeye değerdir.
"Yaşlılarla sohbet etmeyi çok severdim eskiden beri. Seyyar satıcılar, simitçiler, kağıt toplayıcılar, hamallar… Enteresan biri bir şey soruyor mesela, yüz çevirmiyorum. Selamlaşıp konuşmaya başladığında ilişki de gelişiyor.
"Sokakta türlü cefayı çekip yüzü gülen ve hiçbir şeyden şikayet etmeyen, umudunu yitirmemiş insanlar var. Bu insanları çok takdir ediyorum, çok da seviyorum. Bir suça bulaşmamışsa, insanlara herhangi bir şiddet uygulamıyorsa yeter işte. Zaten dünya bunların yüzü suyu hürmetine dönüyor biliyor musun?” (TP/ÇT)