* Fotoğraf: Pixabay.
İstanbul'da ve Türkiye'de hava kirliliği sınır değerleri aşmaya devam ediyor.
Partikül büyüklüğü ve özelliklerine göre akciğer ve üst solunum yollarına ulaşabilen, kaba partikül olarak bilinen ve havada asılı kalan partikül maddeler PM10 olarak adlandırılıyor.
Emisyon ölçümleri kapsamında laboratuvarlar tarafından yapılan partikül madde (PM) ölçümlerine önem verilse de PM10 ve PM2.5 salınımı için sınır değerler, çoğu zaman göz ardı ediliyor.
Hava kirletici maddelerden en büyük sağlık tehdidi oluşturan PM10 için Türkiye'deki mevcut değer Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) 2021 yılı öncesi için belirlediği değerin bile iki katıyken, PM2.5 için ise tam bir ölçüm bulunmuyor.
Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Uzmanı Doç. Dr. Haluk Çalışır, Türkiye'deki hava kirliliği verilerini bianet'e değerlendirerek "Ocak 2023'ün ilk haftası itibari ile ülke çapında gözlemlenen sıcaklık terselmesi olayının da etkisi ile özellikle İstanbul'da Esenyurt, Kağıthane, Göztepe ve Mecidiyeköy gibi yerleşim yerlerinde oldukça yüksek kirlilik ölçümleri gözlendi," dedi.
Doç. Dr. Haluk Çalışır, hava kirliliğinin neden olduğu sağlık sorunlarını ve geçmeyen öksürük şikâyetlerinin nedenlerini anlattı.
Son yıllarda yayımlanan hava kalitesi çizelgelerine göre partikül madde kirliliğindeki (PM10) artışa dair, özellikle İstanbul özelinde paylaşılan verilere dair ne söylemek istersiniz?
Hava kirliliği, en önemli sağlık risklerinden birisini oluşturuyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, dünya nüfusunun yüzde 99'u kirli hava soluyor. Her yıl 4.2 milyon kişi dış ortam, 2.5 milyon kişi de iç ortamlarda kirli hava soluduğumuz için ölüyor. Bu ölümlerin en büyük kısmı ise (yüzde 89'u) düşük ve orta gelirli ülkelerde gerçekleşiyor. Ülkemizde Kayıhan Pala, Nilüfer Aykaç ve Yeşim Yasin tarafından yapılan bir çalışmada 2018 yılı hava kirliliği verileri ile yapılan bir hesaplama ile 44 bin 617 kişinin hava kirliliği nedeniyle gelişen hastalıklar nedeniyle öldükleri hesaplandı.
Hava kirliliği algımız da yıllara göre değişti elbette. Eskiden yoğun olarak kömür yakılmasına bağlı ortaya çıkan kirleticilerden birisi olan SO2'nin (kükürtdioksit) çok belirgin kokusu nedeniyle kolayca fark edilebilmekte iken, son yıllarda kömür yerine, bir fosil yakıt olan doğal gaz kullanılması nedeniyle en azından koku ile anlaşılmıyor. Ancak gerek ısınmada kullanılan doğal gaz, kömür, odun vb. yakıtların yanması, gerekse de trafikte araçların eksozundan ortaya çıkan partikül madde (PM10 ve PM2.5) kokusu olmayan ancak sağlık için oldukça önemli riskleri oluşturan kirleticiler yayılıyor. Bu kirleticileri ise ancak özel ölçüm cihazları ile ölçmek mümkün.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı.
Hava kirliliğinin insanların ve tüm canlıların yaşamına olumsuz etkilerine dair ne söylemek istersiniz? Bu kirliliğin göğüs hastalıklarına yakalanmadaki etkisi nedir?
Hava kirliliğine maruziyet, anne karnında başlıyor ve doğum sonrası, akciğer başta olmak üzere organların gelişimini bozabiliyor. Akciğer sağlığını uzun vadede bozmakta, sık sık solunum sistemi yakınmaları nedeniyle acil servislere ve hekim başvurularına neden oluyor. Az evvel değindiğimiz, PM10 diye tanımlanan kirleticiler solunum havası ile vücuda giriyor; ancak boyutu nedeniyle akciğerlerin derinlerine ulaşamıyor. Bu boyutlardaki parçacıklar daha çok üst solunum yollarında tutuluyor ve daha çok solunumsal şikayetlere neden oluyorlar.
PM2.5
PM2.5 olarak adlandırdıklarımız ise akciğerlerin en küçük birimlerine kadar ulaşabiliyor. Maruziyetin şiddetine göre akciğerde "alveol" olarak adlandırılan hava keseciklerinde yangısal reaksiyona yol açarak hem akciğerlerde hem de bu sırada ortaya çıkan biyolojik olarak zararlı bazı kimyasalların akciğerlerden dolaşıma geçerek vücudun tüm organlarında yangısal reaksiyonlar başlatabiliyorlar.
PM2.5 ayrıca boyutu nedeniyle akciğerlerdeki keseciklerden, damarlara ve kan dolaşımına da geçebiliyor. Dolaşıma karışan PM2.5 kalp ve beyinde hayati merkezleri besleyen damarların çeperlerinde hasar oluşturarak kalp krizi ve inmelere neden olarak ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. PM2.5 ayrıca DSÖ tarafından kanser yaptığı kesin olarak bilinen maddeler listesinde yer alıyor ve akciğer ve mesane kanseri gelişmesine de neden oluyor.
2020 yılında İngiltere'de dokuz yaşındaki bir çocuğun ölüm nedeninin hava kirliliği olduğu tespit verildi, yakın zamanda ise İran ve Hindistan'da hava kirliliğinden dolayı okullar tatil edildi. Yakın gelecekte Türkiye'de benzer örneklere rastlamak mümkün mü sizce?
İran, Tahran ve Hindistan ileri düzeyde hava kirliliği sorunları olan yerler. Ülkemizde bu düzeylerde olmasa da ciddi kirlilik nadiren meteorolojik koşullar ile birleştiğinde görülebiliyor. Örneğin Iğdır'da, özellikle kış aylarında yaşanan enversiyon (sıcaklık terselmesi) denilen meteorolojik olaylar nedeniyle ciddi kirlilik düzeyleri gözlemleniyor.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı.
Edirne ve İstanbul
Benzer bir şekilde Edirne Keşan'da da zaman zaman ileri derecede kirlilik ölçülüyor. Bunların dışında özellikle büyük kentlerimizde trafik, ısınma, kentsel dönüşüm, sanayii ve benzer kaynaklı kirleticiler varlığına baktığımızda, Ocak 2023'ün ilk haftası itibari ile ülke çapında gözlemlenen sıcaklık terselmesi olayının da etkisi ile özellikle İstanbul'da Esenyurt, Kağıthane, Mecidiyeköy ve Göztepe gibi yerleşim yerlerinde oldukça yüksek kirlilik ölçümleri gözlendi.
Özellikle kömürlü termik santrallerin etkin olarak faaliyette olduğu bölgeleri düşündüğümüzde, bu santrallerin kurulduğu yerlerde yaşayan insanların sağlık durumu ve santrallerin tüm canlı yaşamına etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kömürlü termik santraller maalesef ülkemizde yaygın olarak inşa ediliyor. Kömürlü termik santraller, santralin inşa sürecinden başlayan, kömürün nakledilmesi, yakılması ve atıklarının birikmesi sırasında hem insan sağlığına, hem de diğer canlıların sağlığına zararlı etkiler yaratıyor.
Bu tür büyük endüstriyel yapılar yapılmadan önce kamoouyu tarafından ÇED olarak bilinen "çevre etki değerlendirme" süreçleri sırasında maalesef sağlık ile ilgili bir risk değerlendirilmesi yapılmıyor. Bunun için, ÇED süreci dışında SED diye tanımlanan "Sağlık Etki Değerlendirmesi"nin ayrıca mutlaka yapılması gerekiyor. Henüz yasal zorunluluğu olmayan SED zorunlu hale getirilmelidir.
Ölçümler ve sonuçları
Genel olarak ise termik santral bacaları için filtrasyon sistemi ile birlikte inşa ediliyor ve özellikle SO2 kirliliğini önlemek için özel yakma teknolojisi kullanılıyor. Partikül Madde filtrasyonu için de elektrostatik filtreler kullanılıyor. Yüksek enerji kullanımı gerektiren bu filtrelerin tüm partikül maddeleri filtre edemediği ve yine de bacalardan çevreye partikül madde yayıldığı biliniyor. Ayrıca işletmelerin belirli saatlerde yüksek elektrik kullanımı gerektiren filtreleri kapattığı ve kirliliğin çevreye yayıldığı iddia ediliyor. Bu baca gazlarından yapılması gereken sürekli ölçümler ve sonuçları Çevre Bakanlığı tarafından izleniyor fakat maalesef kamu ile paylaşılmıyor.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı.
Yeraltı sularının kuruması
Termik santraller, kuruldukları bölgelerdeki tarım ve sosyolojik dokuları da değiştirdi. Yetiştirilen ürünlerin kalitesi, verimliliği düşmekte bu nedenle de yerel halkın sosyal yaşamı olumsuz etkilendi ve etkilenmeye de devam ediyor. Termik santrallerin bir kısmı soğutma suyu olarak yeraltı suyunu kullanıyor. Kullanılan su, hacmi devasa boyutlarda olduğu için, yeraltı sularının kurumasına neden olabiliyor. Termik santrallerin bir kısmı da deniz kenarına kuruluyor ve soğutma suyu olarak bu kez deniz suyu kullanılıyor. Denizden çekilen devasa miktarlardaki su, santralde soğutmada kullanıldığı sırada ısınıyor ve sıcak olarak tekrar denize deşarj ediliyor. Bu da yerel olarak deniz suyunda sıcaklık ve tuzluluk değişikliğine neden oluyor ve deniz canlılarının yaşam döngüsünü bozuyor.
Ekolojik denge
Ekolojik denge yıkıma uğruyor. Termik santrallerden ortaya çıkan radyoaktif küllerin biriktirildiği havuzlardan da çevreye sızıntılar olabiliyor. Faaliyet halindeki termik santrallere ham madde taşıyan kamyon ve araçlar da bölgede ayrı bir egzoz kaynaklı kirlilik, taşıdıkları kömür ve diğer tozların uçuşması nedeniyle hava kalitesinin bozulması gibi sonuçlar doğuruyor. Ayrıca artan trafik yükü, kaza riskleri de yöre insanları üzerindeki sağlık riskleri olarak düşünülmeli.
Bir Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Uzmanı olarak, son zamanlarda çokça duyduğumuz ve zaman zaman sosyal medyada da gündem olan "öksürük" veya influenzadan sonra devam eden "geçmeyen öksürük" şikâyetleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bunun hava kirliliği ile bir bağlantısı var mı yoksa bambaşka bir duruma mı işaret ediyor?
Özellikle viral kökenli solunum yolları enfeksiyonlarını kış aylarında yoğun olarak yaşıyoruz. Solunum yolu kökenli viral enfeksiyonlar özellikle hasta bireylerin solunumları sırasında dış ortama saldıkları mikroskopik boyutttaki aerosollere tutunarak başka insanlara bulaşıyor. Kış aylarında daha çok kapalı ortamlarda yaşadığımız için, ortam havasına karışan virüs yüklü aerosoller, diğer bireyleri de hastalandırıyor. Risk grubunda olmayan bireylerde viral enfeksiyonlar genellikle birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşiyor. Ancak bu viral enfeksiyon sürecinde üst solunum yollarını döşeyen mukozamız, her zamankinden daha fazla duyarlı hale geliyor.
Öksürük
Böyle duyarlı bir üst solunum yolu mukozası, havada bulunan çeşitli kirleticiler ile karşılaştığında hastalık sonrasında semptomların süresinde de artmaya neden oluyor. Bu artış hava kirliliği, havadaki partiküllere asılan ikincil kirleticilerinden etkilenmekle birlikte; uzayan öksürük, geniz akıntısı gibi özellikle allerjik hastalıklarda gördüğümüz semptomlara da neden olabiliyor. Bu öksürükler oldukça şiddetli boyutlara, geceleri hastalara uyku uyutmamak gibi, varabiliyor. Uzayan bu semptomlar hastalarda kaygılara neden olmasına karşın çoğunlukla semptomların şiddeti ile orantılı ağır bir hastalık da söz konusu değil.
Fotoğraf: Pixabay.
Bunu biraz açabilir miyiz? COVID-19 salgını ile bu durumun bir bağlantısı var mı?
Bu durum, yaşadığımız günlerde oldukça sık gördüğümüz influenza, respiratuar sinsityal virüs ve COVID-19 etkeni SARS-CoV2 virüsüne bağlı olarak benzer semptomatolojilere neden oluyor. Maalesef ülkemizde bu üç viral etkene yönelik olarak rutin testleri yaptırmak her zaman mümkün değil. Bu nedenle de ülke olarak hangi virüsün ne sıklıkla yaygın olduğunu bilemiyoruz. COVID-19 söz konusu olduğunda eğer aşılar ve hatırlatma dozlarını yaptırdıysak ve risk grubunda yer almıyorsak genellikle hastalık olarak ağır seyretmiyor, ancak bazı hastalarımızda COVID-19 sonrası Long – Covid diye tanımladığımız yakınmalara neden olabiliyor.
Son olarak, ekoloji aktivistlerinin, yerellerde bağımsız çalışmalar yürüten hekimlerin ve termik santrallerin bulunduğu bölgelerde yaşayanların aktarımlarına göre son yıllarda Türkiye genelinde akciğer kanseri oranlarında ciddi bir artış var; ancak Sağlık Bakanlığı da uzun süredir kanser vakaları verilerini açıklamıyor. Bunun nedeni nedir? Ya da siz bu kanser vakalarındaki artış verileri açıklamalarına katılıyor musunuz?
Termik santrallerde tüm filtrelerin çalıştığını kabul etsek bile bacalardan düşük oranda olsa da PM yayılıyor. Binlerce ton kömür yakıldığı düşünüldüğünde, bacadan oransal olarak düşük düzeylerde yayılabildiği bilinen PM miktarı zaman içerisinde çok yüksek oranlara ulaşabiliyor. Bu bölgelerde PM kirliliğini artıran diğer bir faktör de, santrale kömür taşıyan kamyonlardan, iş makinelerinden ve diğer iş makinelerinden yayılan egzoz gazlarındaki siyah karbon ve PM kirliliği.
Hesaplamak olası
PM, az evvel de belirttiğimiz gibi DSÖ tarafından kanser yaptığı kesin olarak bilinen maddeler arasında sayılıyor. Ve en çok da akciğer ve mesane kanserine neden oluyor. Ülkemizde maalesef kamuya ve bilimin değerlendirmesine açık veriler olmadığı için, doğrudan kansere dair bilimsel bir yorum yapmak için elimizde veri bulunmuyor. Ancak santrallerin baca gazlarındaki emisyonların halkın bilgisine açık olduğu durumlarda, DSÖ tarafından geliştirilen bazı yazılımlar ile çevrelerinde neden olduğu hastalık ve erken ölümleri hesaplamak olası.
Doç. Dr. Haluk Çalışır hakkında
|
(TY)