İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Hüsnü Öndül, Aktütün saldırısı üzerine askerlerle polislerin yeniden talep ettiği, hükümetin de olumlu karşıladığı yetkilerin varolduğu dönemi şöyle anlatıyor:
"Kan gövdeyi götürüyordu. Faili meçhul siyasal cinayetlerin işlendiği, gözaltında kayıpların olduğu, pervasızca işkencelerin yapıldığı, köylerin boşaltıldığı dönemlerdir."
Öndül'ün kastı 1990'lar. "Olağanüstü Hal istedikleri açık." Temmuz 1987'de sıkıyönetimin kalkmasıyla başlayan OHAL Kasım 2002'ye kadar sürdü.
Öndül, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu (CMUK) değişiklikleri gündeme getirildiğindeki "Askerin elini soğutmamak gerek" sözlerini anımsatarak şunları söylüyor:
"Yargısız infazlar, köy boşaltmalar, işkence iddialarına yanıtı buydu. Oysa tam tersine, polisin, askerin elini insan hakları hukukuyla soğutmak gerekiyor. Bütün demokratik ülkelerde yapılan budur."
Asker ve polis ne istiyor?
Öndül, askerlerin ve polislerin yeni yetki taleplerini şöyle özetliyor.
"Gözaltı süresinin 4 günden uzatılmasını; gözaltında avukat sınırlamasının artırılmasını istiyorlar. Zaten 2006'daki Terörle Mücadele Yasası değişikliğiyle ilk 24 saat avukatla görüştürmeme, sonra tek avukat sınırını getirmişlerdi. Bunlar işkence yasağına, kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma hakkına aykırı.
"Kişilerin üstünü, çantasını, araçlarını, konutlarını yargı izni olmaksızın arayabilmek istiyorlar."
Radikal'in haberine göre, ordu jandarma olmayan birimlerinin de arama, ifade alma, gözaltına alma yetkilerinin olmasını istiyor.
"Son sözü polisler, generaller söylemek istiyor"
Öndül'e göre bu değişiklikler geçerse, Türkiye son sözü yeniden generallerin, polislerin söyleyeceği bir ülke haline gelecek.
"AB reform süreci, yetersizliklerine karşın Türkiye'nin demokrasiye yöneldiği bir süreçti. Şimdi yeniden 'terör' bahanesiyle hem demokratikleşme yönelimine ket vurmak hem de yeni dokunulmazlık alanları yaratmaya çalışıyorlar.
Ancak Öndül, bu değişiklikler geçse bile uzun ömürlü olamayacağını, toplumsal dinamiklerin kalıcı olmalarına izin veremeyeceğini düşünüyor.
Herkesi etkileyecek
"İnsan haklarını sınırlayan bu yetkiler hep 'terör', 'güvenlik' bahanesiyle gündeme getirilir ve herkesi etkiler" diyen Öndül, "güvenlik" ve "terörle mücadele" bahanelerinin geçersizliğini ortaya koyuyor; asker ve polisin PKK'yle çatışmaların yoğun şekilde yaşandığı 90'lı yıllarda da bu yetkilere sahip olduğunu, ama sorunun çözülemediğini anımsatıyor.
Öndül bu değişikliklerle Kürt sorununun serbestçe tartışılmasını; örgütlenme ve fikir üretmeyi engellemenin amaçlandığını da söylüyor: "Bunlar aynı zamanda temel ülke ve insan hakları sorunlarının tartışılmasına da tehdit."
Bu uygulamaların, 11 Eylül sonrası, başta ABD olmak üzere genel bir eğilim haline gediğini anımsatan Öndül şöyle diyor: "Reform sürecinde Türkiye kabuk değiştirmeye başlamıştı; ama özü değişmemişti. TMY ve geçen yılki polis yetkileri değişiklikleriyle ve uygulamalarla geriye gidildi. Oysa insanların devletle ilişkilerinde özgürlük alanı ne kadar geniş olursa, güvenlik o kadar iyi sağlanır." (TK/EÜ)