Müjdat Ataman 22 yıllık eğitimci... "112 Öğretmenliğime Notlar" adını verdiği kitabında 22 yıl boyunca yaşadıklarını, deneyimlerini, kendisinde yer etmiş anılarından yola çıkarak önerilerini paylaşıyor.
Müjdat Ataman aynı zamanda "yaratıcı drama alanı"nda yüksek lisans yapan yönlü bir eğitimci. Online eğitim platformu olan Eğitimpedia’daki yazıları özellikle eğtimciler tarafından takip edileiyor. Zaten Ataman da geçtiğimiz günlerde Elma Yayınevi'nden çıkan yeni kitabı “112 Öğretmenliğime Notlar"ı da bu yazılarından yola çıkarak kaleme almış.
Müjdat Ataman ile kitabıyla amacının ne olduğunu ve Türkiye'deki eğitimin durumunu konuştuk.
“112” ‘Öğretmenliğime Notlar’ olarak sunulsa da bu kitap bir velinin, mühendisin ya da herhangi bir alanda mesai yapan kişilerde fikrin belirlenmesini sağlayacak türde… Yola koyulurken aklınızdan geçmiş miydi bu durum?
Bir şeyin 8 yöntemi, ölmeden okunması gereken 10 kitap vs. Bu yönüyle hakkında detaylı olarak konuşulabilecek şeyler kişisel gelişime döndü. Ben bu tür söylemlere çok gülüyordum. Bunun üzerine ‘Eğitimpedia’da bir yazı yazmak istedim. Öğretmenliğime Dipnotlar diye bir başlık düşünmüştüm. Bir gün Elma Yayınevi ile bir görüşmemizde bu bahsettiğim yazıyı çok beğendiklerini paylaştılar. Bu yazınızı daha detaylandırsanız, bir kitap olarak nasıl olurdu acaba, diye öneri getirdiler. Drama alanından hocam Tülay Üstündağ’ın da kitabı yazmam konusundaki takibi ile “112” yazıldı. Ancak kitabı yazdıkça yazdıklarıma yabancılaştım. Hatta kitap bana kötü gözükmeye başladı. Ben bu kitabı niye yazıyorum ki, diye kendi kendime takılmaya başladım. O döneme yayınevinin editöründen ilk gönderdiğim taslakla ilgili bir yorum geldi. "Müjdat Hocam, ben bir eğitimci değilim ama siz bu kitapta sadece öğretmenlere notlar yazmamışsınız, siz aslında yaşamda nerede durmamız gerektiğine dair yazmışsınız", demesi ile yeniden heveslendim. Başa dönersek veliler ya da farklı alanlarda mesai harcayan insanlar okuyacaklar, diye çıkmadım yola.
“112” ismine nasıl karar verdiniz? Bu ismin eğitim dünyasındaki insanlar açısından iddialı durabileceğini düşündünüz mü?
Evet aslında ben de bunu düşündüm. Başta içime hiç sinmedi. Eğitimpedia’daki ilk hâliyle yazı “Öğretmenlere Notlar” şeklinde mevcuttu. Üstten bakan bir algı ile… “Ben çok biliyorum, bakın ben sizlere hayatınızı kolaylaştıracak notlar yazıyorum,” gibi duruyordu. Sonra o yazının başlığını da “Öğretmenliğime Dipnotlar” olarak değiştirdim. Böyle de kalmadı. Hem kitabın içeriğini yansıtsın hem de dikkat çekici bir isim olsun istedik. Çok sevdiğim bir arkadaşım, Sezer Demir’in de yönlendirilmesiyle kitabın içeriğindeki 112 maddeden yola çıkarak bu isimde karar kıldım.
Kitap “Öğretmenliğime Notlar” diye kendinden haberdar etse de sanki “Bakın, bir koca yanılgılar denizindeyiz, ancak böyle boğulmayız,” der gibi…
Üniversiteyi bitirdiğimizde bu yanılgılarımıza eğitimciliğe başlıyoruz sanırım. Benim bu çocuklarla ne işim var, gibi dertlenmelerle de yola koyulanlarımız olabiliyor. Bir altıncı sınıf öğrencim, 'Ben okuldan çok sıkıldım,' dediğinde, Ben senin sıkıldığından daha çok sıkıldım, diye cevap verdim. Sen yedi yaşından beri okuldasın, ben otuz yıldır okuldayım, dedim kendisine.
Mesele nasıl algıladığımız… Yıllar bizi nereye, nasıl taşıyor… Yıllar bizi bir yere taşımıyorsa da ayrıca sorun var. Yanılgılar da orada başlıyor. Mesela ödev konusu. Ödev algısını öğrencilerin gözünde güzelleştirmek için ne taklalar attım… Hayır, aslında, ben ne yaparsam yapayım, ilkokul düzeyindeki o çocuğa ödev vermek iyi bir şey değil. Ödev konusuna baktığımızda evet, öğretmenliğime notlar, öğretmenlikteki yanılgılar, olarak da okunabilir.
Çok yönlü bir eğitimci olduğunuzu biliyorum. Bir önceki sorudaki cevabınızda geleneksel bir eğitim anlayışına sahip olmadığınızı tekrar düşündürüyorsunuz…
Benim bildiğim her zaman doğrudur, diye bir algı olmamalı. Öğretmenliği çok seviyorum, kendime göre çok iyi bir eğitimciyim, bu alanda emek verdiğim pek çok yazım var. “Benim bildiğim doğrudur”da kalmayıp, yeni çözümlerle beraber başka doğruları fark etmemi sağladı. Bu noktada eğitimci Ali Koç’un çok etkisi olmuştur. “Sadece bir yol yok, bir sürü yol var, önemli olan yolları değerlendirerek en doğru yola adım at,” bakış açısı benim için epey etkiliydi.
Bir başlık olarak yer almasa da kitabın pek çok bölümünde “neden” sorusu baskın bir şekilde kendini hissettiriyor. Sizce “neden” sorusunun eğitim içerisindeki yeri nedir?
“Neden” belki de bizim sormaya alışkın olmadığımız, toplumsal kodlarımızda olmayan bir soru.
“Ne” sorusu bizim için daha önemlidir. “Ne yapıyorsun?” demek daha kolay gelebiliyor çoğu zaman. “Neden” bizi daha çok düşündüren üst bilişsel düşünme alanına dahil. Drama alanında da mesai harcayan biri olarak mesela, proje oluştururken bir nedenimizin, bir sorunumuzun olması gerekir. Bu kitap da bana göre bir sorun durumundan yola çıkıyor.
Örnek verirsek; Türkiye’de eğitim alanındaki en büyük sorunlardan biri atanamayan öğretmenler olarak görülmekte. Elbette haklılık payı var bu algıda. Ben de, ‘Neden sadece atanamayan öğretmenler sorununu konuşuyoruz, ya ‘atanan öğretmen’ sorununa ne zaman bakacağız, diye soruyorum yıllardır. Eğitim sisteminde, okullarda, sınıflarda hep “neden” sorusunu da iliştirebilmeliyiz.
Çok yönlü bir eğitimci olmanızın merakınızla olan ilgisinden bahsedebilir miyiz?
Bir yerde sistem söz konusuysa orada benim de merakımdan bahsedilebilir. Bir çimento fabrikasındaki sistem de olabilir bu, bir okul sistemi de… Mesela, okul doğal merakı yok ediyor, diyen bir kesim mevcut. Çocuklarda merak uyandırmaktan vazgeçiyoruz bir zaman sonra. Sürekliliğinden bahsedilebilir bir merak hâlini nasıl yaratabiliriz… Bunun için önce kendimizde bu durumu çözmeliyiz. Eğitimci olarak biz heyecanlandığımızda bu heyecana ortak olan çıkabiliyor. Ortak bir merak yaratma hâli keyifli olabiliyor ve eğitimin kapısını açıyor.
Öğretmenin önceliklerinden biri de ‘merak etmek’tir diyebilir miyiz?
Merak etme hâli bitince de öğrenme de bitiyor. Öğretmenlerden öğrenmelerini sonlandırmalarını istemiyorsak, öğretmenlerin merak etmelerine devam etmeleri gerekiyor.
"Birileri öğrencilerin yaşamını okullarda daha çekilmez kılmak için çalışıyor. Bizim mücadelemiz de okulları öğrencilerin rahat nefes aldıkları yerlere dönüştürmek olmalıdır" diyorsunuz kitabınızda. Bir eğitimcinin hayatla temasını bu şekilde bir gerçekliğe dönüştürme çabası umut verici…
Temas, bizi utancımızdan kurtaran şey. İlk korku, terk edilme korkusu. Hepimiz terk edilme korkusuyla büyüyoruz. Bu korkularımızı da ‘temas’ ile aşıyoruz. Okul da korkulan bir yer. İlkokul birinci sınıf öğrencisinin karşısında yetişkinler belki de dev gibi görünüyorlardır. Bizim iletişim kurarken geliştirdiğimiz dil ile çocuklarla temasa geçerek bu korkularını aşabilmelerini mümkün kılıyoruz.
Şiddetsiz İletişim, Öteki gibi anlamlara da yer veriyorsunuz kitapta. Bu yanıyla bir eğitimci için not olmakla kalmayıp ‘birey’lerin hayatlarındaki meselelere de yer veren bir kitap özelliğine yeniden vurgu yapıyor “112”…
Kitapta bir bölüm var… “Sınıftadır, aslında sınıf mücadelesi,” diye… Biz toplumda aşılması gereken konulara en küçük topluluk olan sınıflardan başlamalıyız. Çocuklara 'değer'ler konusunda kılavuz olurken; onu da verelim bunu da verelim derken gözden kaçırdıklarımız olabiliyor. Al çocuğum elma, al çocuğum ahlâk… Bu durumun teorisi ve pratiği böyle olmamalı. Ahlâk öyle bir şey değil. Yıllardır anlatılan öyküdür bu. Eğer bir çocuğa yerdeki elma çöpünü alması için sesleniyorsak, orada çocuğa geçen olumlu bir durumdan pek de bahsedemeyiz. Çöpü al, demek yerine, çöpü yerden kendimiz almalı, çocuğun bu duruma tanıklık etmesi için fırsat yaratmalıyız. Ahlâk, bence bu durumda devreye giriyor.
“Aydınlanmaya giden yolda tartışmayı önemli bir kazanım olarak görüyorum. Bizim bu yolun neresinde olduğumuza bakmamız gerekiyor” diyorsunuz. Peki, biz bu eğitim sisteminin neresindeyiz?
En küçük yerden başlayalım… Sınıf. Biz sınıftaki tartışma ortamını bile doğru algılamıyoruz. Bizde sınıfta tartışma demek, siz görüşünüzü söyleyin ama benim dediğim olacak, demek. Öğretmen otorite çünkü. Bunun zıt durumu alternatif okulda yaşanıyor. Burada da, "Hey ne güzel tartışıyoruz", tavrı oluyor. Bahsettiğim böyle bir şey de değil. Uzlaşı kültürünü geliştirmemiz gerekiyor. Farklı fikirlerin saygı duyulduğu, fikrin “saçma” olarak nitelendirmediği durumlar yaşanmasını sağlayabiliriz sınıfta. “Saçma” denilen durumun altında farklı bir duyuş ve görüşün olduğunu görmezden gelemeyiz. Bu bir yorumdur ve öğretmen gelen yorumu sakince dinleyebilirse, bu durum sınıftaki öğrencilerde de bir örnek teşkil eder. Okul olarak değerlendirilirse, öğretmenlerin kendi aralarındaki tartışma atmosferleri eğitim sistemindeki yerlerinin niteliğini belirleyebilir.
Sizi heyecanlandıran, çalışmalarını özellikle takip ettiğiniz eğitimciler var mıdır?
Elbette var. Daha çok kişi tartılıyor, yazıyor, sisteme eleştiri getiriyor. Buradaki tehlike şu kimisi yanlış paylaşımlarla fenomen olabiliyor. Eskiden çok eğitimci takip etmezdim. Bütün dünyayı kurtarmayı çalışmadan kendi alanlarında o kadar güzel çalışmalar yapan eğitimci arkadaşlar var ki… Hayranlıkla izliyorum. Mesela “Onur Soğuk Hoca” var. O kadar güzel paylaşımlarda bulunuyor ki kendi radyo programında. Binlerce genç var onu takip eden. Bir radyo programıyla çocukların edebiyat ve Türkçe derslerindeki durumlarını geliştirmelerini mümkün kılabiliyor. Sosyal medya aracılığıyla öğrencileri motive edebiliyor. Ve bahsettiğim yöndeki eğitimcilerin sayısı artmaya başladı. Heyecan ve mutluluk verici. (AÖİ/HK)
Müjdat Ataman hakkındaLisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünde, Türkçe Öğretmenliği yan alanı ile yüksek lisans eğitimini de Ankara Üniversitesinde Yaratıcı Drama alanında tamamladı. Online eğitim platformu Eğitimpedia’nın yazarlarından. PEGEM Akademi’den yayımlanan “Yaratıcı Yazma için Yaratıcı Drama”, “Yaratıcı Türkçe Dersleri” ve “Eğitim Gerçeğimiz” başlıklı kitapları var. Koza Yayınlarından çıkan 4. Sınıf Türkçe kitabının da yazarlarından. Türkçe öğretiminde yeni yaklaşımlar, yaratıcı yazma, sınıfta yaratıcılık, yaratıcı dramanın yöntem olarak kullanılması konularında çalışıyor. |