Atölye Tiyatro topluğu bu sezonu Larry Cohen’in Phonebooth adlı senaryosundan uyarlanmış olan ”Ödemeli Arama” adlı oyunla açtı.
Geçen Cumartesi oyunu izledim. Oyunun broşüründe de yazdığı gibi oyun izleyicisini rahatsız ediyor, kızdırıyor, öfkelendiriyor, korkutuyor ve sorgulatıyor.
Genç bir tiyatro topluluğu olan Atölye’nin de amacı zaten bu.
Onlar topluma dair olan dertlerine, üzüntülerine, kızgınlıklarına izleyicileri de katmak istiyorlar ve bunu başarıyorlar.
Atölye’nin bu yıl “Ödemeli Arama “ adlı oyunu seçme nedeni, bu ülkenin 70’de, 80’de, 90’da yaşadıklarına dair suskunluğu…
Deniz’lerin, Yusuf’ların, Manisalı gençlerin, Hrantlar’ın, acılarına ortak olabilmek.
Biraz onların ailelerinin yerinde hissedebilmek ve onlara işkence edenleri, onları katledenleri düşünüp bu toplumun adalet anlayışını sorgulayabilmek.
Oyun cep telefonu çalınan, iyi giyimli bir beyaz eşya satıcısının eşini aramak için telefon kulübesine girmesi ile başlar.
Eşi ile görüşmesinin ardından çalan ankesörlü telefonu -çalan bir telefonu cevaplama refleksiyle- açan Ali Yılmaz’ın (Sercan Gidişoğlu) telefonun diğer ucundaki sesle (Kerem Rızvanoğlu) yaşadığı gerilimli, şiddet dolu hesaplaşması ile devam eder.
Orada, o an sanki bu olayı eş zamanlı yaşıyormuşsunuz hissini veren özel efektler, özgün bir video tasarımı ve canlı kameralar kullanılarak kurgulanmış oyunda önce Ali’ye, eşine ve yaşadıklarına üzüyorsunuz.
“Kahretsin nasıl bir dünya bu, masum bir insanın yoldan geçerken başına neler geliyor. Yarın benim de başıma gelebilir, çalan telefonları, bilmediğim numaraları açmamalıyım” diye içinizden geçirirken bir de bakıyorsunuz ki aslında olaylar göründüğü gibi değil.
Ali hiç de masum değil. Bu sefer de bu Ali’lerin hiç mi vicdanı yok? Onca yapıp ettiklerinden sonra halen saygısızlar, halen onlar için insan değersiz deyip öfkeleniyorsunuz. Ve acaba nasıl hiçbir şey olmamışçasına, huzurla yaşamlarını sürdürebiliyorlar, o işkence yaptıkları elleriyle nasıl çocuklarına dokunabiliyorlar diye içinizden geçiriyorsunuz.
Sonra ülkenizin geçmişini anımsıyorsunuz, içiniz daralıyor, nefesiniz tıkanıyor ve infaz edilmeden önce “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu uğrunda şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle hervgün öleceksiniz.” diyen Yusuf’u, “kahrolsun faşizm” diyen Deniz’i hatırlayıp dünyada, ülkenizde derinlerden duyulan faşizmin ayak seslerine isyan edip, “yeter” diye bağırmak istiyorsunuz.
Ardından Ali Yılmaz itiraf ediyor tüm yaptıklarını, Ali Yılmaz özür diliyor, Ali “pişmanım” diyor ve sizin boğazınızda bir şey düğümleniyor, göz yaşlarınız düştü düşecek işte bu, “bu bile yeter” diyorsunuz.
Belki “bir adım” diyorsunuz, “küçücük bir adım”…
O kadar ki devlet eliyle yapılmış işkenceler karşısında hiçbir şey olmamışçasına üç maymunun oynanmayışına bile seviniyorsunuz.
Oyunu yazan ve telefondaki sesi konuşan Kerem Rızvanoğlu’nu, Ali Yılmaz’ı canlandıran Sercan Gidişoğlu ve tüm Atölye ekibini zayıf toplumsal hafızamızın aslında çok katmanlı olan öyküsünü bir tek perde içinde bu kadar öz anlatmalarındaki başarı alkışlanmalı.
Ödemeli Arama’nın bundan sonraki gösterimleri 3, 10, 24, 25 Ocak’ta Beyoğlu Oyuncular Tiyatro Kafe’de, 31 Ocak ve 1 Şubat’ta ise Bakırköy Sanat Merkezi’nde olacak.
Bir de tiyatro severlere müjde, oyun bu yaz Türkiye turnesi de planlamakta. (BS/EZÖ)