Arada bir ziyarete gelen dostlarımın tavsiyelerini dinlerim, ama düzenime karışılmasından hoşlanmam. Prensiplerim var. Değişmesin isterim, eskisi gibi kalsın her şey yerli yerinde, çünkü orada hatıralarım, korkularım, umutlarım var. Görmek istemesem de cesaretsizliğimin, cehaletimin, hatalarımın, tembelliğimin zamanı donduran izleri de var orada.
Bazen yenilik yapmak isterim. Toplarım tüm umut, istek ve kuvvetimi, çalışırım odamda yeni bir düzen kurmaya. Böyle anlarda sıcak duygularla başladığım çalışma, bir süre sonra strese dönüşür. Elimi nereye atsam, bunun bir başka eşyaya etkisi olacağını görürüm. Buna kafa yorarken bir de bakarım ki, başka eşyalar da bundan etkilenecekler. Atacağım her adımın getireceği yeni adımların farkına vardıkça kırılır cesaretim. Yaşlı bedenimin arkasına sığınır, yenilik umutlarıma mezar olmasına izin veririm.
Mesleğim var, tuhaf gelecek ama, bir iç mimar olarak çalıştım. Eskimiş çok odalara yeni bir düzen getirdim. Renklerini değiştirdim, çocuk odaları tasarladım, ne mutfaklar gördü bu gözler. Gençtim, azimliydim, istekliydim. Gözlerim başkalarının odalarına bakarken, geçen zamanı ve kendi odamı unuttum. Şimdi yaşlanan gözlerim eski odamın yeni bir düzene ihtiyacı olduğunu çok iyi görüyor. Beyin hücrelerim mutlaka bir şeyler yapmam gerektiğini bana söylüyorlar.
Ender meydana gelen böyle anlarda eski günleri hatırlayarak gençliğimi yaşar, kendi kendime derim ki, "mesleğin var ama salahiyetin yok, bilgin var ama anlayışın yok, fikirlerin var ama duyguların yok. Bari bir iç mimar tutayım, eskimiş odama o yeni bir düzen getirsin." Fakat cüzdanıma giden elimin boşlukta kıvranışı, bana her şeyin eskisi gibi kalması gerektiğini sanki zorla anımsatır.
Zaman zaman kendimle giriştiğim pazarlıklar, bende ihtiyarladığım konusunda şüpheler yaratıyor. Böyle anlarda kendimle pazarlık yapmaktan korktuğumu görüyorum ama, pazarlıktan kokmanın anlamsızlığını kavrayamadığım için olsa gerek, eski odamın eski, sessiz düzenini değiştirmekten çekiniyorum. Bunu yaparsam kendimden koparılacak bir şeyleri görür gibi oluyorum.
Dostlarıma açıldım geçenlerde, yardım etsinler, şu odayı hep birlikte zamana uyduralım diye. Sevindiler tabi ki, nihayet yola geldim diye. Dediler ki "modası geçmiş eşyalarından kurtulmalısın. Yenilerini satın alıp, yeni bir düzen kurmalısın." Fikirler, öneriler, tavsiyeler yankılandı eski odamda. Sabahtı geldiklerinde, akşam yemeğinden sonra gittiler.
"Gelin birlikte yapalım şu işi" diyemedim. Fırsat gelmedi önerilerden. Her biri bir ucundan tutsa, olacak bu iş. Odam yeni bir düzene kavuşacak. Meslek ve bilgimin yanı sıra, evimde salahiyetim de var. Ev benim, eşya benim, yıllardır yaşıyorum orada. Tabii ki ben inşa etmedim. Benden öncekileri de hiç tanımam. Ama şunu biliyorum: Bu eve girdiğimde gençtim. Zamana uyan bir genç! Eğer zamana uygun olmasaydı tutmazdım bu evi. O zamanlar modern sayılırdı bu ev. Henüz yeni çalışmaya başlamıştım, bu yüzden kenarda birikmiş param yoktu. Miras da bırakmamıştı fakir babam. Ev sahibinin bana söylediklerini çok iyi hatırlıyorum. Evin yeni olmadığını ama elden geçirildiğini söylemişti. Belli ki benden öncekiler, evin eski düzenini değiştirme gereği duymuşlardı.
Beni ender ziyaret eden eski dostlarım uzun süre ortalıkta görünmediler. Tavsiyelerini, önerilerini, fikirlerini, eski sessiz odama bırakıp gittiler. Kaldım tek başıma, her zaman kendi yalnızlığımı yaşadığım o kahredici anlar gibi.. Öyle bir düzen kurmuşum ki odamda, ne eskiyi atabiliyorum, ne yeni bir şey satın alabiliyor. Eskileri kilere koymayı düşündüm, baktım orada geçilecek yer yok. Eskileri satayım, parasıyla da yenisini satın alayım dedim, bu kez eskilere para veren yok. Oturdum eskilerimin üzerine düşündüm, eski bir odada nasıl yeni bir düzen eskilerle kurulabilir diye. Baktım ki oda değil eskiyen sadece, bu arada kendim hurda olmuşum haberim yok. Değişmesi gereken eşyalar değil, benim.
Önceleri buna imkan yok zannettim. Eskiyen vücuduma yeni bir böbrek, ciğer ve yürek takılamaz ya, ama anladım ki izin verirsem yeni bir ruh, yeni bir zihniyet, yeni bir anlayış koyabilirim eskilerimin içine, eskileri atmadan. Canlandılar o an dostlarım yaşlı gözlerimin önünde. Sözleriyle, davranışlarıyla, tutumlarıyla zamanın eskitemediği birer eski abideydi onlar. Zamane yaşlıları!
Benim gibi eski bir odada eskileriyle baş başa değiller. Gençlere taş çıkartan çağdaşlık ve uygarlık hayranları, her biri. Sözleri ağır, oturaklı ve bilinçli. Erdem, bilgi ve derinlik her birinde. Benim gibi ürkek, çekingen değiller. Gurur duydum, dostlarımı göz önüne getirirken, kendimden.
Konuşuyorlar, hem de çok güzel. Onlar konuşurken, ben dinliyor ve dinleniyorum. Anlattıkları hoş, akıllı ve mantıklı. Bir şeyin farkına vardım düşünürken: Söylediklerindeki hareketsizlik, karar almayı ve girişim yapmayı engelliyor. Eski odam aydınlandı bu düşünceyle birden. Odamdaki eski düzenin içindeki kulakları tırmalayan sessizlik, koltuklarımdan tavana yükselen tozun kokusu, ellerimi masama dokundurmaktan çekindiğim yağlı kirli tabaka, hepsi ama hepsi yok edilebilirdi.
Bu kez eskimiş vücudum seslendi bana: "Çok geç!" Senden sonra odayı kiralayacak olanlar düşünsün. İster eskileri devralır, isterse yeni eşyalarla yeni bir düzen kurarlar. Senin işin değil bunları düşünmek artık. Vücudumdan sonra odam seslendi bana, umutsuzlukla. Cansız ve eski odam!
Odanın umutları olur mu hiç! İhtiyarlık işte... Taş, toprak, su ve bir miktar da havanın sıkışıp kaldığı bu odanın tuhaf sesine yine de kulak kabarttım. Cansız maddeden yükselen canları işittim sanki o an. Hayat, cansızlıktan fışkıran bir çiçek değil mi? Kim bilir şu eski odamın eski eşyalarında ne kadar solan çiçekler var. Düşünüyorum da şimdi şu ihtiyarlıkta, kim bilir diyorum kendi kendime, kimlerin ciğeri, böbreği ve yüreğinden inşa edildi şu eski ev. Kaç kol, kaç bacak, kaç tırnak gerekir bir ev yapmak için? Bir hayli çok olmalı, eğer bedenimin yüzde 70'i gerçekten su ise.
Şansım yaver giderse belki bir gün benim de vücudum ayaklar altında ezilen bir kaldırım, birinin evinde biraz kum, eski bir odadaki eski bir koltuğun üzerinde bir zerre toz olacak. Kim bilecek ki, bir zamanlar rutubetli odasında beyni sulandığı zannedilen yaşlı bir adamın yalnızlıktan eski eşyalarıyla konuşmaya başladığını. Eski düzen içersinde sıkışıp kalmış olmanın korkularını yaşadığını. Kim bilecek ki, evindeki düzeni değiştirmemek için kulaklarını tıkadığını, gözlerini yumduğunu. Kim bilecek?
Eskimiş odamın sessizliğini dinlerken dostlarım yine geldiler aklıma. Telefona sarıldı elim. Gelin şu istediğiniz yenilikleri yapalım diyecektim. Birinin eşi hastaymış, diğerinin önemli bir randevusu varmış, bir diğeri işlerinden başını kaldıramıyormuş. Gelememe konusunda en makul gerekçe, artık bir çiçek olan dostuma aittir. Onu kutluyorum.
Odamla sohbet ederken karar verdim. Çiçek olunca bir daha kesinlikle düzenimi bozmaya çalışanlarla arkadaşlık etmeyeceğim. Odamın düzenini değiştirmekten de vazgeçtim işte! Bırakıyorum öylece bir başına benimle kalsın.
_____________________________
(*) Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi Sosyoloji Bölümü