PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Bese Hozat'ın "lobi" açıklamarıyla başlayan tartışma üzerine İmralı'dan gönderdiği mektubunu Necmiye Alpay, Aris Nalcı, Garo Paylan, Gülfem Akkaya, Rober Koptaş, Yetvart Danzikyan, Ohannes Kılıçdağı ve Karin Karakaşlı değerlendirdi.
Konuşanların ortaklaştığı nokta Öcalan'ın böyle bir tartışma üzerine mektup yazarak özeleştiri vermesinin, üstelik yaşananları "soykırım" olarak tanımlamasının "önemli" olduğu ancak tartışmaya konu olan "lobi" meselesiyle ilgili açıklamalarının muğlak kaldığı yönünde.
Nalcı: Diaspora Ermenilerini tatmin etmez
Aris Nalcı (Gazeteci): Birçok yönden olumlu bir mektup ama eksikleri de var. Şimdiye kadar Türkiye'de bazı Kürt milletvekilleri ve yerel yöneticiler dışından hiçbir siyasetçi açık yüreklilikle Ermeni halkına karşı düşüncelerini ifade ederek "soykırım"olarak tanımlamadı. Öcalan, bu konuyla yüzleşilmesi gerektiğini vurguladı; bu olumlu. Bese Hozat'ın açıklamalarından sonra bunu duymak Ermeni toplumunu rahatlatacak ancak bana yeterli gelmedi.
Lobilerle ilgili söyledikleri yine konuyu muğlakta bırakıyor. Yine dış mihraklar işin içinde, "uluslararası sermaye tahrikine gelmeyin" gibi sözler de var. Bu uluslararası odak olarak gösterilen lobicilik daha açık ifade edilmeli. Lobi faaliyeti yürüten Ermenilerin bugüne kadar herhangi bir Kürt hareketine olumsuz yaklaşımı olduğu görülmedi. Yurtdışından yine öcü lobi yaratılmış oldu. Bu yüzden mektup diaspora Ermenilerini çok da tatmin etmeyecek. Ancak Türkiye Ermenilerini edecek gibi görünüyor.
Alpay: Özeleştiri eksik
Necmiye Alpay (Yazar): Öcalan'dan son zamanlardaki açıklamalarla ilgili bir mektup almak iyi. Böyle bir mektup yazması da başlı başına bir özeleştiri olarak değerlendirilebilir. Ancak mektupta bütün sorunları ortaya döken bir özeleştiri, değerlendirme bulamadım. Öcalan, diğer halklarla Kürt hareketinin kardeşlik ihtiyacını hissetmiş; bu doğru bir tavır. Ancak keşke bu halkların eşitlikçilik duygusunun Kürt özgürlük hareketinin temel meselesi olduğunu söyleseydi. Ayrıca Öcalan'ın lobiler meselesindeki söylemi yarı yarıya hükümetin güncel söylemini yansıtıyor.
Paylan: Resmi söylem terk edilmeli
Garo Paylan (Halkların Demokratik Kongresi MYK üyesi): Sayın Öcalan’ın selamını memnuniyetle kabul ediyoruz ve Türkiye tarihinde ilk defa bu kadar önemli bir politik figürün 1915 Ermeni Soykırı’mıyla yüzleşmesi çağrısının da tarihi bir çağrı olduğunu düşünüyorum. Bu çok net bir çağrı ve yol açıcı bir söylem. Ancak bu açıklamada da hala bazı muğlak ifadeler var. Hala lobilerden, derin güçlerden, paralel yapılardan bahsediliyor; “iyi ve kötü Ermeniler” olarak bir ayrımdan bahsediliyor.
Bunun tehlikeli olduğunu söylüyoruz. 100 yıllık hafızamız 1915 Ermeni Soykırımı’nın, Varlık Vergisi’nin, 6-7 Eylül’ün, Hrant’in öldürülmesinin bu söylem üzerinden yapıldığını hatırlatıyor. Öcalan’ın kastı bu olmasa da, bu diskur resmi söylem tarafından kullanıldı. Bu yüzden terk edilmeli. Biz onun ifadelerini çok iyi anladık. Milliyetçilikle mücadele, halkların kardeşliği mücadelesi çok önemli. Ama bu söylem Ermeniler için kullanılırken daha somutlayarak kullanılması gerekiyor.
Akkaya: Mektup kaygıları gideriyor
Gülfer Akkaya (Halkların Demokratik Kongresi MYK üyesi): Hem Abdullah Öcalan’ın Newroz’daki açıklamasının hem de Bese Hozat’ın açıklamalarının ardından, Kürtler ve Ermeniler arasındaki kadim meselenin hala sürmek olduğu çıkarımında bulunan çevreler vardı. Hozat’ın açıklamasıyla bu serin hava yükseldi. Öcalan’ın mektubu bu anlamda çok önemli ve olumlu. Çünkü mektup sadece kaygıları gidermekle kalmıyor, aynı zamanda Kürt halkının mücadelesinin aslında başta Ermeni halkı olmak üzere ezilen ve sömürülen tüm halkların mücadelesi olduğunu vurguluyor.
Agos gazetesi yazarlarının gazetelerine verdikleri değerlendirmeleri kısaltarak yayımlıyoruz.
Koptaş: Tuzaklara düşmemek herkesin sorumluluğu
(…)Öcalan’ın Ermeni halkının 1915’te yaşadıklarını “soykırım planı, iğrenç, zalim” sözleriyle değerlendirmesi ve ayrıca Ermenilerin hâlâ hayatta olmasının mucizeviliğine, bu mucizenin de “mazlum Ermeni halkının büyük emekleri ve mücadelesi sonucu gerçekleştiği” vurgusu da anlamlı. Bu sözlerin, Kürt hareketine, Ermenilerin tarihsel yazgısıyla ilgili değerlendirmelerinde ışık tutacağına inanmak istiyorum. Öcalan’ın Ermenilerin ırkçı-milliyetçi tuzaklara düşmemek konusunda önerisine ise katılmamak mümkün değil. Aynı sorumluluğun her kesimde olduğunu unutmadan elbette.
Mektupta eleştirilecek ve eksik bulunabilecek hususlar var şüphesiz. Kürtler ve 1915’teki rolleri konusunda eleştirel ifadelere yer verilmemesi bunların en başlıcalarından. Ayrıca, “lobi, cemaat, paralel yapı” kavramlarının, KCK yetkililerinin kullandığı kadar hoyratça olmasa da, bolca ve muğlakça kullanılması da sorunlu. Ayrıca mektupta Rumların, Süryanilerin ve diğer gayrimüslim halkların da zikredilmesi gerekirdi.
Danzikyan: Dış odaklar söylemi sorunlu
Öcalan’ın ve Kürt hareketinin Ermeni halkına, meselesine yaklaşımının elbette ki farkındayım, farkındayız. Ve bunu çok önemsiyorum. Keza Kürt siyasetinin bilhassa son 5-6 yıldır bölgede hayata geçirdiği kardeşlik pratiğini de daha önce de defalarca kaydettiğim gibi çok kıymetli buluyorum.
(…)Şunun anlaşılmasını rica ediyorum ben de: Bu adresi belirsiz, muğlak, çok genel bir dış güçler, kötü kalpli lobiler, Türkiye’nin düşmanı Ermeni odaklar söylemi bizi çok yoruyor ve aynı denklemin içinde sıkışıp kalmışız, oradan bir türlü çıkamıyoruz hissi yaratıyor. Ve ısrarla buna ikna edilmek istenmemiz, yeni bir resmi görüşe mi çağrılıyoruz duygusunu, sorusunu yaratıyor.
(…)Ve bu barış ihtimalinden en çok heyecan duyanlar arasında Türkiyeli ve bir gün Türkiye’ye dönme umudu taşıyan Ermeniler olduğunu, herhalde söyleyebilirim. Tüm çabamız barışın kalıcılaşması ve bu heyecanı diri tutmak içindir.
Kılıçdağı: Düzeltme ve diyaloğa devam
Yerel yapıları ve ilişkileri tamamen aklamak, bizi özeleştiri yapmaktan alıkoyabilir. Yine de, Öcalan mektubunda, Ermeni soykırımıyla yüzleşme bahsinde, ideal pozisyon nedir sorusu bir yana, Türkiye siyasetinin ortalamasının oldukça üstünde bir duruş sergilemiştir. Bu da zaten Kürt hareketinin şimdiye kadarki çizgisiyle uyumludur.
“Ermeni halkı ırkçı-milliyetçi tuzaklara düşmemelidir” önermesi de doğru çünkü zaten kimse bu tuzaklara düşmemeli. Öte yandan, “uluslararası sermaye”, “lobi” gibi tanımlamalar söylenip geçildiğinde haddinden fazla soyut kalan kavramlar. Kimdir bu sermaye ve lobiler? Olaya tam olarak nasıl müdahil oluyorlar? Bu gibi sorular daha açık tartışılmadan bunlar bir hayalet olmanın ötesine geçemiyor.
Öcalan’ın mektubunu cümle cümle ele aldığımızda katılmadığımız birçok nokta olabilir. Fakat esasen bu mektubun bir ‘düzeltme’ ve Türkiye Ermenileri ile Kürt siyasi hareketi arasındaki yapıcı diyaloğun devamı ve geliştirilmesi için asgari zemini muhafaza eden bir metin olarak okunmasının doğru olacağı kanaatindeyim.
Karakaşlı: Barışa tamamlanma ihtimali
Ermeni halkının soykırım gerçeğini ve kendini bu trajediye rağmen bugüne taşıyabilmiş olma mucizesini bu topaklarda bir siyasiden işitmek nasip olmadı. Öcalan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin bu bilgi eşliğinde tarihle yüzleşmeye çağırması, her kesimi milliyetçilik tuzağına karşı uyarması kıymetlidir. Ancak bu kıymet Türkiyelilerin tarihi idrak ve bugünü inşa azmine ihtiyaç duyar. Çünkü hayli belirsiz tınlayan o uluslarası lobilerin aksine bu halklar bütün yaşanmışlıkları ile buradadır. Ve aslolan, devletçi refleksi anımsatmayan bir dille tam da AK Parti iktidarı, Gülen cemaati ve de üçüncüler arasındaki iktidar mücadelesinin ortasında yeni bir ihtimal yaratabilmektir. Bu ihtimalse bizzat Öcalan'ın çizdiği bu hiza çizgisinde özellikle Kürt siyasi hareketinden tutarlılık talep eder. (NV/EA)
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.