İmralı'da hapis bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan "Diyarbakır'da halk Mısır'daki gibi günlerce sokaklardan ayrılmazsa, taleplerini dile getirirse, işte o zaman barış gelir, bakın bakalım o zaman AKP kalır mı kalmaz mı, işte o zaman Erdoğan'ın kendisi bu sorunun çözümünü talep edecektir" dedi.
Öcalan, genel seçimler için belirlenecek bağımsız adayların "yetenekli ve birikimli" olması gerektiğini söyledi.
"Ben demokratik blok değil, daha önce demokratik ulus bloku demiştim. Bütün bu kavramları son savunmamda işledim. Son savunmanızın henüz AİHM'e de ulaşmamış. Ulaşmamışsa devlet engelliyor, el koymuşlar, kullanacaklar, üzerinde çalışacaklar, öyle anlaşılıyor. Ben bu savunmamda Kürt sorunu ve çözüm olasılıklarını işledim. İsmini de önce "Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak" olarak koymuştum. Daha sonra bu başlığı değiştirdim "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü" ismini koydum."
Fırat Haber Ajansı'na göre, Öcalan avukatlarıyla geçen hafta yaptığı görüşmede özetle şunları söyledi:
"Savaş çağrısı değil": Devlet heyetiyle görüşmeler devam ediyor. Mart ayının sürecin olumluya mı evrileceği yoksa bir tıkanmaya mı dönüşeceği konusunda belirleyici bir ay olacaktır. Kürt Sorununun çözümünde güvenlik ve Demokratik çözüm boyutları çok önemlidir. Ben konumum gereği burada müzakere yürütemem. Hatta Beşikçi'nin de bu konuda benzer bir açıklaması vardı. İmkanlarım oldukça sınırlıdır, ağır hükümlülük koşulları altındayım. İmkanlarım oldukça kısıtlı. Bir örnekle açıklayabilirim durumumu; "havuz var su yok, sussuz havuzda yüz deniliyor, ben sussuz havuzda nasıl yüzeyim? Daha doğrusu tam sussuz da demeyeyim, diz kapaklarıma kadar su var havuzda, bana bu suda yüz deniliyor, ben bu kadarcık suda nasıl yüzeyim? En az çenemin altına kadar su olmalı ki rahat rahat kulaç atayım, yüzebileyim". Bu denetimli bir şekilde de olabilir. Aksi taktirde böyle olmazsa mevcut koşullarda sorunun çözümü konusunda rolümü oynayamam, kimse de bunu beklemesin, doğru da olmaz. Ben burada ancak sorunun çözümünde kolaylaştırıcı bir rol oynayabilirim. Devlet de bu süreçte üzerine düşen rolü oynamalıdır. Yok eğer bu çabalarımızdan sonuç alamazsak, çözüm gerçekleşmezse bu benim bu durumda rol almamın bir önemi kalmaz ve böylesi bir durumda Mart'la birlikte aradan çekilebilirim. Böylesi bir durumda Mart'la birlikte nelerin gelişebileceğini daha önce ifade ettim. Mart'a ilişkin yaptığım açıklamalar da bir savaş çağrısı değildir.
Siyaset akademileri: Dokuz yerde Siyaset akademileri açılmış, bu sayı çok az. Ben akademileri bu tarzda önermemiştim. Bu tarz eğitimler de yapılabilir ama bunlarla yetinilmemelidir, birçok konuda, tarih, sanat, edebiyat gibi çalışmalar yapılmalıdır. Daha kapsamlı çalışmalar yapılabilir. Bu akademilerde tarihsel konular da işlenmelidir. Buna en iyi örnek soykırım konusudur. Ben daha önceleri de belirtmiştim. Türkiye'deki Kürt soykırımının başlangıç tarihi 15 Şubat 1925'tir. Bu tarihte biliniyor, Şeyh Sait provokasyona çekiliyor ve idamına kadar bilinen gelişmeler oluyor. Kürtlerden önce Ermeni soykırımı var ama Ermeni soykırımından çok daha ağırı Kürtlere uygulandı, uygulanıyor.
"Siyasi soykırım": Siyasi soykırım operasyonları devam ediyor. BDP, DTK bir araya gelip bunları doğru değerlendiremezse, doğru öncülük de yapılamaz. Kürtlerin soykırımını başlatan laik-cumhuriyetçi hegemonyadır. 2000'li yıllarda ise Kürtlerin soykırımını gerçekleştiren AKP'dir. Bu hegemonik güç de Türkçü-İslamcı hegemonik güçtür. Bu yönüyle günümüz AKP'si 1925'li yılların CHP'sidir.
Ergenekon: Benim '99'da Türkiye'ye getirilmemle birlikte bu özerk gladio içinde bizimle en çok savaşan kesimler, artık bu sorunun bu yöntemle çözülemeyeceğini, bu şekilde bizi yok edemeyeceklerini anlamışlardı. Daha farklı yollarla sorun çözme eğilimine girdiler, bu çerçevede benimle burada görüşülmesi gerektiğini belirtiyorlardı. Bizimle artık savaşmaya yanaşmayan, savaşmak istemeyen bu kesim dışarıda bırakıldı, yani tasfiye edildi. Savaşmayı-çatışmayı sürdürmek isteyen kesimler özel gladio içinde tutularak, yola devam edildi. Bugün Silivri'de yargılanan bazıları bizimle savaşmayı artık kabul etmeyenlerdir, bu savaşın artık çözüm olmayacağını düşünenlerdir. Bu netleşmiştir. Kısıtlı da olsa takip etmeye çalışıyorum. Örneğin, bu gün Silivride yargılanan Hanefi Avcı, kitabında, "sorunun çözümü için Apo'yla görüşülsün" diyormuş. Yine Ersever, bizimle en fazla savaşanlardan biri olmasına rağmen, savaş yönteminin sonuç vermeyeceğini anlamıştı, bu nedenle tasfiye edildi. Bütün bunların altyapısı Washington anlaşmasıyla oluşturuldu, Bush-Erdoğan anlaşması. İşte bu Washington anlaşmasıyla Bush ikna edildi. ABD, bunlardan desteğini çekti, AKP ile anlaşmaya gitti.
Dolmabahçe görüşmesi: "Yine AKP ve ordu arasında yapılan 2007'deki Büyükanıt'la Dolmabahçe anlaşması var. Kürtlerin soykırımı konusunda anlaşıldı. Bunun karşılığında AKP'nin kendi özel gladiosunu oluşturmasının yolu açıldı. Bugün yaşananlar AKP'nin özel gladiosunun, '90'lı yıllardaki Güreş-Çiller darbesiyle oluşan özerk gladioya operosyonudur. Yani özel gladiodur. Bugün yapılan özel gladionun özerk gladioya karşı operasyonudur. İşte bazı komutanlar ordu içinde PKK'ye hava saldırısını engellemeye çalışmış deniliyor, Heron meselesi deniliyor. Bu komutanlara izin vermediği için dava açılıyor. Bunları PKK ile savaşmaya yanaşmadılar diye suçluyorlar. Bunlar savaşla bir sonuç alınamayacağını düşünenlerdir ancak bir taraftan da bunlar savaşı isteyenlermiş gibi yansıtılıyorlar. Bunun gibi Ergenekon davasında da bazı yargılananları çözüm karşıtı güçler olarak gösteriyorlar ama aslında bunların bir kısmı belirttiğim gibi bizimle en çok savaşmış ancak sonuçta savaşla sonuç alınmayacağını düşünenlerdir. Burada aldatmaca var. Taraf gazetesi uzun süre bu oyuna geldi. Hatırlıyorum buraya ilk getirildiğim süreçte gelip benimle görüşen komutanlar "bu sorunu birlikte çözebiliriz" diyorlardı. Onlar iyiniyetliydi. Ben onlara "ne kadar güçlüsünüz?" diye sorduğumda, "merak etme gücümüz var" diyorlardı. En son görüşmemizde "tekrar gelecek misiniz?" diye sordum. "On gün sonra geleceğiz" dediler ancak bir daha hiç görünmediler, gelmediler. Onların yaklaşımı iyiydi. O arada ne oldu bilmiyorum ama bir güç onları engelledi kanısındayım. Daha sonra başkaları geldi ancak onların yaklaşımı pek iyi değildi.
Hizbullah tahliyeleri: Sonrasında AKP iktidar oldu. Ondan sonra bilinen 2002-2004 arası tasfiye süreci yaşandı, bu durum bana iyi aktarılamadı. Osmanlar olayıyla hareketi bölmeye çalıştılar. AKP'nin ilk iktidar yıllarında -Irak müdahalesinin de etkisiyle- bilinen PKK'nin tasfiyesi girişimi yaşandı. Bu yıllarda PKK'nin bölünerek, parçalanıp bitirileceğine AKP inanmıştı. O dönem geç bilgilendirilmiştim. Ancak öngörülü yaklaşımla bu oyunları boşa çıkardık. Tabi ben burada günlük olarak yoğunlaşıyorum. Bu günlük yoğunlaşmamın etkisi de oldu. Osman kaçtıktan sonra basına yansıyan AKP'yi olumlayan açıklamaları olmuştu, olmaya devam etti. O dönem AKP böyle bir tasfiye politikası yürütüyordu. O dönem bu tasfiye başarılamayınca "zamana yayarak çürütme" politikasını devreye koydular. Son olarak da 2007 Dolmabahçe anlaşmasıyla Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı karşılığında Kürtlere karşı topyekün her türlü yönelime onay verdiler. Bu anlaşma karşılığında AKP'nin kendi özel gladiosunu yaratmasının önünü açtılar. Şimdi yaşadığımız budur. Bu Hizbullah tahliyeleri de bu kapsamda ele alınmalıdır. Geçmişte halkımıza karşı canice cinayet işleyenler bugün bırakılırken Kürtlere karşı siyasi soykırım operasyonları da devam ediyor. Şimdi çıkıp bu katillerin, canilerin affedilmesinden, siyasallaşmasından, bunların önünün açılmasından bahsediliyor. Bunlar Kürt kanına girmiş, cinayet işlemiş suçlulardır. Bunlar örgüt değil, tamamen o dönem Kürt siyasetinin tasfiyesi amacı için kullanılan katiller, tetikçilerdir. Ben Kürt Hamas'ı derken bunları kastetmiştim, bu tehlikelere işaret etmiştim. Bu politikaları anlamadan bu oyunlar nasıl boşa çıkarılabilir? Hizbullah için "bunlar üç-dört kişiden ibarettir, çok ciddiye almamak gerekir, güçleri yok" demek doğru değil, bana göre bu yaklaşım doğru bir yaklaşım değil. Hizbullah sadece bu derin organizasyonun görünen çok küçük bir kısmıdır, asıl arkasındaki derin gücü, planları görmek gerekir. Önemli olan bu konularda tarihsel değerlendirmeler yapıp günümüze ilişkin sonuçlar çıkarmalısınız."
"İmam ordusu": AKP'nin asıl amacı tasfiyedir. Bu açık ve nettir. Bugüne kadar klasik yöntemlerle Kürtleri tasfiye edemediler, şimdi yeni yöntemler geliştiriyorlar. Bunlar yeni soykırım politikalarıdır. İşte ordunun bir kısmı savaşı istemiyor, savaştan bıkmış, ağır ve hantal bir duruma gelmiş, bunlarla istediği savaşı veremiyor, daha hareketli işte 50 bin kişilik kendisine bağlı özel ordu kuruyor, her birine birbuçuk iki milyar maaş da vereceklermiş. Yine 15 bin kişilik imam ordusunu da bölgeye gönderiyor -ki bunlar da klasik anlamda imam değildir, özel görevlidir-.İşte paralı ordu kurmadı mı, özel görevli imamlar atamadı mı, Hizbullah'ı tahliye ederek yedek güçler oluşturmuyor mu? Kürtlerin tasfiyesi çeşitli şekillerde yürütülüyor. Bölgenin birçok yerinde imamları-Hizbullah'ı kullanırken, Dersim'de bunu sol adı altında gerçekleştiriyor, Dersim'i bitirdiler. Ne kaldı? Dersim'in Kürtlüğü mü kaldı, burada bitirilen Kürtlük kimliği oldu. İşte KCK operasyonu, 2000 Kürt siyasetçi tutuklanmadı mı? Bütün bunlar tasfiye, fiziki, siyasi, manevi soykırım değil de nedir? AKP de "biz yapmadık" diyor. Peki o zaman kim yaptı? Ne demek ben yapmadım, sen iktidarsın, hükümetsin, sorumluluğun var, bundan kaçamazsın. İşte Hizbullah konusunda da önce bırakıyorlar ve bunu yargıya yüklüyorlar, sonra da sözde arıyorlar. Bunların tümü hükümetsiz olabilir mi? Bir tek direnen Kürtlerdir, onları da etkisizleştirerek tek hakim güç olmaya çalışıyorlar. Kürtler üzerinde tasfiye amaçlı birçok oyun oynanıyor. Kullanılan yöntemler çok ince. Önce bazı Kürt siyasetçilerini güvercin ilan ettiler, bazılarını da şahin ilan ederek parçalamaya çalıştılar. Böyle bir oyun oynadılar. Tabi devlet böyle diyor, onu ifade ediyorum, burada bir tehlikeye işaret ediyorum, bu tehlikeleri görmek gerekir. Tabi bu sorun AKP'yi de aşan bir sorundur. AKP meselesi tek başına bir parti meselesi değildir, komple bir meseledir. AKP aysberg'in sadece görünen küçük bir yüzüdür. Esas organizasyonun çok küçük bir parçasıdır. Bir ucu ta ABD'ye dayanıyor. Yaşanan tasfiyecilik büyük bir organizasyondur, salt AKP organizasyonu olarak görmek yanıltıcı olur. Arkasındaki büyük organizasyonu görmek gerekir.
"Özsavunma": Bundan sonra geliştirilecek olan özsavunma anlayışı, halkın her türlü örgütlenmesidir, halkın içinde yer aldığı bir özsavunma anlayışı geliştirilmelidir. Bir de ben özsavunma derken hep silah anlaşılıyor. En demokratik toplumların bile kendisini savunmaya ihtiyacı vardır. Bu silah demek değildir. Demokratik kitle gösterileri de bir özsavunma biçimidir. Örneğin Diyarbakır'da halk, Mısır'daki gibi günlerce sokaklardan ayrılmazsa, taleplerini dile getirirse, işte o zaman barış gelir, bakın bakalım o zaman AKP kalır mı kalmaz mı, işte o zaman Erdoğan'ın kendisi bu sorunun çözümünü talep edecektir. Ayrıca Diyarbakır'da milyonlarca kişiyi bir araya toplayacak güçleri de vardır. Bu yöntem de bir özsavunmadır. Ben burada tahrikçilik yapmıyorum. Kürt sorunun demokratik-barışçıl çözümünün yollarını arıyorum. Yeri gelmişken belirteyim; bu Tunus ve Mısır'daki gelişmeler de şunu gösterdi; Ben yıllar önce ve savunmalarımda 2000'li yılların halkların baharı olacağını belirtmiştim. Gelişmeler bu öngörümü doğruluyor.
"Demokratik Konfederalizm": Ortadoğu'daki diktatör rejimlerin demokratik konfederalizm sistemiyle aşılacağını çok önceden beri söylüyoruz. Demokratik konfederalizm çözümü tek çözümdür. Ayrıca Mart değerlendirmem de yanlış anlaşılıyor, Mart başı vurgusu da bir isyan günü ilanı değildir. Tam tersi buradaki amacımız sorunun çözümünü sağlamaktır. Demokratik çözüm kanalları tıkanırsa ister istemez şiddet tırmanacaktır, bu bir durum tespitidir. Demokratik çözüm yolları tıkanırsa bu ne demektir, ayrılmaya kadar giden bir dönemin başlaması demektir. Biz bunun önüne geçmek demokratik çözümü sağlamak istiyoruz. Bütün çabamız bunun içindir. Silahların devreden çıkarılması için demokratik kanalların açılması gerekiyor. Silahsızlanmayı böyle ele almak gerekiyor. Demokratik kanallar açılmadan silahsızlanmadan bahsetmek bir tehlikedir. Bu konuda daha önce Mardin'li mağdure örneğini vermiştim, Bir kıza iki yüz kişi tecavüz etmiş ve bunların hiç biri ceza almamış, üç dört ay sonra hepsi dışarı çıkmış, kimse tutuklanmamış. Bu konuda yargı yok, devlet yok, jandarma yok, yani bu kızı koruyan hiçbir şey yok. Bu kadına yapılan aslında bütün Kürt kadınlarına yapılmış bir şeydir. Bu başka yerlerde de uygulanan bir politikadır."
Aram Tigran: Zihinsel bir değişim yaşanmıyor deniliyor ancak bunu yapacak olan yine Kürt siyasetçileri-öncüleridir. Halkın beklentilerini boşa çıkarmaya hiçbirisinin hakkı yok. Bunu başarmak zorundalar. Bir zamanlar Öcalan'ın onuru Kürtlerin onurudur deniliyordu. Evet öncülerse, liderlerse, halkın onurunu kendi onurları olarak görebilmelidirler, bu bilinçle hareket etmelidirler. Bunun için de öncelikle Kürtlük bilinçleri sağlam olmalıdırlar. Ancak Kürtlük bilinciniz sağlam temellere dayanmıyor, evet Kürtler, Kürtlüklerini inkar etmiyorlar ama kaba bilinçle de bunlara yanıt olamazlar. Kendi tarihlerini iyi bilmelidirler. Özel onurlu Kürtlerdirler ama bu da yetmiyor. Kendi hakikatlerini iyi bilmelidirler. Bu konuda müthiş bir kirlilik var, kökeni ta Gılgameş'a kadar gidiyor. Bu konuda şu anda ismini hatırlamadığım ünlü bir Osmanlı sadrazamının sözü var. Karşısındakine "saf kirden ibaretsin, bütün kirlerini silsem ortada bir şey kalmayacak" der. Şimdi Kürtlerin durumu da buna yakındır. Bu kirden kurtulmak için kimlik bilincini, anlamını kavramak gerekir. Bu kavrama tek başına siyasetle, bilimle de olmuyor. Bu Kürtlük bilinci bende nasıl gelişti onu anlatayım. Hatırlıyorum Lise'ye gidiyordum, 1966-67'li yıllardı. Elime ilk defa Aram Tigran'ın bir kasedi geçmişti. Onu ilk dinlediğimde "bravo işte bu" demiştim. Benim ilk kürtlük bilincim Aram'ı dinlediğimde oluştu. Gerek bestesi, gerek sözleri, güftesi verdiği duygu beni çok etkilemişti. Ve gerçek anlamda Kürtlükle bir müzik sayesinde tanıştım. Yine yıllar sonra televizyonumuzun ilk açıldığı yıldı. Telefonla bağlanmıştım. Aram o zaman iki kıtalık "delal delal" parçasını söylüyordu. Bu parça Dervişe Evdi ile Adule'nin hikayesini anlatıyor. Bu hikayeyi bestelemişti. Bu hikaye genel hikayenin çok küçük bir parçasını ifade ediyordu. Aram bunu dile getirmişti, belki tam vermiyordu ama yine de çok etkileyici olmuştu. İnsanı tarihle buluşturuyordu. Hikayede bundan yüzlerce yıl öncesi anlatılıyor. Osmanlı dönemidir, o dönemde bugünkü anlamda sınır yoktur, yani Suriye ve Irak'ı da içine alan bölgede yaşanan bir aşk hikayesi ama özünde bir tarihi veriyor. Dervişe Evdi Şengal'li bir ezidi Kürdü'dür. Ahmet Türk'ün de bildiğim kadarıyla kökeni Ezidilere, Viranşehir'e dayanıyor. Bir müzik eserini bile dinlerken Kürdün tarihine ait bir şeyi öğreniyorsun. Onun hakikatine varıyorsun. O an o parça bile o kadar etkileyici ve öğretici oluyor ki kendi hakikatinin farkına varıyorsun.
"PKK tarihi anlaşılmalı": Hakikate sadece bilimle ulaşılmaz, sanatla, müzikle de hakikate ulaşabilirsin. Bir hikaye bile seni kendi hakikatinle, kimliğinle buluşturabiliyor. Yeri gelmişken söyleyeyim kendi kürtlük orijinini en saf biçimiyle yaşayanlar, ifade edenler sırasıyla Ezidi Kürtler, Alevi Kürtler ve ovalı Sunni Kürtlerdir. Ezidi Kürtlerin kimlik temsiliyetleri başta geliyor. Biliniyor en çok baskıya maruz kalanlar da onlardır, göçertildiler. Yine Dersim'de Baran vardı, bir sanatçı. Hatırlıyorum onun da güzel eserleri vardı, orijinal, anlamlı eserleri vardı. Güzel keman çalıyordu. Tabi sonraları Dersim'de de kirlenme-yozlaşmalar yaşandı, yaşanıyor. Şimdiki sanatçılar ne kadar bu orijinalliği, anlamı derinliğiyle verebiliyorlar? Şimdiki müziklerde bu etkileyiciliği göremiyorsun, sanatla uğraşanlar bu konular üzerinde durabilmeliler. Bugünlerde bir kitap okuyorum, ikinci defa okuyorum bu kitabı. Kürt hakikati konusunda da bizim PKK'nin deneyimi oldukça çarpıcıdır ve önemlidir. PKK tarihi araştırılmadan, anlaşılmadan bugün Kürtlerin siyasetini yapamazsınız, yapsanız da eksik kalır."
Öcalan şunları da ekledi:
* İran'da idam edilen Hüseyin Xiziri'nin ailesine ve İran'daki halkımızı çok özel selamlıyorum. Xiziri'nin hesabı mutlaka sorulur.
* Kadın sorunu önemlidir. Beş bin yıllık sınıflı uygarlık tarihi kadına sadece doğurma ve emzirme rolünü vermiştir, burada kadın bundan ibarettir. İşte Erdoğan üç çocuk doğurun diyor ya. Kadınlar bu anlayışa karşı mücadele ediyorlar. Kadınlar Ortadoğu'nun çağdaş kadın temsiliyetini gerçekleştirebilirler. Bu temsiliyeti gerçekleştirmek önemlidir. Binlerce yıl sonra kadın tanrıça kültürünün Ortadoğu kadınında temsil edilmesi çok önemli ve değerlidir. Kendisini bu düzeye getiren kadın da sevilir, o kadınla birlikte anlamlı yaşanır. Bu bağlamda mücadelemizdeki kadınlar Ortadoğu kadınlarına öncülük edebilirler, kadınları etkileyebilirler. Bu konuda önemli gelişmeler katedebilirler. Bu çalışmaları daha ileri aşamalara taşımalıdırlar. Tüm kadın arkadaşlara selamlıyorum, başarılar diliyorum. (EÜ)