Erdoğan'ın "danışılmış, danışılmamış" sözleri
Ağzından dökülen her söze baktığımda artık anlayabiliyorum, hangisini danışmanlarına danışarak söylemiş, hangisini alelusul ortaya karışık boca etmiş.
Mesela Kürt sorununun çözümüne dair Diyarbakır'da söyledikleri iyi danışılmış ve iyi çalışılmış bir dersin kamuoyuna yansıyan yüzüydü.
Dolayısıyla getirisi de ulusal ve uluslararası manada çok verimli olmuştur, eminim.
Ama "Askerlik yan gelip yatılacak yer değildir" sözü amiyane tabiriyle "pat" diye ortaya atılan bir söz olmuştu. Ve bu nedenle de bir çok kesimden ciddi tepkiler almıştı.
Bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde Diyarbakır, Batman ve çevresi ciddi bir doğal afetle karşı karşıya kaldı.
Sel kasıp kavurdu, 35'in üzerinde insanın ölümüne, çok büyük maddi hasarlara sebep oldu.
"Biz biliyoruz ki insan insana ulaşır" diyenler
Batman kısa vadede belini doğrultmayacak hale geldi. Bu halin yürekler acısı durumunu gören aklı selim insanlar şöyle dediler:
"Sel bir şehrin yoksullarını aldı. Binlercesi soğukta, ıslak bekliyor. Batman felaketi sosyal adaletsizliğin insanları öldürebileceğini bize bir kez daha gösterdi. Devleti, asli görevi olan, insanlara insanca bir yaşam sunmaya çağırıyoruz. Biz de, toplum olmanın gereğini yerine getirmek için, Doğu'nun doğusundaki kardeşlerimize destek oluyoruz. Biz biliyoruz ki insan insana ulaşır."
Bu isimler arasında Sezen Aksu, Müjde Ar, Oya Baydar, Murat Belge, İbrahim Betil, İdil Biret, Ayla Erduran, Gencay Gürsoy ve Davut Ökütçü de var.
Buna niye mi gerek duydular? Sanırım yine doğru zamanda ama yanlış edilen bir söz uğruna.
"Sel konusu medya tarafından abartıldı." Kararlıydı ki; üzerinden birkaç gün geçmeden devamını getiriverdi: "Dere, işgalciyi üzerinden atar. Dere yatağında akar. Hiçbir zaman dere, kendi tapulu arazisi üzerinde işgalci istemiyor. Önünde sonunda bunları atıveriyor."
Aslında hiçbir yorum katmaksızın, yalın haliyle tarihin bu döneminde edilmiş sözleri bu haliyle bırakmak belki de en doğrusuydu.
Ama sözü eden bir başbakan olunca, sözünün arkasında da durunca insan ister istemez kendisine, geçmişini anımsatmak istiyor.
Siyasetçinin tek görevi doğruyu söylemek mi?
Siyaseten çok önemsediği İstanbul'u yıllarca yönetirken belediye başkanı olarak, sonra da ülkenin başbakanı olarak "ne denli sözü edilen imarsızlık ya da uygun olmayan yerlere konut yapılmasına göz yum(ma)ma konusunda duyarlı oldunuz, ya da olmadınız" diye sormalı herkes.
Elbette doğrudur, siyasetçi dediğin doğruyu söylemelidir. Görevi budur.
Ancak siyasetçinin yapması gereken sadece doğruyu söylemek midir?
Yönettiği ülkenin bir tek canının bile telef olmaması için politika üretmek, çözüm üretmek gibi bir derdi de yok mu siyasetçinin?.
Üstelik o siyasetçiyi, seçilmiş bir temsilcisinden vazgeçerek, fedakarlık yaparak seçmiş bir şehrin yakın zamana kadar bağlı ilçesi olan bir ildir telefata uğrayan. Bu da mı yetmez?. O halde artısı da var. Kendi eşi de oralı.
Başbakana geçmiş ola artık
Bu ne derinlerdeki kin ve önyargıdır ki, ya da siyasal "görememezlik"tir ki, insanı bu denli rijit ve acımasız kılmaktadır.
Evet biz biliyoruz ki; devleti temsil eden siyasal iktidarlar önyargılı olsa da; "insan insana ulaşır", derdine ortak olur. Yerel yöneticilerin, sivil toplum örgütlerinin ve duyarlı bireylerin yaptığı gibi.
Duyarlı kamuoyu çizmesini ayağından çıkararak çıplak ayaklı bir kadına giydirip sonra da bir kilometre çamurda çoraplarıyla yürüyen belediye başkanını hatırlayacaktır.
Kem sözü sarf edeni ise, unutmayacak ve ilk seçimde geldiği yere yollayacaktır, en azından bölgede...
Bu saatten sonra mı? Vız gelir. Artık başbakan afet bölgesine gelse de kıymeti harbiyesi yok. Söz bir kez hançeresinden çıkmıştır. Geçmiş ola sayın başbakan. (ŞD/EZÖ)