“Erkek oyuncu ya da yönetmen bir böcek gibi çiçekten çiçeğe gezer, bal toplar. Oysa kadından beklenen hem çok çalışmak hem ilginç olmak hem ölçülü olmak hem de zeki olmaktır. Bir erkek oyuncunun üstüne giderse, ya da biriyle çok fazla uğraşırsa veya ölçüsüz davranırsa adı ‘çatlak kadın’dır. Bu yakıştırmalar pek çok yöne doğru, dahası belden aşağıya doğru uzar gider kimi zaman. Ya da bir sahnede kadın taciz edilir, kadın konuşursa veya kuşkulanırsa erkekten, o zaman kadının adı yine hazırdır: histerik kadın.
“Böylesi eril zihniyetle hemhal olan bir kadın, var olduğunu, önemli olduğunu, önemli bir iş yaptığını kanıtlamak adına giderek kadınlığını yitiriyor ve özel yaşamını ikinci, üçüncü plana atıyor, eril ortamda kimlik değiştirebiliyor, farkına vardığında da, ‘Evet ya ben bir kadınım, bir dakika!’ diyor. Ama o zamana dek zırhlar katmanlaştığı için bambaşka bir kadına dönüşebiliyor. Oysa kadın olmak tıpkı insan olmak gibi çok güzel bir duygu. Duygularını yaşayan, düşüncelerini ifade eden, kadın olduğunun farkında olan bir birey. Tıpkı erkek gibi.”
Prof. Dr. Nurhan Tekerek, tam 37 yıldır dolu dolu tiyatro dünyası içinde. Sadece neler yaptığını yazmak bile sayfalarca sürecek kadar çok. Tekerek, tiyatronun hem kuramsal hem de uygulama alanında çalıştı. Amatör, özel, ödenekli ve okul tiyatroları olmak üzere oyunculuk, yönetmenlik, sanat yönetmenliği, dekor-kostüm-ışık-efekt-afiş-broşür tasarımı; akademik yaşamda ise dekan yardımcılığı, öğretim üyesi ve kurucu bölüm-anasanat başkanlığı olmak üzere hemen her işi yaptı. Dolayısıyla kendisini bir “tiyatro insanı” olarak tanımlıyor.
34 yaşında yüksek lisansı ve doktorayı almak için Adana-Ankara arasında 6 yıl yolculuk yapmış. Zeynep Oral’ın aynı adlı kitabından kurguladığı, yönettiği ve oynadığı Kadın Olmak adlı tek kişilik belgesel oyununu tam 11 yıl oynadı. Şimdiye dek 21 oyunda oyuncu olarak, 50 oyunda da yönetmen olarak görev yaptı. 2 oyun çevirdi, 2 çocuk oyunu yazdı ve 6 kurgu-kolaj yaptı. Kadın Meddah uygulaması “Zilli Şıh” ı da 2006’dan bu yana sürdürüyor.
Tekerek’e göre çözüm yolları ise: Erkeklerin “empati” yapması ve eril zihniyetin değiştirilmesi gerekiyor. Kadına kendini gösterme olanağı verilmeli, motivasyon güçlendirilmeli; kadının cinsiyetinden ötürü yaşadığı sorunlar saptanmalı, bu sorunlara nasıl çözüm bulunacağı ya da bulunulması gerektiği ödenekli-ödeneksiz tüm tiyatro kurumlarındaki kadınların ve erkeklerin temsilci düzeyinde katılacağı bir tartışma platformu oluşturulmalı, çalıştaylar, sempozyumlar düzenlenmeli ve kadının yaşadığı sorunlar masaya yatırılmalı, daha sonra da uygulamaya geçirilmeli. Kadınlar daha çok oyun yazmalı; yönetmen, oyuncu, dramaturg ve diğer alanlarda daha çok kadın olmalı ve daha etkili olmalı. Kurumlarda çalışan kadınların sayısının ve etkisinin artması gerekli.
Tiyatroda kadın-erkek sayısının ve etkisinin eşit olmamasının nedenleri nedir?
Bu sorunun tarihsel olarak sosyal, ekonomik, politik, kültürel yani din, gelenek, feodal yapı ve süreç içinde modern ortasınıf çekirdek aile yapısı gibi nedenlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Osmanlı’nın, merkezci ve otokratik-teokratik siyasi yapısı, islamiyeti algılama ve uygulama biçimi ve beraberinde gelen yaşam biçimi kadının toplumsal yaşamda var olmasını olumsuz yönde etkiliyor. Cariye-harem geleneğinin var olması, kırlarda feodal ve onun uzantısı töresel yapı içinde kadının toplumsal yaşamın dışına itilmesine neden oluyor. Bu nedenle kent tiyatromuzu oluşturan meddah, karagöz ve ortaoyunu geleneğimizde de, kadınlar toplumsal yaşamdan uzak kaldıkları için ancak entrikalarıyla ve kendi küçük hayatlarıyla var olabiliyorlar. Dolayısıyla oyunlardaki kadın tipleri de hep entrikacı, düzenci, dolapçı, cazgır ve hafifmeşrep kadınlar oluyor.
Tanzimat’la başlayan ve Meşrutiyet’le süren batılılaşma-yenileşme çabalarının da aktarmacı olması dolayısıyla dönemin kadın ve erkek cinsiyetince, özellikle erkeklerce içselleştirildiği kanısında değilim. Türkiye tarihinde ise, Halk evleri, Köy Enstitüleri gibi oluşumların ve kurumların kesintiye uğratılması toplumun gelişmesini engellediği gibi kadın cinsiyetinin gelişmesini de engelliyor. Toplumun kadın ve erkek yurttaşlarının henüz yurttaşlık bilincine sahip olamamasına, birey olarak ve kadın olarak kadının haklarını yeterince savunamamasına, kadının talepkar olmamasına neden oluyor. Orta-sınıf kültüründe göreceli bir eşitlik var(mış) gibi görünse de, aslında pek de öyle olmadığı görülüyor.
Son yıllarda ülkedeki sorunlar ise kadınlarla erkekler arasındaki mesafenin açılmasına neden oluyor. Yılar öncesinde birlikte var olmanın yollarını aralamaya çalışan kadın ve erkek arasındaki uçurum giderek açılıyor.
Kadının nitelik ve nicelik olarak tiyatrodaki etkisinin azlığı, tiyatronun tarihi kadar eski. Sizce kadınlar yeterince mücadele etti mi?
Felsefenin temelini atan Antik Yunan’da bile o ünlü poetikayı yazan Aristoteles dahi toplumu sınıflandırırken kadınları köleden bile daha aşağı sınıfta sıralamıştır. Yetenekli ve bilgili kadınlar da vardı. Ama onların öne çıkması var olan düzenden dolayı pek de mümkün değildi. Elbette tek tanrılı dinlerin de bu duruma etkisi büyüktü. Örneğin yer altında örgütlenen protestanları yakalamak için kadınları cadılıkla yaftalamak, sonra da cadı avına çıkmak, yakalanan kadınların binbir türlü işkencelerden geçirilmesi gibi… Bütün bu olumsuz koşullarda kadının, özellikle anaerkil toplumları, amazonları, siyaset, sanat, ekonomi, haklar alanında öncü olan kadınları da dikkate aldığımızda, ben kadının tarih boyunca ciddi mücadeleler verdiğini düşünüyorum.
Ülkemizde, bugün tiyatro, televizyon ve sinemada kadınlar için güzel olmak, biçimli olmak, genç olmak, seksi olmak ve çok bilmemek ön koşul haline geldi… 30-40 yaşındaki kadınlara ancak anne ve nine rolleri düşüyor.
Hele tiyatroda bir ekibi yönetmek kadın için bayağı zorlu bir yolculuk. Erkeğin egosunu rahatsız eden bir durumdur bu. Kadın biraz çok konuşunca ya da ekibi eleştirirse o “deli kadın”dır. Ya da biraz değişik şeyler isterse “uçuk kadın”dır. Erkek oyuncu ya da yönetmen bir böcek gibi çiçekten çiçeğe gezer, bal toplar. Oysa kadından beklenen hem çok çalışmak, hem ilginç olmak, hem ölçülü olmak, hem de zeki olmaktır. Bir erkek oyuncunun üstüne giderse, ya da biriyle çok fazla uğraşırsa veya ölçüsüz davranırsa adı “çatlak kadın”dır. Bu yakıştırmalar pek çok yöne doğru, dahası belden aşağıya doğru uzar gider kimi zaman. Ya da bir sahnede kadın taciz edilir, kadın konuşursa veya kuşkulanırsa erkekten, o zaman kadının adı yine hazırdır: “histerik kadın”. Kimi tiyatro okullarında ve kurslarda erkek hoca genç kadın öğrenciyi taciz eder, genç kadın ya olayı kapatır ya da o olayı kullanmaya kalkışır ama beceremez. Yani olan genç kadına olur. Her iki durumda da erkek hoca kazançlıdır.
Erkeklerin bu eşitsizlikte, davranış, dil, oyun seçimi, görev dağılımı, vücut dili gibi yaptığı ya da yapamadığı şeyler neler?
Tiyatroda kadına salt “kadın oyuncu” olarak yaklaşıldığını, yeri geldiğinde oyuncuya kadınlığının cinsiyetçi bir yaklaşımla artılar ya da eksiler getirdiğini gözlemliyorum. Birçok insanın mesleğin gerektirdiği özen ve titizliği göstermediği, davranışlarına çok da dikkat etmediğini, en önemlisi de tiyatroda var olan “kadınların pek çok sorunu”na da duyarsız kaldığını söyleyebilirim. Tiyatroda da kadınlara ekstra alanlar açmak, yollarını kolaylaştırmak, kadınlara destek olmak gibi tutumların yetersiz olduğu bir gerçek.
Yüzde altmış üreten kadın, onda bire sahip
Tiyatroda cinsiyet eşitsizliğini çözmenin yolları nedir? Nereden başlanması gerekiyor?
Öncelikle eril zihniyetin genel olarak değiştirilmesi gerekiyor. Cinsiyet eşitsizliğini çözmenin yollarından en önemlisi, kadınlara öncelik tanımaktan ve kadına kendini gösterme olanağı vermekten, böylece kadın çalışanların motivasyonunu güçlendirmekten geçiyor. Bunun için önce tüm kurumlarla birlikte tiyatrolarda da kadının konumunu ve sorunlarını saptamak için anketler yapılmalı ve kadının cinsiyetinden ötürü yaşadığı sorunlar saptanmalı. Ardından bu sorunlara nasıl çözüm bulunacağı ya da bulunulması gerektiği ödenekli-ödeneksiz tüm tiyatro kurumlarındaki kadınların ve erkeklerin temsilci düzeyinde katılacağı bir tartışma platformu oluşturulmalı, çalıştaylar, sempozyumlar düzenlenmeli ve kadının yaşadığı sorunlar masaya yatırılmalı, daha sonra da uygulamaya geçirilmeli.
Ne yazık ki, dünyanın üretiminin yüzde 60’ını gerçekleştirmesine rağmen dünyanın tüm varlıklarının hala onda birine sahip olan kadınlardır. Böyle bir gerçeklik ortada dururken sorunları dile getiren tiyatronun, nicelik ve nitelik olarak daha çok kadından faydalanması mutlaka gerek.
Kadınlar daha çok oyun mu yazmalı, kadını mı yazmalı, evrensel konuların içinde kadını mı yazmalı; yoksa yönetmenlik daha mı etkili olur?
Elbette kadınlar daha çok oyun yazmalı, insan bakış açısıyla kadını yazmalı. Yöresel olanı da, evrensel olanı da. Her alanda kadın daha çok ve etkili olmalı. Kurumlarda çalışan kadınların, buna tiyatrolarda dahil, hem sayısının hem etkisinin artması gerek.
Yine bu konuda gözlemlediğim ve yaşadığım bir örnek var. Benim uzmanlık alanım, ağırlıklı olarak yaptığım iş ve verdiğim dersler dikkate alındığında yönetmenlik alanında. Pek çok oyun yönettim. Şu anda emekliyim, yani şartlardan dolayı tiyatro yapamıyorum. Hayatımın en verimli dönemindeyim. İstanbul Şehir Tiyatrosu’na da, Devlet Tiyatrosu’na da oyun yönetmek üzerine başvuruda bulundum. Neredeyse 4-5 sene oldu, olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamadım. En azından geri dönüş yapılabilirdi o da olmadı. Oyunlar çevirdim, yazdım, repertuvardan geçti, oynanmadı. İnsanlar bana, “Hocam neden yazmıyorsun?” diyor. Basılmayan ve dolayısıyla okunmayan şeyleri neden yazayım? Yazı paylaşmak için yazılır. Oyun oynanmak için yazılır. Tiyatro seyirci için yapılır.
Cinsiyet eşitliğinin sağlanması için kadının öyle ya da böyle mücadele etmesi gerekiyor? Peki erkeklerin ne yapması gerekiyor?
Öncelikle erkeklerin “empati” yapması gerekiyor. Geceleri sokağa çıkamamanın, tacize uğramanın, dayak yemenin insan ve kadın onurunun ne kadar aşağılandığını hissetmesi gerekiyor. Koca koca adamlarla evlendirilen kız çocuklarının yaşadığı travmayı hissetmesi gerekiyor. İnsan olmanın da önkoşulu değil mi bu? Erkeklerin de kadınlarla birlikte, yan yana, dayanışma içinde mücadeleye katılması gerekiyor.
Tiyatro hayatınızda, kadın olmanızdan kaynaklanan yaşadığınız sorunlar nelerdi?
Ciddi tiyatro yapan ve gücünü hissettiren kadınlara, ister akademisyen, ister oyuncu ya da yazar veya rejisör olsun, uzak durulduğunu, kadının yalnızlaştırıldığını söyleyebilirim. Tiyatroda bir çok işi çoğu zaman kendim yaptım. Dekor yapılacak, atölyelere yaya gidilecek, oradaki işçilerle basit ve en ucuz malzemeyle dekor yapılacak, satın alma yapılacak, kostüm dikilecek, dekor taşınacak, afiş ve duyuru tasarlanacak, asılacak gibi pek çok iş.
Bir de bürokraside hakim olan erkekler. Kadın olanlar da genelde yönetici ve karar verici pozisyonlarda değil. Dolayısıyla pek çok erkek çalışanla boğuşmak zorunda kalıyor insan. Çoğu zaman deli, kavgacı, hırçın diyorlar ya da, “Eyvah yine mi geldi!” tutumuyla karşı karşıya kalıyor insan.
Size bir anımı anlatayım. Adana’da bir gecekondu mahallesinde yazlık sinemada müzikli-danslı seyirlik oyun oynuyoruz. Adamın biri de sinemaya bitişik damında sofra kurmuş, rakı içiyor. Kızların dansı ve türküsü bittiğinde, “Haydi bakalım biraz da benim için oynayın!” demişti. Kızsak mı, gülsek mi, şaşırdık kaldık…
Kendinizi nasıl korudunuz? Korurken nasıl bir bedel ödediniz?
Böylesi eril zihniyetle hemhal olan bir kadın, var olduğunu, önemli olduğunu, önemli bir iş yaptığını kanıtlamak adına giderek kadınlığını yitiriyor ve özel yaşamını ikinci, üçüncü plana atıyor.
Ek olarak; yalnız, tiyatrocu, boşanmış, akademisyen bir kadın olarak eril ortamda kimlik değiştirebiliyor. Sertleşiyor ya da bambaşka bir kimlik ediniyor kendine. Bunu farkında olmadan yapıyor, farkına vardığında da, “Evet ya ben bir kadınım, bir dakika…” diyor. Ama o zamana dek zırhlar katmanlaştığı için bambaşka bir kadına dönüşebiliyor. Oysa kadın olmak tıpkı insan olmak gibi çok güzel bir duygu. Kadın her daim kadın olduğunun farkında ve bilincinde olmalı. Yani özgün bir birey olmalı. Duygularını yaşayan, düşüncelerini ifade eden, kadın olduğunun farkında olan bir birey. Tıpkı erkek gibi.
Yaşadıklarınıza farklı bir anlamda “cinayet” mi diyorsunuz?
Kadının kadınlığını ve özgünlüğünü yitirmesi, kendini korumaya alması, edinilmiş ve öğretilmiş bir kimlikle var olmaya çalışması bir parçalanmışlık hali değil mi? İnsan da parçalanmamalı, hırpalanmamalı. Bu bir cinayet değil mi? Çoğu zaman da bilerek ya da alışkanlıkla engeller konuluyor tiyatro yapan kadına. Kadın bunun farkındaysa kendini korumaya alıyor, değilse yok olup gidiyor.
Tiyatroda cinsiyet ayrımına maruz kalan birini hatırlıyor musunuz? Ne yaşandı?
Mutlaka oluyor… Belli görevleri, belli isimlere verme, kadınlara olanak vermeme, onun enerjisini yok etmeye çalışma bir cinsiyet ayrımı değil midir? Ayrıca tiyatroda sahne, kulis, prova süreçleri, rol dağılımı, görev dağılımı gibi alanlarda da cinsiyet ayrımı yapıldığı herkesçe bilinen bir gerçek. Bir de bu erkek ünlü oyuncuların kadınlara, genç kızlara yaptıkları cinsiyetçi istenmeyen tutumlar da var. Bunda elbette kadınların da tutumu önemli… Ben bu kadarını ifade edebiliyorum.
Türkiye’nin ilk ve tek kadın meddahısınız. İlk kadın meddah olmanın getirdiği zorluklar ya da kolaylıklar oldu mu?
Hem kadın olarak hem kadın meddah olarak hem de alışılmadık bir gösteri olmasından ötürü yadırgandığım zamanlar ve oyunlar oldu elbette. Çünkü Zilli Şıh’ı sokakta, parkta, derslikte, kantinde boş olan her alanda oynadım. Bir örnek vereyim: Bir kadın arkadaş oyunu izledikten sonra, Zilli Şıh’ın çok eşli olması, eşlerin Şıh’ı, Şıh’ın Mırzık Abdi’nin yosma duluyla eşlerini aldatmasını anlatarak kadınlara haksızlık yaptığım konusunda beni eleştirdi. Hikayenin ana teması ve bütünlüğü içinde hikayenin gelişimi öyleydi, bunu o arkadaşa anlatmaya çalıştım. Söz konusu olan kadınların aşağılanması değil, herkesin birbirini aldattığı bir ortamda, kadınların da o entrika içinde yer almalarının doğal olduğunu anlatmaya çalıştım. Ama ikna olmadı galiba…
Kadın Olmak oyununa erkek ‘akademisyen’ engeli
“Kadın Olmak” oyununuzla izleyiciye ne vermek istediniz? Yaşadığınız zorluklar var mıydı?
Zeynep Oral’ın 1985’de Nairobi’de gerçekleştirilen Dünya Kadın Buluşması’nı anlattığı kitabıdır. “Kadınların Gelişimini Önleyen Başlıca Öğe Savaş ya da Savaş Tehditleridir” düşüncesinden hareketle kadınlar kürsülerde, açık havada, meydanlarda, toplantılarda, söyleşilerde kendilerini ifade ediyordu. Bu kitapta anlatılanların tam da yeri ve zamanı olduğuna karar verdim. Çünkü Irak Krizi dönemini yaşıyorduk. Hayal ettiğim ekibi kuramayınca başından sonuna birçok işini kendim üstlenerek yönettim ve oynadım.
O dönemde Çukurova ÇYDD’nin dışında pek kimse ilgilenmedi. Gerek Adana’da Cumartesi İnsanları/Anneleri’ne oynarken, gerekse Isparta SDÜ’de 7 Mart 2003’de oynadığımda bırakın desteği bir takım engellerle karşılaştım.
Elbette yine egemen eril düşünceye sahip bir takım akademisyen kılıklı erkeklerin saman altından su yürütmesiyle. Dolayısıyla 11 sene kendi olanaklarımı kendim yaratmaya çalışarak “Kadın Olmak”ın ne demek olduğunu seyirciye anlattım. Acı çeken, işkence gören, dayak yiyen, cinayete kurban giden, ekonomik ve sosyal olarak sömürülen kadınları, mülteci kadınları, savaş ve savaş sonrasında kadınların çektiklerini anlatırken ben de bir kez daha anımsadım kadın olduğumu, bir kez daha kendimi gözden geçirme olanağı buldum. (LA/ÇT)