• “500 kişilik cezaevinde 2000 kişi vardı; 2 kişilik odalarda 4 kişi kalıyordu.”
• “İki ay boyunca yerde yattım.”
• “Revir sancısı tutan 38 haftalık hamile bir kadını saatlerce bekletti.”
• “Cezaevindeki kadınların tüylenme, sakal-bıyık çıkarma sorunundan herkes söz ediyor; suda bariz bir ilaç kokusu var.”
• “Sigara içmeyen biriyseniz mahvoluyorsunuz; kaçacak yer yok.”
• “Ailesiyle iletişim kuramayan tutuklu, resmen bir kuyuda unutulmuş gibi.”
Türkiye’de kadınların hikâyesi artık sadece erkek şiddeti ile yerindeki mobbing ile, sokaktaki tehditlerle sınırlı değil. Siyasi iktidarın giderek sertleşen baskı rejimi, kadınları düşünceleri, yazıları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle cezaevi duvarlarının ardına itiyor.
Gözaltı araçları, mahkeme koridorları ve koğuşlar; hukuksuzluğun, cezasızlığın ve “ibret olsun” mantığıyla kurulan yeni bir şiddet rejiminin sahnesine dönüşmüş durumda.
Yazar Nur Betül Aras, bu rejimin tanıklarından ve hedeflediği kadınlardan biri.

25 Kasım: Kadınlar Birlikte Aşıyor
CHP İstanbul İl Başkanlığı’na Gürsel Tekin’in atanmasını eleştiren paylaşımları nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanan Aras, iki ay süren cezaevi deneyimini anlatırken yalnızca kendi yaşadıklarını değil, içerideki binlerce kadının yaşadığı sistematik hak ihlallerini de görünür kılıyor.
Nur Betül Aras, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ne sayılı günler kala cezaevlerinin kadınlar için nasıl bir “sessiz şiddet mekânı”na dönüştüğünü bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Gözaltı sürecinizle başlamak istiyorum Gözaltına alındığınız gün neler yaşandı? Evinize geldiklerinde size nasıl davrandılar, bir hak ihlaliyle karşılaştınız mı?
Gözaltına almak için sabah saat 6'da evime gelindi. Siber Güvenlikten 1 kadın 2 erkek polis kapımda, ilçe emniyet müdürlüğünden 3 polis de sokak güvenliğini sağlamak üzere sokakta hazır bulunuyordu. Direnmediğim ve son derece sakin davrandığım için kelepçe takılmadı.
Kadın polis koluma girdi. Sürekli onunla birlikte hareket ettim. Benimle sohbet etmek isteyen, yaptığımdan pişman olup olmadığımı anlamaya çalışan bir halleri vardı.
Bazıları yapılan muamelenin kendileriyle ilgili olmadığını izah etmeye çalışıyordu. Resmi prosedürün haricinde sanırım siyasi eğilimlerinden dolayı kişisel olarak merak ettikleri sorular soruyorlardı; Neden hiç korkmadığım y ada direnmediğim gibi şeyler.
"Bu saatte yalnızca polis zil çalar"
Tutuklanma kararı sizin için sürpriz miydi?
Tweet sebebiyle tutuklanmak artık vaka-i adiyeden olduğu için zaman zaman arkadaşlarımla esprisini bile yapıyorduk. Son zamanlarda sokağımdan geçen her polis aracına, her siren sesine "beni mi almaya geldiler acaba" diye bir müddet bakıyordum.
Gözaltına alınacağım sabah zil sesiyle uyandım ve "Bu saatte yalnızca polis zil çalar" diyerek, beni almaya geldiklerini tahmin ederek kapıyı açtım.
Polisler giyinmemi beklerken birilerinin başıma ne geldiğinden haberi olsun diye en kestirme yoldan tweet atmaya karar verdim ve aslında bilgi olarak gözaltına alındığımı bildiğim halde bilinç olarak tutuklanacağımdan emin olduğum için sanırım beynim sonuç odaklı çalışmış ve "Tutuklanıyorum" yazmışım. Öyle de oldu gerçekten.
Nöbetçi mahkemeye çıkmadan önce avukatım Şeyma'ya şöyle söyledim: "9 yaşında bir kızım olması benim tutuklanmamam için bir gerekçe olmayacak.
Tam tersine, küçük bir kızım olması şuan aleyhime benim. Göreceksin, diğerlerini bırakıp beni tutuklayacaklar. Çünkü rejimin benim gibi bir profile ihtiyacı var. "Artık küçük çocuğunuz olsa da tutuklanacaksınız. Yazdığınız şeylerde gerçekten hakaret olmasa dahi tutuklanacaksınız" mesajı verebilmek adına tutuklayacaklar beni, göreceksin." demiştim.
Kararı okuyan hakim, hiç yüzümüze bakmadan, sanki dosyaları karıştırıyor gibi yaparak kararı okudu. Beklediğim kararı duyduğum için soğukkanlıydım. Yalnızca kızıma haberi verirken ağladım. Benim için bugünkü konjonktürde normal kabul edilebilecek bu süreç, onun için anlamsız ve büyük bir haksızlıktı. Çünkü annesi bir vatanseverdi, tutuklanacak ne yapmış olabilirdi ki?
O gün kızımın okulunun ilk günüydü ve ben arkadaş grubuma; il başkanlığına gidersem yolda başıma bir şey gelir yahut tutuklanırsam kızımın yanında olamam kaygısıyla il başkanlığı binasına gitmeyeceğimi, ertesi sabah kızımı okuluna bıraktıktan sonra işe gideceğimi, ardından akşam yapılacak bir miting yahut eylem olursa oraya katılacağımı söylemiştim.
Buna rağmen Gürsel Tekin'i eleştirdiğim tweetlerim cumhurbaşkanına hakaret sayıldı ve tweetlerde hakaret olmadığı için iddianameye dahi yazamadılar. 2 ay sadece topluma ve bana korku vermek için tutuklu yargılandım. Ancak ben korkmadım ve toplum da tutukluluk halini normalleştirmeye başlayacak bu gidişle, birçok kişinin başına gelen bir şey olmaya başladı çünkü. Tutukluluğu yaygınlaştırarak korkulacak bir şey olmadığını gösteriyorlar topluma, farkında bile değiller.
Cezaevindeki ilk geceyi hatırlıyor musunuz?
İlk gece geçici koğuşa alındım. 4 kişilik koğuşta benden başka kimse yoktu ve büyük çelik kapı üzerime kapanıp defalarca kilit üzerine kilit vurulunca kapıya dönüp şaşkınca baktım ve "Vay be, ben neymişim" dedim ve bir mimikle kendimi takdir ettim. Gecenin ilerleyen saatlerinde 4 kişilik geçici koğuşa 10 kişi daha getirdiler.
Diğer tutuklu profillerini görünce büyük bir haksızlıkla karşı karşıya olduğum fikri unuttuğum bir cam kapı gibi çarptı yüzüme ve "Benim bu insanların arasında ne işim var?" dedim.
Ben, işinde gücünde, hayatı boyunca tek bir sabıkası olmayan, iyi bir evlat yetiştirmeye çalışan sade bir vatandaştım. Karşımda 48 suç kaydı olan dolandırıcılar, hayatının bir kısmı düzenli olarak cezaevine girip çıkarak geçen uyuşturucu satıcıları vardı.
Zaten herkes sırasıyla suçunu anlatıp sıra bana gelince "tweet yüzünden" dediğimde çoğu bana güldü, benim gibi başka masumlar da vardı.
“Hamile kadın saatler sonra hastaneye götürüldü”
Cezaevinin fiziki ve psikolojik koşullarını anlatır mısınız?
Bir gece berbat bir deneyim olan geçici koğuşta kaldıktan sonra kalıcı koğuşuma alındım. Bu koğuşta Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, Leman provokasyonunda kalabalığa karşı itirazda bulunması sonucu polisle girdiği mücadele ileri sürülerek tutuklu yargılanan barış akademisyeni Aslı Aydemir, finans sektöründen meşhur davalardan tutuklu yargılanmayı bekleyen kişiler, avukatlar, başhekim, fizyoterapist, bilirkişi vs. genellikle yüksek eğitim seviyesine sahip çoğunlukla kriminal suçları olmayan insanlar vardı.
Hijyen koşulları
Koğuş iki katlıydı ve her katta 2'şer kişilik 8 oda bulunuyordu. Ancak cezaevi 500 kişilik kapasiteye göre inşa edilmiş olmasına rağmen 2000 kişiye yaklaşan tutuklu nüfusu sebebiyle birçok koğuşta 2 kişilik odalarda bazen 3, bazen 4 kişi kalıyordu. Ben de iki kişilik odaya üçüncü kişi olarak geldiğim için 2 aya yakın bir süre yerde yattım.
Son 10 günümde sadece ranzada ve temiz bir odada kalabildim. Tutuklular tüm temizlik, gıda malzemelerini hatta tabak, çatal, kaşığını bile kantinden kendileri alıyor. Bir koğuşta her katta sadece bir bıçak var, o da ucu yuvarlanmış. Yemek yapılacağı zaman sırayla o bıçak bekleniyor.
Eğer size kantin masraflarınız için her hafta en az 2000 lira yatıran biri yoksa, birçok şeyden mahrum kalırsınız. Kantin alışverişini haftada bir defa tek fiş olarak yapabiliyorsunuz ve eğer bir şey unuttuysanız geçmiş olsun, iki hafta ondan yoksun kalırsınız.
Devlet günde 2 öğün sıcak yemek gönderiyor ancak orta veya üst gelir seviyesine sahip kişilerin normal hayatlarında tüketmeyeceği kadar yağlı yahut sağlıksız görünen bu besinler bizim koğuşta tüketilmiyor ve çoğunlukla dökülüyordu. Bunun haricinde tutuklular tarafından bağış olduğu söylenen çerezler, içecekler, tatlılar dağıtılıyordu. Ceviz, kaju, fındık, kayısı, süt, ayran, şerbetli yahut paketli sütlü tatlılar.
Hijyen tutuklular tarafından sağlandığı için oda arkadaşlarınız ne kadar temizse temizlik de o kadar maalesef. Ben bu konuda oldukça yıprandım şahsen.
Bunun haricinde tutukluların bir düzen kurmasına asla izin verilmiyor. Çamaşır suyunu su ile karıştırıp az bir miktar veriyorlar ve bunu hemen kullanmanız gerekiyor. Biriktirdiğiniz görülürse, ayda bir defa arama sırasında bunlar dökülüyor.
Sağlık sorununuz varsa revir acilen ilgilenmiyor. Ben bir mağduriyet yaşamadım ancak yaşadığına tanık olduğum kişiler gördüğüm için yürüyüş haricinde spor bile yapmadım sakatlanırsam kimse bakmaz diye.
Tanık olduklarım; sancısı tutan 38 haftalık hamile bir kadın saatlerce bekletildi, saatler sonra gelen memur "Suyun geldi mi?" sorusuna hayır cevabı alınca "Bekle!" deyip gitti.
Saatler sonra hastaneye götürüldü. 38 haftalık hamile kadının cezaevinde ne işi var derseniz, verecek bir cevabım yok. Diş ağrısı yaşayan bir kişi günlerce dilekçe yazdı, revir personeline haber verdi ancak günler sonra ilgilendiler.
Bunların haricinde cezaevi demek, sigara demek. Eğer sigara içmeyen birisi iseniz yahut astım, bronşit hastasıysanız mahvoldunuz demektir. Sürekli sigara dumanına maruz kalıyorsunuz ve kaçma şansınız yok.
İletişim; eğer tutuklunun avukatı sık sık gelmiyorsa, ailesi ilgilenmiyorsa, mektup yazanı yoksa, o kişi kendi kaderine terk ediliyor. Hayat o kişiyi bir kuyuda unutuyor resmen.
“İnsanların gözü hep koğuş kapısında”
Cezaevine giren Nur Betül Aras ile çıkan Nur Betül Aras arasında fark var mı?
Hiçbir şey değişmedi çünkü girer girmez, burada bana lazım olan iki şey; fiziksel ve mental sağlığım, buna göre koru kendini diyerek gardımı aldım. Her olaya, kişiye ve duruma buna göre yaklaştım. İçine çekilebileceğim her duruma karşılık kendime kim olduğumu hatırlattım.
Psikolojik olarak size kim olduğunuzu unutturmaya odaklanmış bir laboratuvarda akıl sağlığımı böyle korudum. Ancak sadece birkaç ay içerisinde psikolojisi bozulmuş, eski hayatını unutan çok insan gördüm. Öyle ki, insan sadece birkaç hafta tutuklu olduktan sonra bile sanki 10 yıldır tutukluymuş gibi oluyor.
Ben dışarıda ne yapıyordum, çıkınca nasıl yeniden adapte olacağım diye düşünmeye başlıyorsunuz. İnsanların gözü hep koğuş kapısında, kulakları hep kapıdan gelen kilit sesinde. O kapının ardında eskiden ait oldukları dünya var çünkü. Merakla ve umutla oradan gelecek haberleri bekliyorlar.
“Oya Tekin ile yakın arkadaş olduk”
Diğer kadın mahpuslarla ilişkiniz nasıldı?
Kalıcı koğuşumun kapısından girer girmez etrafım sarıldı ve üzerimde gözaltına alındığım kıyafetlerimden başka hiçbir şeyim olmadığını bildiklerinden hemen bana ilk ihtiyaç duyacağım şeyleri getirdiler.
Saraçhane'de tutuklanan kızlar; Göksu, Büşra, Irmak bana resmen bir tutuklu kiti verdi. Eşofman, havlu, şampuan, kulak tıkacı (ses asla bitmiyor ve uyumak çok zor), defter, sigara, dilekçe yazabilmem için A4 vs vs. Hemen biri önüme sebze yemeğinden ayırıp dönüştürdüğü etlerden yaptığı tantuniyi ikram etti. Biri kahve yaptı vs.
Ben de benden sonra gelen herkesle her şeyimi paylaştım. Ciddi bir paylaşım ve dayanışma kültürü var. Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin'le yakın arkadaş olduk. Sabah kahveleri içtik, yürüyüş yaptık, geceleri TRT 2'de sinema filmi izledik ve elbette bol bol siyaset konuştuk.
Oya Hanım cezaevlerindeki hijyen ve yoksunluk problemlerini bildiğinden kişisel ürünlerden, sigaraya, yiyecek içecekten hukuk bilgisine müracaat edenlere yardımcı olmaya varana kadar birçok konuda kadınlara destek oluyordu. Ben de kalıcı koğuşumdaki ilk akşamımda kurulan bir sofrada kısır yapma görevini üstlenerek birçok kişiyi şaşırtmışım.
Sürekli ağlamak yerine kollarımı sıvayıp mutfağa girdiğim için beni duygusuzlukla suçlayanlar olmuş, sonradan öğrendim. Halbuki olanı olduğu gibi kabul edip uyum sağlamaya çalışıyordum.
“Cezaevinde sadece bir emanet gibi yaşayıp bir an önce çıkmak istiyor”
Kadınlar tıpkı maddi imkanları gibi manevi duygularını da paylaşıyor. Her an gülümserken gördüğünüz biri bir anda ağlamaya başlamışsa, neler olduğunu az çok anlarsınız; ya davasıyla ilgili olumsuz bir gelişme yaşanmış, ya çocuğu aklına gelmiş, belki ailesiyle duygusal bir an yaşamış, yahut beklediği bir haber gelmemiştir.
Anında bir kız kardeşe dönüşürsünüz böyle bir durumda, dinler, anlar, teselli eder ve yeniden gülümsetirsiniz. Dedikodu çok ve buna karşı da birbirini korumak gibi bir hukuk oluşuyor zamanla. Daracık alanda yeniden ve yeniden üretiyor insanlık ekosistemini. O
rada da güce yakın konumlananlar, gruplaşanlar, hizipler ve benim gibi keşiş yengeci gibi tek takılıp sadece sohbet edebildikleriyle iletişim kurup kimseyi dışlamayanlar var. Bu kişiler ise her daim dedikodu malzemesi olmaya müsait, çünkü anlaşılamıyorlar. Tıpkı dışarıda olduğu gibi.
Yemek yapmak için semaver kullanılıyor ve sadece belli sayıda satın alınabildiği için herkes saygıyla ve sırayla birbirini idare ediyor. Kadınların semaverle yapabildikleri yemeklere inanamazsınız.
Tortilla ekmeğinden gözleme, cezaevini verdiği yufkadan sigara böreği, yine cezaevinin verdiği sade bulgur pilavından meyhane pilavı, kızartmalar vs. Herkesin cezaevinde olmayı atlatma yöntemi farklı. Kimi dış dünyaya mümkün olduğu kadar yakın konforu yaratmaya çalışırken (Buzdolabı, TV, fön makinesi, kişisel nevresim takımı almak vs), kimi cezaevinde sadece bir emanet gibi yaşayıp bir an önce çıkmak istiyor.
Hak ihlalleri
Hasta mahpuslar ve özel ihtiyaçları olan kadınlar açısından cezaevi koşulları nasıldı?
Bir defasında dilekçe üzerine revire götürülürken tek başına yürüyemeyecek halde olmasına rağmen, iki bastonla merdiven çıkıp inmesi beklenen, kadın acıdan bağırırken infaz memurlarının da bağıra çağıra komut verdiği yaşlı bir kadın görmüştüm.
Diğer tutuklu koğuş arkadaşları inmesine yardım ediyordu ancak buna rağmen kadın acıyla bağırıyordu. Bu kişi aslında bu halde tutuklu olmamalı, dışarıda olsa tekerlekli sandalye kullanmalı ve asansörle kat çıkmalıydı ancak asansör yok. Benim koğuşumda bahsettiğiniz türden tutuklu olmadığı için ancak kısa bir süre bulunabildiğim koridorda ve geçici koğuşta gördüğüm birkaç vakayı aktarabiliyorum.
Bunun haricinde, cezaevinde kullanılan sularda ve yemeklerde hormon olduğunu söylüyor tutuklular ve hükümlüler. Bu bir şehir efsanesi gibi gelebilir ancak uzun süre cezaevinde kalan kadınlarda tüylenme, sakal ve bıyık çıkması, ciltlerinin bozulması gibi durumlar gözle görülür şekilde var. Zaten şebekeden gelen sudan da bariz bir ilaç kokusu alabiliyorsunuz. Bu ciddi bir hak ihlali.
Son olarak, zorlu bir deneyim olmamasına rağmen tutukluluk haliyle ilgili şu kanaate vardım. Cinayet, tecavüz gibi olaylar haricinde hiç kimse cezaevinde kalmamalı. Maddi bir kayıp mı var? Bu durum, tutuklanması istenen kişinin çalışıp borcunu geri ödemesi şeklinde bir cezaya dönüşmeli.
Topluma yönelik bir suç mu işlendi, topluma yönelik bir takım görevler ve sorumluluklar yüklenerek ceza verilmeli. Cinayet ve tecavüz suçluları dahi sadece toplumdan tecrit edilmemeli, bu tutukluluk süreci bir eğitim, rehabilitasyon ve iş edinme sürecine dönüştürülmeli. Bir insanı senelerce cezaevinde tutmak, onun bütün hayatını yok ettiği gibi, topluma da bir faydası yok. Bir insanı sadece kapalı bir kutuya koymak onda nasıl bir değişim yaratabilir ki?
Tam tersi bir etkileşim dahi oluyor. Basit bir suçtan cezaevine giren kişi, diğer suçlulardan envai çeşit suç işleme biçimi ve yöntemi öğrenip çıkıyor. Senelerce hayatı durdurulmuş bu kişi dışarı çıkıp hayatını yeniden kurmakta zorluk yaşadığında ise içeride aldığı bu suç eğitimi devreye giriyor. Yahut onu cezaevine sürükleyen şartlara geri dönüyor.
Senelerce uykuya yatırılmış bir insan yıllar sonra nasıl yeniden hayata kolaylıkla adapte olabilir? Ben sadece 2 ay tutuklu kaldığım halde hayatım alt-üst oldu. Maaşım yatmayacağı için kiramı nasıl ödeyeceğim, kredilerim, kredi kartlarım, faturalarım ne olacak vs. Mükemmel bir avukatım ve eski eşim ile kardeşimin desteği olmasa sadece iki ay tutuklu kalmak bile senelerce düzeltilemeyecek hasara sebep olabilirdi.
Cezaevinde tutuklu kalmak, insanlık dışı bir cezalandırma yöntemi. Kimseye de bir faydası yok, bu cezalandırma işlevlerini bilimsel yollarla düşünüp yeniden değerlendirmeli, çağa uygun yeni yöntemler geliştirmeliyiz.
“Cezaevi asla kapanmayan bir AVM gibi”
Cezaevindeki bir gününüz nasıl geçiyordu?
Dış dünyayla bağınızı korumanız mümkün değil. Çünkü hiçbir şeye siz karar veremiyorsunuz. Gerçek anlamda özgürlüğünüz elinizden alınıyor. İstediğiniz saatte uyanamaz, istediğiniz saatte yatamaz, dilediğiniz saatte yürüyüş yapamaz, sadece size izin verilen kadar dış dünyaya ulaşabilirsiniz. O da parmaklıklar ve envai çeşit güvenlik önleminin ardında.
Ailenizle iletişim sistemi sağlanana kadar dış dünyayla tek bağlantınız avukatınız ve gelirse mektuplar oluyor. Haber okumak ve izlemek için TV alabilir yahut gazeteye abone olabilirsiniz ancak TV kanalları da gazeteler de cezaevi tarafından kısıtlanıyor. İstediğiniz yayınlara ulaşamıyorsunuz. Ve elbette bunlar da ekonomik durumu iyi tutukluların sahip olabileceği imkânlar.
Cezaevi ekonomik sınıfınızın size peşin roller biçtiği bir laboratuvar ortamı. Bir mikro dünya. Özgün bir karakterseniz özgünlükle var olabilir yahut dış dünyadaki rolleri çok daha sert ve yakından tekrar edebilirsiniz. Ya hükümdar, ya hizmetçi, ya yanaşma yahut başına buyruk ama kısmen özgür biri olup çıkarsınız.
Ailenizle sesli ve görüntülü konuşma imkânınız var ancak belli prosedürleri var ve bunlar tamamlanana kadar biraz zaman geçiyor. İlk bir ay ben bunu sağlayamadım çünkü ailem şehir dışındaydı ve kızım 9 yaşında olduğu için üzerine telefon hattı açılamıyordu. Bir ay sonunda kızımla görüntülü görüşmeye başlayabildim ve ancak ondan sonra daha rahat atlattık bu süreci.
Ailesiyle görüşmeyen insanlar bu durumda ne yapıyorlar bilemiyorum. Avukatım haftada en az bir gün geldiği için haberleşme konusunda çok da şanssız değildim. TV vs. ise zaten dışarıda bile izlemediğim iletişim araçlarıydı. Sadece size verilen kadarını aldığınızda yeterince bilgi sahibi olamıyorsunuz. Twitter'da ana akımda yer almayan gazetecilerin eksikliğini çok hissettim bu yüzden. Gazeteci Hakan Tosun'un öldürülmesi beni kahretti.
Bir günüm şöyle geçiyordu; Sabah sayımdan sonra kahve ve meyve ile kahvaltı yapıyor, Oya Hanımla (Seyhan Belediye Başkanı) sabah haberlerini izliyorduk. Ardından 1 saate yakın avluda yürüyordum. Oya Hanım ise sağlam spor yapıyordu, 5LT'lik sularla ağırlık çalışıyordu vs. Kitap okuyordum, ancak kendi kitaplarımı okuyamadım. Kimden ne bulursam, kendime uygun olanları alıyordum.
Cezaevinde iki ayda bir sadece bir hafta ve belli sayıda kitap teslimi yapılıyor. İlk girdiğimde kitap teslim haftasını kaçırmışım ve tahliye olduğum hafta ikinci kitap teslim haftasıydı. Bu yüzden kendi kitaplarımı çıkarken teslim alabildim. Yazıyordum ve asla yalnız kalamadığım için sohbetlere dahil oluyordum. İyi bir falcı olduğum anlaşılınca birçok kişiye fal bakmaya ve haliyle onların hikâyelerini dinlemeye başladım.
Gün içerisinde 1-2 saat aralıkla sürekli avluya çıkıp belli bir süratte yürüyor ve gökyüzüne bakarak düşünüyordum, evrenle dileklerim hakkında sohbet ediyordum. Bulutlardan mana çıkarmaya çalışıyordum. Bir kız çocuğuna benzeyen bulut ile anneye benzeyen bulut arasındaki mesafe uzunsa umutsuzluğa kapılıyor, yakınsa mutlu oluyordum.
Öğle yemeği öğününü atlayarak akşam yemeği yiyordum. Onda da hafif beslenmeye çalışıyordum. Kalabalık masalara ve gruplara çok dahil olmuyordum ama herkesle belli bir mesafeyle ilişki kuruyordum. Akşam sayımından sonra Oya Hanım'la film saati kesin program gibiydi. Bazı dizi günleri tüm koğuş odalara kapanıyordu, ben de arkadaşlarla oturuyorsam izledikleri dizileri gözlemleme şansım olurdu.
Mafya aileleri, sanki Türkiye'nin gerçeğiymiş gibi bir yoğunluk var anlaşılan. Mafya dizisi olmasa dahi her dizide aşırı şiddet öğesi yer alıyor. Mahallenin Muhtarları ya da 7 numara gibi diziler vardı bizim zamanımızda. Toplumda daha naif ve yumuşaktı.
Şimdi adeta kışkırtılmak, birbirine düşman edilmek istiyor insanlar. Mafya hikâyeleri ve şiddet barındıran dizilerde haliyle her dizide cezaevi veya gözaltı sahneleri yer alıyor. Böyle sahneler tutukluları irrite ediyor yahut ağlanacak hallerine gülüyorlar. İnsan düşünmeden edemiyor; sokak ortasında infazlar, hukuk üzerinden birbirine operasyon çekmeler, keyfi gözaltılar ve tutuklamalar artık senaryolara girecek kadar Türkiye'nin gerçeği olmuş. İnsanları cezaevine girme ihtimaline alıştırıyorlar.
Yatmadan önce yine kitap okuyor, uykum gelirse uyumaya çalışıyordum ama cezaevi asla kapanmayan bir AVM gibi. Ses ve ışık hiç bitmiyor. Bireyselliğine düşkün insanlar için gerçek bir cehennem.
“İnsanlar esir tutuluyor”
Adalet ve yargıya bakışınız bu süreçten sonra nasıl değişti?
Adalet duygum sıra bana gelene kadar çoktan sarsılmıştı zaten. Bu ülkede hiçbir zaman adalet herkes için eşit olmadı ama hiç bu kadar göz göre göre ayrımcılık da yaşanmadı.
Örneğin içeride örgüt üyesi olduğu iddia edilerek tutuklanıp üyesi olduğu söylenen örgütün adını, üyelerini bile bilmeyen, örgüt lideri olduğu söylenen kişi serbest bırakılıp üye olmakla suçlanan kişilerin tutuklu olarak yargılanmayı beklediği çok fazla vaka vardı. Biz bu vakaları İBB davalarından biliyoruz. İçeri girene kadar bildiğim şey, bunun sadece siyasi olarak CHP'li belediyelere uygulandığıydı. İçeri girince gördüm ki, birçok kişi iş yaptığı sektörde birilerinin varlık gösterme çabası sonucu hukuki yollarla tasfiye edilmeye çalışılıyor.
Savcıların istediği söylenen ücretlerden bahsediliyor. Anlatılanlar doğruysa, ki umarım abartılı yalanlardır, bir meblağ karşılığında serbest kalmak üzere esir tutuluyor insanlar gibi bir durum var. Avukatlar bile birini savunmak görevinden bam başka görevler edinmeye başlamışlar. Cezaevi, Türkiye için daha kötümser senaryolara şahit olduğum bir yer oldu.
Hukuk boyut değiştiren bir sektöre dönüşmüş. Gerçekten adalet arayanlar ise replikleri çoktan yazılmış bir piyeste gönülsüzce oynuyor gibiler. Bu sürece bir günde gelmedik ve bunun tek bir suçlusu yok. Toplum olarak kirlendik ve çoğumuz kirleriyle yaşamaya alıştı.
Bazılarımız bu kirlilikten muzdarip ve huzursuz. Ancak çoğu çoktan bu sürece uyumlanmış maalesef. Yapacak iş çok, yapacak temiz insan sayısı ve gayreti ise az maalesef.
“Mahpuslar akıl sağlığını korumaya çalışıyor”
Bugün dışarıdan baktığınızda, içerideki kadınlara ne söylemek isterdiniz?
2023 seçimleri sonrası bir köşe yazımda şöyle yazmıştım. "Cehennemin kapıları ardına kadar açıldı ve zebaniler sokaklara saçıldı. Bir sonraki seçime kadar çok kötü şeyler göreceğiz, ne yapın yapın, hayatta kalmaya çalışın." Şuan herkesin başına her şey gelebilir. Bu sözün anlamını en çok tutuksuz yargılanabileceği halde tutuklu yargılanan, tüm delilleri sunduğu halde mahkeme günlerini bekleyen insanlar anlar.
Çünkü birçok tutuklu tıpkı Joseph K gibi neyle suçlandığını, işin içerisinden nasıl çıkacağını bilemeden akıl sağlığını korumaya çalışıyor. İçerideki insanların söylenecek boş sözlerden çok, bir an önce adalete kavuşabilmeleri için şans dilenmesine ihtiyaçları var. Umarım en kısa sürede çocuklarına, ailelerine, sevdiklerine kavuşurlar.
“Kadınlara güvenin”
Sizden 25 Kasım kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü mesajı alabilir miyiz?
Kadına yönelik şiddet bir politika artık. Bile isteye önlenmediğini düşünüyorum birçok kişi gibi. Kadınları erkek şiddetiyle tek tip bir kadın profiline, evlerine, sevmedikleri hayatlara hapsetmeye çalışıyorlar. Kadınların sadece kadın oldukları için kendilerini suçlu hissetmelerini isteyen kişiler, kadına yönelik şiddeti bilinçli olarak yaygınlaştırıyor. Burada erkekler devlet tarafından kollanırken, kadını koruma işi bir çok iş gibi yine en çok kadınlara düşüyor. Bizi bizden başka koruyacak kimse yok maalesef.
Sizi olduğunuz gibi kabul edip sevme eğilimi olmayan herkesten uzak durun. Şiddetin her türlüsünden (ekonomik, psikolojik, duygusal, fiziksel) işkillenin ve dayanma eşiğinizi son raddeye kadar geri çekmek yerine ilk eşikte duvarlar örün. Ya olduğunuz gibi sevilirsiniz ya da asla sevilmezsiniz, sevilmediğiniz hiçbir ilişkinin içinde var olmaya çalışmayın.
Herhangi bir ilişkide, artık geç kaldığınız, tüm eşiklerin aşıldığı bir aşamadaysanız, yardım almak için en çok kadınlara güvenin; Sizi yargılamayan, sizi anlayan kadınlara. Mutlaka çalışın, kendi geliriniz olsun ki aslında kim olduğunuzu kendi kendinize görebilme imkânınız olabilsin.
İlla eğitim görmek zorunda değilsiniz ama sanatla, edebiyatla haşır neşir olun ki zarafet hayatınızı kuşatsın, böylece bu zarafete uymayan profilleri gördüğünüz anda kolayca tanıyabilirsiniz. Dizilerde, şarkılarda alıştırılmak istendiği üzere şirretleşmeyin, çirkefleşmeyin, kendi ağırlığınızı ve onurunuzu taşıyın. 30'lu yaşlara kadar bize hayat diye anlatılan şeyler kişilerin kendi dünyalarından ibaret olabiliyor. Eğer kendimizi inşa etmezsek hayatımız başkalarının uygun gördüğü hayatı yaşamakla geçiyor.
Yalnız kalmaktan, savaşmaktan hatta kazanmaktan korkmayın. Siz hayatı yaratabilecek güçtesiniz. Bu yüzden en çok, içinizdeki güçten korkmayın.
(EMK)











