Boğaziçi Üniversitesi emekli öğretim görevlisi ve Boğaziçi Üniversitesi Barış Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi kurucularından Nur Bekata Mardin'in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Önce iddianamedeki maddi bir hatanın düzeltilmesini rica ediyorum: bana gönderilen iddianamenin 4 üncü sayfasında Emniyette bana sorulduğu iddia edilen soruların hiçbiri bana sorulmadı ve iddianamede bana atfedilen ifade benim değildir. Benim Emniyette yazılı olarak verdiğim ve dosyamda bulunan ifade alttaki gibidir:
'Her türlü anlaşmazlığın, sürdürülebilir çözümün ancak barışçıl yöntemlerle olabileceğine inanan ve şiddetin sadece şiddet ürettiğini yaşamı boyu görmüş bir insan olarak, '11 Ocak 2016' tarihli metni, ülkemizde barış içinde yaşama hakkının tesis edilmesini istediğim için, bizi temsil eden Devletten bunu talep etmek üzere imzaladım.
Söz konusu metin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğundan, suç unsuru oluşturmamaktadır. Tarafıma sorulan diğer sorular ise Anayasa'nın 25/2 maddesi tarafından düzenlenen, ''düşünce ve kanaatların açıklamaya zorlanamayacağı'' yönündeki kanuna açıkça aykırıdır. İsnat edilen hiç bir suçlamayı kabul etmiyorum' şeklindedir.
Ben, Boğaziçi Üniversitesi'nden emekli olmadan önce 24 sene istatistik, araştırma metodları, üretim yönetimi gibi dersler verdim; dolayısıyla çoğunlukla sayılarla uğraştım.
Son 18 senedir de anlaşmazlıklara şiddetsiz çözüm yolları bulmayı amaçlayan, çatışma çözüm, şiddetsiz iletişim ve barış eğitimi gibi konular üstüne çalışmalar yapıyorum. Hukukçu değilim.
Şiddetin sadece şiddet ürettiğini ve kalıcı bir çözüm sağlamadığını oysa çatışma çözüm ve arabuluculuk yöntemleri kullanılarak, anlaşmazlık içindeki tarafların tüm istekleri karşılanamasa dahi, yaşamsal ihtiyaçları tatmin edecek çözümlerin bulunabileceğine ve kalıcı bir barış ortamının ancak bu şekilde sağlanacağına inanıyorum.
Örneğin: İspanya devleti ve ETA örgütü arasında ki 50 seneye yaklaşan çatışmalarda, arabulucular, tüm tarafların bütün isteklerini gerçekleştiremese de şiddeti bitiren bir çözüm bulabildiler.(1)
Benzer şekilde 1968’de başlayıp 30 seneden fazla süren İrlanda'da ki IRA ile İngiltere arasındaki şiddet olayları yine arabulucular ve dialogla çözümlenebildi.(2)
Türkiye'de de 2013’de hükümetin başlattığı çözüm sürecinin, bireysel, sosyal, yani insani ve ekonomik, olumlu etkileri olmuştu. Türkiye'de iletişime açık, biraz daha huzurlu bir ortamın yaratılmış olması, bu dönemde güneydoğu Anadolu bölgesinde halkın ekonomik olarak iş olanaklarını, yaşam kalitesini kısmen arttırmıştı.
Tam da bu nedenle yöre halkının ilk kez devlete güvenmeğe başladığı bir aşamada çatışma ortamının yeniden başlaması iki ateş arasında kalan sivil halkın büyük acılar ve sıkıntılar yaşamasına yol açmıştır.
Barış çalışmalarının duayeni olan Johan Galtung'un dediği gibi, uzun vadeli bir barış ortamının sağlanabilmesi için sadece doğrudan şiddetin olmaması yeterli değildir, yapısal şiddetin de ortadan kalkması gerekir.
Doğrudan şiddet, tecavüz, saldırı, cinayet gibi kişisel veya savaş, terör, çevre ve canlılara zarar verilmesi gibi kurumsal olabilir. Bu tarz doğrudan şiddetin olmaması barışçıl bir ortam gibi gözükse de esasen negatif barıştır ve uzun süreli bir barış için yeterli değildir.
Pozitif Barış için doğrudan şiddetin olmamasının yanında; yoksulluk, yersizleştirme, cinsel ve etnik ayrımcılık, açlık, eğitim ve sağlık haklarının ihlali gibi, yapısal şiddetin de ortadan kalkması şarttır. (Galtung, 1997 ve 2008)
Yani kalıcı bir barış ortamı ancak insanların sağlık, eğitim ve onurlu bir şekilde yaşayabilmesi için gerekli olan tüm insan haklarının da sağlanması ile gerçekleşebilir.
Nitekim, 2 Aralık 2013’de TBMM Çözüm komisyonu başkanı olan Naci Bostancı ''Çözüm sürecinin negatif barış sağladığı, pozitif barışa yönelmesi için bir şeyler yapmak gerektiği”ni söylemişti.
Yukarıda belirttiğim düşünce yapısına sahip bir kişi olarak, şimdiye kadar Dünya'da ve Türkiye'de olabilecek her türlü, çocuk hakları, kadın hakları, insan hakları, hayvan hakları ihlallerine ve şiddete karşı tepki gösterdim.
Dolayısıyla, 2015 yılı Ağustos aylarından itibaren güneydoğu illerimizde başlamış olan çatışma ortamı ve uzun süren sokağa çıkma yasakları nedeni ile sivil halkın aç, susuz, elektriksiz kaldığını, 8 aylık bebeğin, 80 yaşında dedenin, yaralı bir kişiye yardım etmeye çalışan sağlık memurunun, terörle alakası olmayan ama iki ateş arasında kalan sivil insanların öldüğünü, gerektiğinde hastanelere gidemediğini, ambulansın gelmediğini, öğrencilerin okullarına devam edemediğini, birçok kişinin evlerini terk etmek durumunda kaldığını, çeşitli medya kanalları, Ulusal ve Uluslararası İnsan Hakları Raporları vasıtası ile öğrenen bir kişi olarak, bu çok üzücü durumu görmezden gelemezdim. (3)
Haber ve raporlardan edindiğim bilgilere göre 16 Ağustos 2015 ile 5 Şubat 2016 arasında 228 sivil ölüyor, (ayrıca 532 asker ve polis ve 4 bin 571 PKK'lı öldürüldüğü söyleniyor).
Güneydoğuda 19 ilçede sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Diyarbakır Sur ilçesinde 103 gün, Cizre Silopi de 37 gün, Mardin Dargeçit de 18 gün, Şırnak, Cizre de 78 gün, İdil de 20 gün sokağa çıkma yasakları oluyor. Bu olaylardan 1.300.000 kişi etkileniyor, en az 400 bin kişi evlerini terk etmek mecburiyetinde kalıyor, 362 bin öğrenci eğitimden mahrum kalıyor. (4) (5)
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları ofisinin Şubat 2017'de yayınladığı raporda da bu acı gerçekler teyid edilmiştir. Hükümete de iddia edilen ölümler ve diğer ihlallerle ilgili soruşturma açması çağrısı yapılmıştır. (6)
Yugoslavya'da 1990'larda Sırp askerlerinin tutsak aldıkları Hırvat ve Boşnak kadınlara yapılan tecavüzlerde, kendileri tecavüz etmedikleri halde, şahit oldukları bu suça mani olmadıkları için, 4 asker, Eski Yugoslavya Uluslararası ceza mahkemelerince suçlu bulunmuştur. (7)
Yani, yanlış bir durumu görüp, hiçbir şey yapmamak da suça ortak olmaktır
2016 yılında, yukarıda belirtmiş olduğum üzücü olaylardan haberdar olmuş vicdanlı bir insan ve sorumlu bir vatandaş olarak, bu duruma bir son verilmesi için bir şey yapmak gerektiği düşüncesindeydim ve böyle bir bildiri internette karşıma çıkınca, belki bir işe yarar, devlet, üniversite mensubu bu kadar vatandaşın düşüncesine değer verir ümidiyle imzaladım.
Ben çocukluğumdan beri kimin haklı veya haksız olduğunu bilmediğim durumlarda bile, iki kişinin kavga ettiğini veya bir annenin çocuğunu hırpaladığını gördüğümde, araya girip şiddeti önlemeğe çalışan, haksızlıklara tepki gösteren bir insanım.
Ancak, her zaman özgür iradesi ile karar veren bir kişi olarak, hiç kimsenin sözü, emri ile hareket etmek mizacıma uygun değildir. Kaldı ki Bese Hozat'ın adını, hayatımda ilk defa gönderilen iddianamede gördüm, kendisinin varlığından ya da, sözlerinden hiç haberim yoktu.
Diğer taraftan, iddianamede belirtildiği gibi bir sebep sonuç ilişkisi kurulabilmesi için, iki olayın tarihlerinin birbirini takip ediyor olması yeterli değildir, bu tamamen tesadüfi de olabilir. Istatistiki olarak gerçek bir ilişkinin varlığının ispatı için çok daha başka kanıtlayıcı veri gerekmektedir. Bu bağlamda iddia edilen ilişki tamamen tutarsızdır.
Yine iddianamede, bildirinin İngilizcesi'nde Kürdistan kelimesinin geçtiği söylenmektedir ancak ben bildirinin sadece Türkçesini okuyup adımı ekledim, İngilizcesini görmedim, dolayısı ile bu suçlamayı da kabul etmiyorum çünkü kanıtsız ve tutarsız bir iddiadır.
İmzalamış olduğum bildirinin amacı; Ülkemizde sürdürülebilir bir barış ve huzur ortamının gerçekleşmesi için; görev ve sorumluluğu tüm vatandaşlarının canını ve malını güven altına almak olan, devletten çatışma ortamını sonlandıracak, barışçıl bir çözüm bulması isteğiydi.
Bu konuda muhatabımız doğal olarak devletti, çünkü devlet bizi temsil ediyor, faaliyetlerini de vergilerimizle gerçekleştiriyor ve vatandaşlarına karşı bir sorumluluğu var.
Ayrıca, bu bildiri hiçbir şekilde şiddeti teşvik etmediği gibi barışçıl bir çözüm için devlet kurumlarına destek olmayı, yani yardım etmeyi de önermekteydi.
Bildiri, hiç bir şekilde terör örgütü propagandası yapmamakta, hiç bir şiddet olayını veya terör grubunu desteklememektedir. ''Cebir ve şiddeti överek, yakın bir toplumsal tehlikeye yol açmak'' gibi unsurları kesinlikle içermemekte, nereden gelirse gelsin, şiddeti teşvik etmeyen sadece barışçıl bir çözüm talebinden ibarettir; dolayısıyla terör propagandası gibi bir suçlama tamamen tutarsızdır.
Diğer taraftan, 2015 de başlayıp, ne yazık ki bir şekilde halen devam etmekte olan çatışmalar, farklı alanlarda da şiddetti körüklemiş ve ülkemizde kadına, çocuklara, hayvanlara karşı şiddet olayları da artmıştır.
Kadın ölümleri 2013'de 237 iken 2016 yılında yüzde 38’lik bir artışla 328 ve 2017'de 409 olmuştur. Sadece 2017 yılında 387 çocuk cinsel istismara uğramıştır. (8)
Çatışmaların artması, insanı boyutunun yanı sıra çevresel ve ekonomik etkileri de olmuştur. Diyarbakır'ın en eski tarihi yapılarının bulunduğu Sur ilçesinin harabeye dönmüş olması, maddi manevi büyük kayıptır.
Ülkede yaşanan çatışma ortamı iş çevresini de olumsuz etkilemiştir. Türkiye'ye gelen turist sayısı, 2013 senesinde 37,8 milyona çıkmışken 2016 da % 30'luk düşüşle 25,3 milyona gerilemiştir. (9)
2013’de işsizlik oranı %8,8 civarındayken 2016 da %10,9 a çıkmıştır . (10). 2013’de 1.9-TL olan dolar kuru 2016 da 3.0-TL ye çıkmış ve artmağa devam ederek şimdilerde 5.4-TL’ye ulaşmıştır.
Ayrıca, toplumsal huzur ortamının bozulması ve bunun ekonomik etkileri, iş olanaklarının azalmasına ve beyin göçüne sebep olmaktadır. Türkiye Istatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre 2017 yılında Türkiye'den yurt dışına 253 bin 640 kişi göç etmiştir ve bunların % 42.2si 35 yaşın altındadır. Yurt dışına giden gençlerin büyük kısmı bilişim sistemleri konusunda eğitimlidir. (11)
Görülen odur ki uzun zamanda yetişen, en pahalıya mal olup ve en değerli varlığımız olan, yetişmiş insan ve beyin gücünü bedavaya ihraç ediyoruz.
Her ne kadar, barış ortamının gerçekleşmemiş olması bu durumun tek nedeni değilse de, yadsınamayacak bir etkisi olduğu açıktır.
Eğitimciler olarak, barışçıl çözümler talep eden bizlerin, çatışmaların hem insanı boyutunu hem de uzun vadede sebep olabileceği olumsuz durumları da öngörerek sorumlu bir vatandaş davranışında bulunduğumuzu düşünüyorum.
İfade özgürlüğünü garanti altına alan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 25 ve 26 maddelerine ve Türkiye devletinin kabul etmiş olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.maddesine dayanarak, vicdanlı ve barışçıl bir insan olarak, imzalamış olduğum bu bildirinin, iddianamede ifade edilen “terör propagandası”yapmak gibi bir suçla ilişkilendirilmesini hiç bir şekilde kabul etmiyorum ve gerekirse ilerde savunma hakkım baki kalmak üzere beraatımı talep ediyorum.
Bu davaların, hukuk tarihine nasıl yansıyacağını da düşünerek en doğru kararı vereceğinizi ümit ediyorum. (NM/TP)
Kaynakça:
Galtung, Johan, 1997, 'Transcend and Transform'
Galtung, Johan, 2008, '50 years, 100 Peace and Conflict perspectives'
(1) The Bask Conflict and ETA htttp://ci.c.nyu.edu>sites default
(2) Timeline of Northern Ireland troubles:from conflict to peace process- Telegraph-The Telegraph http://www.telegraph.co.uk
(3) Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği: Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesinde ki Terörle Mücadele Operasyonlarının İnsan Haklarına Etkileri İle İlişkin Memorandum (2 Aralık 2016)
https:www.coe.int/en7web/commissioner/view/asset_publisher/ugj3i6qSEkhZ_languegeld=tr_TR
(4) http://yeniçağgazetesi.com.tr-06.06.2016
(5) 'International Crisis Group Report No:243/Europe and Central Asia 2 May 2017
(6) Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği: Türkiye'nin güneydoğusundaki insan hakları durumuna ilişkin rapor/Temmuz 2015-Aralık 2016 (Şubat 2017)
http://www.ohchr.org/Documents/countries/TR/OHCHR_South-East_Turkey2015-2016_TURK.pdf
(7) http://www.icty.org/en/features/crimes-sexual-violence/in-numbers
(8) 2017 utanç raporu...409 kadın öldürüldü, 387 çocuk cinsel istismarı
www.hurriyet.com.tr> gundem>2017
(9) http://www.tursab.org.tr turizm-verileri
(10) www.tuik.gov.tr >prehaber bültenleriTime
(11) http://m.haberturk.com iş ve yaşam