Sosyolog Pınar Selek: "İktidar erkekliği kışkırtarak toplumsal olarak 'kabul edilebilir' bir değer yargısı üzerine oynayıp kendi meşruluğunu da sağlamış oluyor."
Çalışan Kadının İnsan Hakları Derneği'nden Bilge Seçkin: "Namus, kadınları baskı altında tutup, özgürlüklerini kısıtlar. Nükleer santrallerin de aynı tahakkümün doğa üzerinde sürdürülmesinin aracı. Bu açıdan şaşırtmayan bir açıklama."
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Enerji ve Ekoloji Çalışma Grubu Koordinatörü İkbal Polat: "Üzücü olan sadece enerji sorununun ele alınış biçimi değil, bu biçimin cinsiyetçi bir söylem üzerinden de yükselmesi."
Selek: Namus deyince akan sular duruyor!
Selek "Nükleer santral yapımı namus meselesi oldu" açıklamasının ilk defa duyulan bir açıklama olmadığını söyledi: "Çünkü bu alışık olduğumuz bir söylem. Özel alanda üretilen 'namus' algısı çoktandır kamusallaştı."
Kamusal alanda üretilen değerlerin de özel alanı etkilediğini düşünen Selek, "özel ve kamusal alan arasında duvar yok ve birbirini besliyorlar" dedi.
"Namus" kavramının erkekliğe dayalı ve kadınlaştırılarak tanımlanan bir kavram olduğunu ifade eden Selek, "kadını, aileyi korumanın esas bir erkek görevi olduğu algısı hakim. Kamusal iktidar da kendini bu değer üzerinden var ediyor. Sadece nükleer üzerinden doğa değil militarizm gibi pek çok konu 'namus meselesi' haline getirilerek erkek toplum kışkırtılıyor" dedi.
Selek'e göre böylece iktidar toplumsal olarak kabul edilebilir bir değer yargısı üzerine oynayıp kendi meşruluğunu da sağlamış oluyor, bahsi geçilen konu yani nükleer santral yapımının toplumca tartışılmasının önüne geçiliyor, namus cinayetlerinde olduğu gibi "akan sular durmuş oluyor".
Seçkin: Kadın gibi doğa da tahakküm altına alınıyor
Seçkin toplumsal olarak "namus" kavramının taşıdığı iki yüzlülüğün Güler'in kastettiği nükleer santral ve doğa için de geçerli olduğunu düşünüyor.
"Namus, aile yapısı gibi söylemler kadınları kontrol, baskı altında tutup, özgürlüklerini kısıtlar. Namusun ne olduğunu tanımlamaya çalıştığımızda net bir cevap bulamasak da kadınların üzerinden tahakkümü sürdürmek üzere kurumsallaşan bir söylemdir."
Seçkin bu bağlamda nükleer santrallerin de aynı tahakkümün doğa üzerinde sürdürülmesinin aracı olduğunu ve Güler'in sözünün temsil ettiği bu zihniyet nedeniyle talihsiz ama şaşırtmayan bir açıklama olduğunu düşünüyor.
Seçkin "Kadınlar olarak tahakkümün her türlüsüne karşıyız. Güler'in açıklamasını iktidarın ideolojisiyle de örtüşüyor. Dervişin fikri neyse zikri de odur" dedi.
Polat: Kirli enerjiyi cinsiyetçi söylem üzerinden yükseltmek
"Nükleer santral konusu hükümet açısından bir inatlaşma sorunu haline geldi. Böylesi bir inadın içinde akıl, mantık ve sağduyunun yer alması pek mümkün değil. Artık nükleer santral konusu bir enerji sorunu değil, Bakan'ın ifade ettiği üzere bir namus meselesi oldu" diyen Polat, Güler'i iki açıdan eleştiriyor:
* Nükleer santral gibi toplumsal kesimleri ilgilendiren bu kadar önemli bir konunun "namus" kavramı gibi ilkel bir açıdan ele alınması çok üzücü. Üzücü olan sadece enerji sorununun ele alınış biçimi değil, bu biçimin cinsiyetçi bir söylem üzerinden de yükselmesi.
* TBMM'de görüşülmeden, toplumsal kesimlerin mutabakatı aranmadan yapılacak hiçbir girişimin bu ülkeye ve geleceğine faydası olmayacak. Ülkedeki enerji sorununun çözümü de demokrasiden geçer. Geçmişte kapalı kapılar ardında yapılan doğalgaz anlaşmalarıyla enerji sorunu çözülmediği gibi şimdi de oldu bittilerle yapılacak nükleer santral anlaşmalarıyla da çözülemez.(EZÖ/NZ)