* Fotoğraflar: Anadolu Ajansı (AA)
"Seçimlerden önce Putin'in huzurunda bir Erdoğan-Esad görüşmesi şaşırtıcı olmayacak. Burada herhangi bir ilke aramamak gerek. Rejimlerinin beka sorunu tek ilke ve ölçüdür. Buna hizmet edecek her yol mubah..."
Viyana Üniversitesi'nden siyaset bilimci Dr. Naif Bezwan, 28 Aralık 2022'de Rusya'nın başkenti Moskova'da yapılan Türkiye-Suriye-Rusya görüşmesinin muhtemel sonuçlarını kısaca böyle değerlendiriyor.
Bezwan'a göre, Suriye iç savaşı üzerinden geliştirilen siyaset, aynı zamanda "Türkiye'nin iç ve dış politikasının temel parametrelerinin tümünü birden etkileyen bir nirengi noktası" olarak karşımıza çıkıyor.
Bezwan, "On yıldan fazla bir zamandır devam eden, büyük yıkımlara ve felaketlere neden olan Suriye iç savaşının öğrettiği bir gerçek varsa o da esaslı bir siyasi rejim değişikliği olmadan Suriye'de 'normalleşme' sağlamanın mümkün olmadığı gerçeğidir" diyor ve ekliyor:
"Bunun olmazsa olmaz koşulu, savaşın ve işgalin sonuçlandırılması ve bunun yerine Suriye'nin geleceği için bütün paydaşların dahil olduğu adil ve sürdürülebilir bir çatışma sonrası müzakere, barış ve inşa sürecinin uluslararası gözetim altında başlatılmasıdır."
Bezwan'ın muhalefete de bir uyarısı var:
"Mevcut iktidar bloğunun yürüttüğü Suriye siyasetine karşı gerçek anlamda alternatif politikalar hayata geçirilmeden demokratik geçiş sürecinin tamamlanması mümkün olmayacağı gibi günün sonunda Erdoğan sonrası süreç yerine Erdoğan'sız bir Erdoğan siyasetine mahkûm olunabilir."
Avusturya'nın Viyana Üniversitesi'nden siyaset bilimci Dr. Naif Bezwan ile Türkiye-Suriye ilişkilerini ve normalleşme ihtimalini konuştuk...
Putin'den NATO'ya karşı "Ortadoğu cephesi"
28 Aralık 2022'de Moskova'da gerçekleştirilen Türkiye-Suriye-Rusya üçlü görüşmesi Suriye-Türkiye ilişkileri ve bölgedeki dengeler açısından sizce ne anlama geliyor? Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) kuzey Suriye'ye olası bir kara harekâtının gündemde olduğu bir dönemde yapılan bu görüşmeyi siz nasıl değerlendirirsiniz?
Bu jeopolitik hamlenin ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için bir yandan tarafların iç ve dış politik durumlarına, göreli güçlerine ve bilhassa bu girişimin zamanlamasına, diğer yandan Ukrayna savaşı ile birlikte ortaya çıkan bölgesel ve küresel sürecin değişen dinamiklerine yakından bakmak gerekir.
Batı ile Ukrayna üzerinden bir ölüm-kalım savaşına girmiş bulunan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Rusya'sıyla başlarsak; Putin'in Esad rejimini kurtarma misyonu üzerinden Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de kazandığı önemli bir nüfuz alanını sağlama almaya çalışırken, bizzat NATO'nun ikinci büyük ordusunun eliyle NATO'ya ve Batı'ya karşı yeni bir cephe, bir "Ortadoğu cephesi" açmayı hedeflediği görülüyor.
Bu amaca ulaşmak için Putin bir yandan yeniden bir manda devleti konumuna düşürdüğü Esad rejimini var gücüyle ayakta tutmaya çalışıyor, diğer yandan Erdoğan yönetimini Suriye üzerinde kurduğu pazarlık ve paylaşım masasına dahil etmeyi kabul ediyor.
"Üç otokratın jeopolitik pazarlık ve paylaşım süreci"
Buna karşın Erdoğan, iktidarını ve siyasi geleceğini teminat altına almanın yolunun başta Kürtlerin Rojava'daki (kuzey ve doğu Suriye) siyasi, hukuki ve sosyal varlığının etkisizleştirilmesi olmak üzere, Suriye üzerinde bir vesayet gücü olarak konumlanmaktan geçtiğini görmüş durumda.
Rojava'nın tümden işgali ve tasfiyesi konusunda Batı'dan gerekli desteği görmediği anlaşılan, dolayısıyla seçim kazanma stratejisinin en önemli sac ayaklarından birinden mahrum kaldığını düşünen Erdoğan, Putin'in kurduğu pazarlık masasına büyük bir iştahla iştirak ederek Kürtlere karşı yeni bir imha planını elinde bulundurduğunu ima ederken, Batı'ya karşı da 'Avrasya kartı' ile bir güç gösterisi fırsatını elde tutmayı hesaplıyor.
Başlangıç sahnelerine tanıklık ettiğimiz bu oyun planının zayıf halkasını teşkil eden Esad rejimi ise Rusya tarafından siyasi, Türkiye tarafından da askeri olarak sınırlandırılan hükümranlığını ihya etmeyi amaçlıyor. Bununla kendisine düşman veya rakip olarak gördüğü bütün toplumsal kesimlerin mümkünse ezilmesi değilse yeniden kontrol altına alınmasını hedefliyor.
Bütün göstergeler, üç otokratın kendi rejimlerini ve siyasi geleceklerini sağlama alma arayışının ürünü olarak şekillenen jeopolitik bir pazarlık ve paylaşım sürecine işaret ediyor. Bu haliyle Putin-Erdoğan Suriye projeksiyonunun iç savaşı derinleştireceğini ve halklar arasında yeni çatışma ve husumetler yaratılmasına neden olacağını söylemek yerinde olur.
Moskova'daki müzakere masasında ne vardı?
Akar ve Fidan Moskova'da.
Moskova'daki üçlü görüşmeye giden süreç ve görüşmede konuşulanlar hakkında ne biliyoruz? Türkiye ve Suriye tarafları hangi talep ve beklentilerle görüşme masasına oturmuş olabilir? Bu talep ve beklentiler sizce ne düzeyde karşılık bulmuştur ya da bulacaktır?
Tarafların 'kapalı kapılar ardında' tam olarak neler konuştukları, hangi konularda anlaşıp anlaşmadıklarını bu aşamada detaylı olarak bilme şansımız yok. Şimdiye kadar yapılan açıklamalar ve atılan adımlar siyasi, ekonomik, güvenlik ve askeri boyutları da içeren kapsamlı bir pazarlık planının varlığına işaret ediyor.
Pazarlık sürecinin temel maddelerini/ sorun alanlarını tahmin etmek zor değil. Bunların başında tarafların kendileri için tehdit olarak gördüğü kuvvetlerin (Esad için Erdoğan yönetiminin desteklediği cihatçı gruplar, Erdoğan için esas olarak Kürtler, Ruslar için Batı/ ABD) sahadaki varlığını etkisizleştirmek geliyor.
İkinci olarak gerek Esad rejiminin gerekse Kürtlerin de içinde yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) en büyük tehdit ve istikrarsızlık olarak gördükleri Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığı gündemin en önemli maddesi olarak pazarlık masasında yer alacak. Keza sayıları 3,6 milyon civarında olduğu kabul edilen Türkiye'deki Suriyeli mülteciler/ göçmenler, muhakkak pazarlık sürecinin önemli bir halkasını oluşturacak.
Adana Mutabakatı yeniden mi canlandırılacak?
Son alarak, orta vadeli etkileri açısından belki en önemlisi; Suriye ve Türkiye arasında yapılacak olası bir güvenlik anlaşmasının mimarisi ve içeriğinin görüşmelerin bel kemiğini oluşturacak olması.
Bu minvalde 20 Ekim 1998 tarihinde Türkiye'ye ve Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatı'nın yeniden canlandırılması kuvvetle muhtemel. Bilindiği gibi, bu mutabakat 2010 yılında "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması" olarak değiştirilecekti ve özü itibariyle her iki devletin de kendilerine tehdit olarak gördükleri muhalif güçlere karşı işbirliğini öngörüyordu.
Hatırlanacağı üzere, Rusya Devlet Başkanı Putin, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ocak 2019'da yaptığı görüşmede Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatı'nı gündeme getirmişti ve bu öneri Erdoğan tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmış, hatta Türkiye'nin askeri müdahaleleri buna referansla meşru gösterilmeye çalışılmıştı.
"Rejim değişikliği olmadan normalleşme olmaz"
Türkiye hükümetinin ve Şam yönetiminin diplomatik ilişkilerin normalleşmesi ve iyileşmesinden nasıl bir kazancı ya da kaybı olur?
On yıldan fazla bir zamandır devam eden, büyük yıkımlara ve felaketlere neden olan Suriye iç savaşının öğrettiği bir gerçek varsa o da esaslı bir siyasi rejim değişikliği olmadan Suriye'de "normalleşme" sağlamanın mümkün olmadığı gerçeğidir.
Bunun olmazsa olmaz koşulu, savaşın ve işgalin sonuçlandırılması ve bunun yerine Suriye'nin geleceği için bütün paydaşların dahil olduğu adil ve sürdürülebilir bir "çatışma sonrası" (post-conflict) müzakere, barış ve inşa sürecinin uluslararası gözetim altında başlatılmasıdır.
Bu ihtiyaçlar ve esaslar üzerinden geliştirilen bir normalleşme Suriye'de iç savaşın sonuçlanmasını sağlayacağı gibi bütün taraflar açısından ihtilaf konularının müzakere yoluyla çözülmesinin önünü açacaktır.
Ancak, yürütülmekte olan pazarlık sürecinin böyle bir normalleşmeyi amaçladığına dair elimizde ne yazık ki hiçbir somut veri hatta işaret yok.
"Erdoğan'sız Erdoğan siyasetine mahkûm olunabilir"
Gerçek anlamda normalleşme ve iyileşmenin ancak yeni ve alternatif bir Suriye siyasetiyle mümkün olabileceğini kuvvetle vurgulamak lazım.
Suriye iç savaşı üzerinden geliştirilen siyaset, sonuç olarak Kürt meselesinden Avrupa Birliği'ne (AB) üyelik perspektifine, Batı ile ilişkilerden Türkiye'de kalıcı ve sürdürülebilir bir demokrasi, barış ve refah meselesine kadar Türkiye'nin iç ve diş politikasının temel parametrelerinin tümünü birden etkileyen bir nirengi noktasıdır.
Mevcut iktidar bloğunun yürüttüğü Suriye siyasetine karşı gerçek anlamda alternatif politikalar hayata geçirilmeden demokratik geçiş sürecinin tamamlanması mümkün olmayacağı gibi günün sonunda Erdoğan sonrası süreç yerine Erdoğan'sız bir Erdoğan siyasetine mahkûm olunabilir.
Yeni ve alternatif bir Suriye siyasetinin esasları bir sır değil. Birincisi, içeride ve dışarıda Kürdistan meselesinin savaş ve yıkım siyaseti yerine barış ve müzakere yoluyla ele alınmasının önünü açmak.
İkinci olarak, Batı ile ilişkileri hâlihazırda olduğu gibi çatışma ve rekabet temeli yerine, ortaklık ekseninde yeniden inşa etmek.
Üçüncüsü, Avrasyacı fanteziler yerine AB perspektifinin yeniden canlandırılmasını, dolayısıyla otoriter rejimden demokrasinin tüm kurum ve esaslarıyla işlevsel hale getirilmesini sağlayacak adımlar atmak.
Nihayet güvenlikçi, yayılmacı ve militer bir dış politikadan caydırıcı, güvenilir ve olumlu "yumuşak güç" (soft power) üzerinde insan edilen yeni bir dış politikanın taşlarını döşemek.
"Seçimlerden önce Esad ile görüşme şaşırtıcı olmaz"
Bundan sonraki süreçte sizce ne olacak? Türkiye-Suriye ilişkilerini iyileştirme yolunda benzer başka adımların atılacağını öngörüyor musunuz? Sizce yakın zamanda, örneğin Türkiye'deki seçimlerden önce bir Erdoğan-Esad görüşmesi olabilir mi?
Son sorunuzdan başlarsak, seçimlerden önce Putin'in huzurunda bir Erdoğan-Esad görüşmesi şaşırtıcı olmayacak. Burada herhangi bir ilke aramamak gerekir. Rejimlerinin beka sorunu tek ilke ve ölçüdür. Buna hizmet edecek her yol mubah.
Bundan sonraki süreçte nelerin olabileceğini daha iyi anlamak için de elimizdeki kilit kavramın her üç liderin damgasını taşıyan rejimlerinin değişik düzeylerde ve derinlikte karşılaştığı beka meselesi olduğunu düşünüyorum.
Pazarlık sürecinin, eğer bir antlaşmayla sonuçlanırsa, son tahlilde taraflardan her birinin karşılaştığı rejimsel beka problemine hangi ölçüde çare bulacaklarına dair hesap ve beklentileri üzerinden şekilleneceği muhakkak.
Bu da başlıca taktiksel görüşme, otokratik uzlaşma ve jenosidiyal mutabakat olmak üzere üç temel formda ortaya çıkabilir.
Müzakere ve uzlaşmada üç ihtimal
Birincisinden başlarsak, taraflar esasta uzlaşma ihtimali olmayan hasım çıkar politikalarını temsil edebilir, fakat farklı siyasi hesaplarla bir uzlaşma görüntüsü ya da sinyali vermenin onları avantajlı bir konuma getireceğini varsayarak bir uzlaşma oyunu oynamayı tercih edebilir.
İkincisi, her üç liderin temsil ettiği rejimin çıkarları, onların otokratik bir uzlaşma sağlamasına, başka bir ifadeyle, mevcut iktidarlarını elde tutma ve konsolide etme üzerine inşa edilecek bir güç dengesi bulmasına yol açabilir.
Üçüncüsü ihtimalde ise taraflar iktidar konumları ve projeksiyonları için beka sorunu olarak gördükleri ve ötekileştirdikleri kesimlerin eliminasyonu üzerinde inşa edilecek bir anlaşmaya gidebilir.
Zamanlama itibariyle adeta yangından mal kaçırma telaşı içinde sürdürülen Putin-Erdoğan pazarlık ve paylaşım süreci ile Esad rejiminin bir vesayet idaresi olarak ayakta tutulması amaçlanırken, başta Kürtler olmak üzere muhalif Sünni Araplar veya başka toplumsal kesimlerin eliminasyonu üzerinden bir çatışma süreci öngörülüyor.
Bu da Suriye iç savaşının yeni göç dalgaları, yıkım ve bölgesel istikrarsızlık gibi bütün yıkıcı sonuçlarıyla birlikte yeni bir aşamaya tırmanmasına neden olacak.
Bu tablodan her şey çıkar ama her üç ülkede yaşayan halkların gerçekte ekmek ve su kadar ihtiyaç duydukları iç ve dış sorunlara siyasi çözüm üretme, sürdürülebilir bir istikrar ve herkes için güvenlik iklimi çıkmaz.
Peki ya diğer bölgesel aktörler?
Suriye-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesine bölgede etkili olan diğer ülke ve bölgesel aktörlerin tepkisi sizce nasıl olur?
Sorunuzun cevabı gerçekte adını hak eden bir normalleşmenin olup olmayacağına, olursa hangi parametrelere dayanacağına, neyi içerip neyi dışlayacağına bağlı.
Türkiye, Suriye iç savaşına esas olarak negatif bir güç olarak dahil oldu. İşgale adım adım son verilmeden, organize edilen ve beslenen silahlı grupları desteklemekten vazgeçilmeden ve bu temelde bütün paydaşların dahil olduğu müzakere ve çözüm sürecinin önünü açacak adımlar atılmadan gerçek bir normalleşmeden söz etmek mümkün olmayacak.
Bu yönde atılacak normalleşme adımlarının hem bölgesel ve küresel düzeyde hem de bizzat Türkiye içinde destek bulacağını öngörebilmek zor değil.
Ancak Putin'in sponsorluğunda Suriye üzerinden sahnelenen bu yeni oyun planının hem Suriye içinde temel aktörlerin önemli bir kesimini, hem de önemli bölgesel ve küresel aktörleri sürecin dışına iten bir formatta yürütülmesi dikkat çekiyor.
Başta Suriye'nin önemli bir kesimini savunan ve yöneten Suriye Demokratik Güçleri olmak üzere muhalif Sünni güçler sürecin hedefi haline getirilirken, Batılı ülkeler, İran ve Suudi Arabistan gibi diğer bölgesel güçler sürecin dışında tutuluyor.
"Altılı Masa yeni bir açmazla karşı karşıya"
Bugün yaşananları tarihsel bağlamda nasıl okumak gerek sizce? Ve bu noktada muhalefetin tutumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Modern Ortadoğu tarihinden sıkça kullanılan tarihsel bir referansa başvurarak ifade edersek şekillenmekte olan Putin-Erdoğan Suriye planını 1916 Sykes-Picot Ortadoğu paylaşım planının Suriye üzerinden güncelleşmiş versiyonu olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz.
Bilindiği gibi Ortadoğu'nun paylaşmasını öngören bu gizli emperyalist antlaşma 1916 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından imzalanmış, ancak 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler antlaşmadan çekilerek onun varlığını da deşifre etmişlerdi.
Tam tamına yüz yedi yıl sonra iki rövanşist lider öncülüğünde Suriye üzerinden sahnelenen ve Suriye halklarının önemli kesimlerini hedefleyen yeni bir pazarlık süreciyle Putin nihayet Sovyetlerin "tarihsel bir hatasını" daha düzeltmeye can atarken, yeni İttihatçı bir iktidar bloğunun liderliğini yapan Erdoğan ise Lozan'ı revize etme ve yeni nüfuz alanları kazanma şansını yakaladığını düşünüyor olmalı!
Altılı Masa'nın ana aktörleri (özellikle CHP ve İYİ Parti'nin) şimdiye kadar Suriye konusunda Erdoğan'ın savaş ve yayılma siyasetine bırakınız herhangi bir alternatif sunmayı, dişe dokunur bir eleştiri dahi yapmaktan özenle kaçındılar.
Bunu yerine ise "Biz iktidara gelirsek hemen Esad'la görüşerek göç sorununu çözeriz" gibi popülist ve tamamen günü kurtarmaya dönük bir tutumla Erdoğan'ın sıkıştırılabileceği varsayıldı.
Fakat "Erdoğan'ın Esad'la bütün köprüleri attığı" ve onunla bir daha asla görüşemeyeceği (yanlış) hesabı üzerinden yapılan açıklamalar, Altılı Masa'nın ana aktörlerini yeni bir açmazla karşıya karşıya getirmiş bulunuyor.
Ancak bu açmazın, Erdoğan rejiminin çekim alanından kurtulmak için, yani iç ve dış politikada bir yol ayrımı için de paha biçilmez bir fırsat sunduğunu vurgulamak gerekir.
Erdoğan iktidarının yayılmacı, saldırgan, militer, paramiliter, Kürt karşıtı esaslara dayalı dış politikası yerine adil, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir çatışma sonrası müzakere ve barış sürecinin temel aktörlerinden biri olarak rol oynamak...
Dış politikada atılacak hiçbir adım bu konuda ortaya konulacak yeni ve alternatif bir siyaset kadar Türkiye'nin kaybedilen itibarına, refahına, toplumsal barışına, iç ve dış politikada saygın, güvenilir ve pozitif bir aktör olarak yeniden yükselmesine katkı sağlamayacak.
Son alarak, Esad'ın Suriye'de hâlâ toplumsal bir karşılığı olduğu ve hatta belirli toplum kesimler nezdinde bir lider olarak görüldüğü bir gerçektir ve Suriye'nin geleceğine dönük çözüm arayışlarında bunun hesaba katılması siyaseten anlaşılır bir şeydir.
Ancak, bütün Suriye'nin geleceğini Esad'a teslim etmek reel politik güç dengeleri açısından mümkün olmadığı gibi Esad rejiminin işlediği sayısız savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara ortak olmak anlamına gelecektir. (SD)