Ancak izin verin bu hafta aynı günlerde çakışan Yeni Yıl'ın, Noel Yortusu'nun ve Kurban Bayramı'nın hakkını vereyim ve nispeten özel, nispeten hafif bir denemeyi siz dostlarla paylaşayım.
İşte yine yeni yıl heyecanının getirip dayattığı "Zaman", "Hız" ve "Değişim" denkleminin baskısı altındayım.
Hemen her yılbaşı olduğu gibi karmaşık duygular içindeyim.
"Değişim"i "Zaman"a bölüyor "Hız"la çarpıyor sonunda da "Elde var sıfır, elde var sıfır" diye hayıflanıyorum.
Niye ki "Değişim"in "Hız"ına hiç ama hiç yetişemiyorum.
Şunun şurasında daha 35 yıl önce tanışmamış mıydım o dönemin en ilerlemiş teknolojik aleti olan siyah beyaz televizyonla.
Şimdi ise iletişim ve bilişim marketlerini dolduran binbir çeşit yeni teknolojik ürün var adını, işlevini ve nasıl çalıştığını bilmediğim.
Öylesi bir çağda yaşıyorum ki o çağın getirdiği nimetleri ve değişimleri yakalamaktan acizim.
Kullandığım aletlerin bir iki fonksiyonunu anca becerebiliyorum, var olan diğer sayısız fonksiyonundan ise bihaberim.
Değişimi görebiliyorum... Değişimi fark edebiliyorum ama hepsi o kadar... Ona ulaşmak ne mümkün!
Ta ki bir yerinden yakalıyorum, o zaten değişiyor.
"Değişim" hangi "Zaman"da bu kadar "Hız"la aktı yarabbim.
Çok şükür ama, imdadıma yetişen bir buçuk yaşındaki torunum "Nora"m var.
Kendisine aldığımız onca öğretici, onca eğitici hatta onca cicili bicili çocuk kandıran oyuncaklara inat, o kendi yarattığı teknolojik oyuncaklarıyla yakalıyor benden kaçan hızı.
Nora'yı gözlediğimde "Zaman", "Hız" ve "Değişim" denilen denklemin cevabının sıfır olmadığını görebiliyorum.
Denklemi ben çözemiyorum ama bir buçuk yaşındaki Nora çözüyor. Nerede varsa teknolojik bir düğme, Nora'nın parmağı onda! Kâh buzdolabında, kâh fırında... Kâh telefon tuşunda, kâh televizyon kumandasında.
Teknoloji ve onun değişim hızı belki benim kuşağıma hatırı sayılır bir nanik yaptı, bizim kendisine ulaşmamıza zaman olarak fırsat tanımadı, diğer bir deyişle elimizden kaçtı ama görüyorum ki Nora'dan kurtuluşu yok.
Üstelik torun "Nora" yalnız da değil, yakında ikinci torun "Nare" de geliyor.
Gerçi ben "Nare" diye erken ötüyorum çünkü babası başka isimde ısrarlı. "Karuna" diye bir isim uydurmuş... "Karun"un (Bahar) ardına bir "a" ekleyip feminen yapmış, kendince yeni bir kız ismi üretmiş. "İlle de Karuna olacak" diyor.
"Sen Nare"yi nereden uydurdun?" derseniz...
Nareg'den... Kadim Ermeni isminden.
Nareg'in "g"sini kaldırın olsun size feminen bir isim.
Zaten ilk mucidi de ben değilim... Ermenistan'da çokça kullanılan bir isim.
Ama pes etmiş değilim... "Babiklik" (dedelik) hakkım var ve "Nare" koydurmak için her türlü entrikaya başvurup, elimden gelen tüm hinoğluhin baskıları uygulayacağım.
Üstelik şimdiden kendime beste de hazırlamış durumdayım.
Nora'yı ve Nare'yi birlikte severken "Nora Nare hoy Nare" diye halay da tutacağım.
"Zaman", "Değişim" ve "Hız" denklemini torunum ve kendi üzerimden sorgulamam boşa değil elbet.
Ona baktığımda, çok daha net anlıyorum "Değişim"in ve "Zaman"ın "Hız"ını.
Sadece teknolojinin değil onun hızına da yetişemiyorum artık.
Çok çabuk büyüyor, çok da çabuk öğreniyor.
Bütün ayrıcalıklar ona.
O artık bütün ilgimizin üstünde yoğunlaştığı tek merkez.
Öncesinde oğluma misafirliğe giderdik şimdi "Nora'ya gidiyoruz". Ya da hanım müjdeyi verip eve erken gelmemi istediğinde oğlum ya da gelinim değil sanki gelen... "Noralar geliyor".
Öylesine ayrıcalıklı ki bugüne değin bir tek eşim bana "Çutak" (Keman) diye takma ismimle seslenirdi, şimdi o da başladı.
Eşimle aramızdaki özel ilişkimize balıklama girdi.
E vallahi de hoş geldi.
Gerçi tam "Çutak" diyemiyor "Tutak" diyor ama...
Bana doğru koşup bir "Tutak Babig" deyişi var ki değmeyin keyfime gitsin.
O an işte intikamımı almış hissediyorum bana nanik yapan "Zaman"ın ve "Değişimin" "Hız"ından.
Hanenizden torunlar eksik olmasın dostlar.
Hadi bu yılın başında onların "Genatsı"na (Varlığı-na-Şerefine) içelim. İçelim ve çabalayalım ki onlar mutlu olsunlar, acı çekmesinler.
Ne demişti Ermeni ozan Tumanyan...
"Abrekyereğek payts mez bes çabrek."
"Yaşayın çocuklar, ama bizim gibi yaşamayın." (HD/TK)
* 19 Ocak 2007'de öldürülen gazeteci Hrant Dink'in bu yazısı 28 Aralık 2006'da Birgün gazetesinde yayınlandı.