Ahmet Akşit ve Selin Akgül'ün "Nisan 1909 Adana olayları Üzerine" Selim Deringil ile yaptıkları söyleşi Toplumsal Tarih dergisinin Aralık 2009'da çıkan 192. sayısında yer aldı.
Aynı sayıda, konuyla ilgili Aslı Odman'ın 2009 Emirgan'ıından 1909 Adana'sına; Sis'e, Darson'a, Haçin'e Bakmak" yazısı da yer alıyor.
1909'da Adana’da Ermenilere yönelik katliam nasıl bir politik ortamda ve hangi güçler tarafından gerçekleştirildi?
Şimdi. Adana’da iki kademeli bir katliam var Nisan 1909’da. Bunun ilk kademesinde Ermeniler ile mahalli, diyelim ki Müslüman, çapulcu takımı arasında bir müsademe var. İkincisi, Ermenileri korumak üzere Makedonya’dan oraya sevk edilen ordunun da bizzat katılımı var. Bu tabii çok daha vahim bir şey. Politik ortamı anlatmaya başlarsak sonu gelmez ama giderek gerginleşen bir siyasi ortam olduğu söylenebilir.
Ermenilerin kendi aralarında aktif olan örgütlü, devrimci güçleri var. Yani Taşnak örgütü ve Hınçak örgütü.
Bunların cemaat içindeki sayıları bilinmiyor; çok da kalabalık olmadıkları tahmin ediliyor. Ancak Ermeni cemaatinin genelde tepeden tırnağa silahlı olduğu kesin. Çünkü 1870'lerde ve 1890'larda yaşanmış olan katliamlar var. Bu yüzden kendilerini savunmak üzere silahlılar. Soruda hangi güçler gerçekleştirdi derken, bir dış güç iması var sanki ama aslında öyle bir şey yok. Bu uygulanan, gayet mahalli bir vahşet.
1908'den kısa bir süre sonra gerçekleşen katliam, yeni rejimle Osmanlı Ermeni cemaati arasındaki ilişkiyi nasıl etkiledi?
Şimdi, şöyle bir şey var. Bu katliamın resmi tarihteki açıklaması şöyledir: Ermeniler, eski rejimin insanlarını, eski rejimin mültecilerini diyelim, İttihatçılara çok destek vererek ürkütmüşlerdir. Ve bu katliamı eski rejimin, Abdülhamid rejiminin insanları veyahut en azından ona sempati duyan elemanları gerçekleştirmişlerdir.
Bu söylemle, özellikle ikinci katliamla, yani bizzat İttihatçıların gönderdiği askerin katliama bilfiil katılmasıyla açıklanamıyor. Dolayısıyla ortada bir sorun var. İttihatçı kadrolar arasında Jön Türk devrimlni çok heyecanla ve sevinçle karşılayan bir Ermeni grubu var. özellikle Taşnak örgütü.
Bu, 1909 katliamlarından sonra dahi, İttihatçılarla İşbirliği yapmaya devam edecek. Kaldı ki ondan evvel de Hamid rejimine karşı Ermeni Devrimci Federasyonu, Taşnak Sütyun ile Ittihad Terakki Cemiyetl’nin oldukça yakın bir İşbirliği söz konusu. Bu işbirliği, Adana katliamlarından sonra da devam edecek ancak çok derin bir yara almış olarak. Yani 1909 katliamlarından sonra Ermeni devrimci örgütleri, kanımca İttihatçılara bir daha tam olarak güvenmeyecekler haklı olarak.
1909 katliamı ile 1915 kırımını kıyaslarsak, katillerin devletle ilişkisi açısından ne tür farklılıklar gözlemlenebilir?
Oradaki durum şu: Önce 1909 ile başlayalım. 1909'da, dediğim gibi ikinci dalga katliamlarda, doğrudan doğruya bir devlet personeli söz konusu. Bu işlere katılan, özellikle Ermenileri korumak üzere görevlendirilmiş oradaki asker ve zaptiye. Yukarıda bunu es geçtik;
Adana olaylarında toplam 20.000 civarında Ermeninin öldürülmesi, esasında büyük ölçüde ikinci katliam sırasında olmuştur. Çünkü Ermeniler silahsızlandırılmışlardır. Yani birinci dalgadan sonra, Ermenilere, Ermeni cemaatlerine denir ki: Trakya'dan ve Rumeli'den ordu geliyor, sizi koruyacak, silahlarınızı verin; bunlar da verirler. Dolayısıyla İkinci katliam dalgasında Adana Ermenileri hemen hemen savunmasız ve silahsızdırlar.
Dolayısıyla bu ikinci katliam dalgası ile 1915 arasında yakın benzerlikler vardır. Şöyle ki; 1915’te Anadolu'nun ve imparatorluğun her yerinden ölüm yürüyüşüne çıkarılan ve yollarda katledilen insanlar söz konusu. Tabii arada niceliksel ve niteliksel, özellikle de niceliksel bir fark var. Daha büyük sayılarda katliamlar, kıyımlar söz konusu.
Ve şu da var: 1915'i 1909'dan farklı kılan şey, 1915'te çok açık bir şekilde önceden planlanmış, tasarlanmış, örgütlenmiş bir program çerçevesinde Ermeniler sevk ediliyor, tehcir ediliyor olması. Oysa 1909’u bir nebze belki, resmi tarihin de bir yerde, bir nebze hafifletici neden olarak kullanabildiği bir mesele var.
O da, deniliyor ki, bu gelen askere birileri ateş etti. Bunların, çadır kurup, kamp Kurdukları yerde, birileri üzerlerine ateş etti. İşte bu binlerinin kim olduğu belli değil. Bu aleni bir provokasyon da olabilir. Ermenilerden de gelmiş olabilir, ama oradaki Müslüman tayfadan da provokasyon olarak böyle bir eylemde bulunulmuş olabilir. 0 tarihlerde bu tür şeyler olduğunu biliyoruz. Ortam çok gergin, en küçük bir kıvılcım büyük olayları ateşleyebiliyor.
Oysa 1915 çok daha soğukkanlı, çok daha programlı bir olay. Sadece orada çatışma içindeler ki zaten oraya gönderilen insanların çoğu silahsız ve savunmasız insanlar Çünkü şöyle bir şey var 1915'te, Ermeni erkeklerin, eli silah tutacak yaşta olanların çoğu zaten askere alınmış. Köylerde, kasabalarda o yaşta erkek çok az.
Evet, direnişçiler var, Hınçak ve Taşnak örgütlerine katılmış olan, askerden kaçmış firariler var o tamam, fakat onların sayısı sevk edilen ve ölüme gönderilen nüfusun yanında çok çok az. Yani o da tam bilinmiyor ama son araştırmaların ortaya çıkardığı, silahlarıyla kaçıp veya o ya da bu şekilde silahlarıyla birlikte Rusya'ya iltica edip orada Ermeni milis kuvvetlerini oluşturan güçlerin sayısı, en yüksek rakamla -ki ben onun epey abartılı olduğuna inanıyorum- 7.000. Tüm Kafkasya'da, tüm Rus orduları içinde. Ben onun daha çok 3.000, 4.000, taş çatlasın 5.000 civarında olduğunu düşünüyorum.
Tabii bu rakama hiçbir zaman sağlıklı bir şekilde ulaşamayacağız. Çünkü bu tarz istatistikler tutulmuyor tam o sıralarda, kabataslak konuşuyoruz. Ama katiyetle Türk resmi tezinin söylediği üzere, böyle 20.000-30.000 Ermeni askeri yok Rus saflarında. 0 kadar Ermeni yok oralarda çünkü. Şimdi öbür meseleye gelince, bu 1915'teki insanlar sevkıyata gönderildikleri zaman, ölüm yolculuğuna çıkarıldıkları zaman, zaten direnebilecek kuvvette kimse kalmamış, Ermeni erkekleri dediğim gibi askere alınmış.
1915 Şubat’ında bunların birçoğu silahsızlandırılmış. Yani silahları alınıyor ve amele taburlarına sevk ediliyorlar, orada da sistemli bir şekilde ölesiye çalıştırılıyorlar ve/veyahut katlediliyorlar. Önceden tasarlanmış olması bakımından 1909'dan önemli bir fark var burada.
Adana olaylarıyla ilgili olarak Avrupa ve dünya nasıl tepkilergösterdi, yeni rejim dışarıdan ne tür bir baskı gördü?
Çok ilginçtir, iki gün önceki son toplantıda çok enteresan bir bildiri vardı. Bir Fransız araştırmacı Vincent Duclert isminde bir profesör, çok ilginç bir bildiri sundu. Şöyle ki; daha evvel yani 1890 katliamlarına Fransa’da sol ilerici kesimlerin gösterdiği tepkiyle mesela Jean Jaures’nin ve Klamenson'un vs. oradaki çevrelerin gösterdiği müthiş tepkiyle, 1909 sonrası tepkisizlik arasında müthiş bir tezat, müthiş bir çelişki var. Onu da Profesör Duclert şöyle açıkladı. Bunlar Yeni Türkiye'ye, yani Jön Türkler'e -bunlara Yeni Türkiye diyorlar- müthiş bir kredi açıyorlar.
Ve bu krediyi 1909 olayları bir şekilde yok etmiyor. Yani, 1909'daki katliama rağmen, bu kredi, Fransız sol ilerici çevreleri tarafından sürüyor. Adeta bir tepkisizlik var Nisan 1909'dan sonra. Ona dikkat çekti Fransız katılımcı ve bu çok ilginçti. Şimdi Avrupa devlerinden tabii ki lanetleme, kınama geliyor vs. vs. Ama Jön Türk hükümeti üzerinde, İttihatçıların üzerinde her hangi bir baskı pek söz konusu değil. Yani Abdülhamid dönemindeki gibi sistemli bir baskı, neredeyse tehdide varan bir tepki söz konusu değil. 0 da enteresan, çünkü bu çok aleni bir şekilde cereyan ediyor.
Yabancı güçlerin yaptıkları şey şu: Oraya gemilerini sevk ediyorlar, savaş gemilerini sevk ediyorlar. Bu savaş gemileri orada güç gösterisinde bulunuyor. Daha çok Mersin Limanı’nda bayrak gösteriyorlar, ama mesela oradaki perişan durumda olan halka yardımcı olmak için, karaya asker çıkarmıyorlar, sıhhiye taburlarını bile çıkarmıyorlar. Niye böyle bir tereddüt var? Bu konuyu pek çalışmadım, bilmiyorum, ama enteresan bir tepkisizlik var.
Bu sempozyumu düzenlemekle neyi amaçlıyordunuz? Amaçladıklarınız ne derece gerçekleşti?
Öncelikle ben düzenleyiciler arasında değildim bu sefer. Yani bu sempozyumu, çalıştayı düzenleyenler başka arkadaşlardı, ben sadece katılımcıydım ve bildiri de sunmadım. Oturum başkanlığı yaptım ve iki gün boyunca dinledim. Kendimce katkılarım oldu ama ben düzenleme komitesi mensubu değildim.
Neyse, bu küçük bir düzeltme. Amaçlananların ne olduğu konusunda ancak tahmin yürütebiliyorum dolayısıyla. Amaçlanan ise zannedersem şu: 1890 katliamları, 1894, 1895,1896 katliamları, Anadolu’daki Ermeni katliamları Anadolu'da epey dikkat çekti ve üstünde epey çalışıldı, üzerine
literatür var; çok olmasa da var. 1915 üzerine, malum, muazzam bir literatür var fakat 1909 olayları arada kalmış gibi sanki ve hakkında çok az şey biliniyor. Bu kadar devasa bir mesele olmasına rağmen. 20.000 kişi ölüyor bir hafta içinde, düşünebiliyor musunuz? Bu arada, tabii mukatele lafı da söylenir genelde, Müslümanlardan da öldü; tamam, ama arada muazzam bir fark var. Müslüman nüfus kayıtları şu an ezberimde değil, ama -ki 20.000 bence alt sınır- çok büyük bir orantısızlık var. Sanırım bir parantezin içinde kalıyor 1909 olayları, öyle görebiliriz.
Çünkü 1890'lar bir taraftan, 1915 bir taraftan böyle bir parantez oluşturuyor. Parantezin içinde kalan bir olay bu. Ve bu hakkı verilerek üzerinde çalışılmamış. Bu ilginç bir şekilde Ermeni tarafında da çalışılmamış. Ermeni soykırımı, şunun bunun üzerine kitaplar yazan çok önemli yazarlar var. En son Kevorkyan'ın kitabı çıktı mesela. Kevorkyan'da olsun Vahan Dadrian’da olsun, bu olaya sadece böyle 1915’in provası gibi ara nağmelerle atıfta bulunulur.
Oysa ben bunun bu kadar kolay geçiştirileceğini sanmıyorum. 1890'lar olsun, 1909 olsun bence hiçbir şekilde 1915’in hazırlayıcıları olarak görülmemeli. Bu basit bir tarihçi hatası ve bu sözünü ettiğim kişiler oldukça yetkin tarihçiler, profesyonel kişiler ve bunların yapmaması gereken bir hata olduğunu düşünüyorum.
Ermenilerin Anadolu’dan yok edilmesi tarihinde bunlar önemli birer köşe taşıdır mutlaka ama bunların hepsini zincirleme aditer reaksiyon olarak 1915’e bağlamanın sorunlu bir yaklaşım olduğu kanaatindeyim; bunu görmek lazım. Sanırım düzenleyicilerin amaçladıkları, bu döneme spesifik olarak ışık tutmaktı.
Burada benim ilave etmek istediğim bir şey var. Katılımcıların arasında çok ilginç insanlar vardı. Gerek Ermeni olarak gerek Türkiyeli olarak, gelenlerin arasında genç araştırmacıların olması bence çok yüreklendiriciydi. Örneğin benim birkaç öğrencim orada bildiri sundular. Bir kısmı doktora çalışması aşamasında, bir kısmı bitirdi. Gerçekten çok düzeyli bildiriler vardı, bunu söylemek durumundayım. Yayınlanacak mı yayınlanmayacak mı onu bilmiyorum, çünkü böyle şeyler yayınlanmadığı zaman uçup gidiyor ama sanırım Sabancı Üniversitesi'nin bu yönde bir çalışması olacaktır. Bir de şunu söylemek istiyorum katılımcıların arasında ilk kez Türkiye’ye ayak basan Amerikan Ermeni Diasporası'ndan insanlar vardı. Çok da kalabalık değillerdi, 5-6 kişiydiler sanırım.
Onların gerek konuya gerek İstanbul'a ve birdenbire kendilerini içinde buldukları ortama reaksiyonları çok ilginçti. Onları bizzat gözlemlemek de insana, neredeyse, hatta belki de daha fazla, sundukları bildiriler kadar bir şeyler öğretiyordu. Onlar da sanırım epey bir şey öğrendiler. O da önemliydi. Bu karşılaşmalar daha çok olmalı.
Bu tarz yüz yüze ilişkiler daha çok geliştirilmeli. Mesela düzenleyicilerin arasında başı çeken isim, Gomidas Enstitüsü’nden Ara Sarafian hiçbirimizin yabancısı değil zaten.
Ara, senede en az 2-3 kez Türkiye’ye geliyor. Burada, bu konuda biraz daha sorgulayıcı yaklaşan tüm camia tarafından, hepimiz tarafından sevilen sayılan bir isim. Onun dışında başka ilginç katılımlar da vardı. Özellikle edebiyat alanında, anılar üzerinde çalışanlar. Ermeni kadın hareketi üzerine çalışan tarihçilerin bildirileri vardı. Bu boyutu da enteresandı. Bunu da eklemek istedim.
Geçen ay gerçekleşen Adana olaylarıyla ilgili sempozyumu 2006 yılında Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen "İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri" isimli konferansla kıyaslarsak, katılımcılar, sunumlar ve Türkiye'nin içinde bulunduğu politik atmosfer bakımından neler söylersiniz?
Bu bence en önemli sorunuz şimdiye kadar. Şu açıdan önemli: Konferansta da söyledim, biz bu "İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri" konferansının düzenleyicileri olarak, ki ben de o grubun içinde olmaktan şeref duyuyorum, önemli bir iş başlattık. Bu tabu duvarlarında çok önemli bir çatlağın oluşmasına yol açtı bizim konferans ve onun arkası da geldi zaten. Bir tür tepki konferansları yapıldı.
Olsun, ama en azından bu mesele toplumda tartışılır hale geldi, bu çok önemli. Ve Sayın Cumhurbaşkanı'nın Ermenistan’a gitmesi, Ermenistan Cumhurbaşkanı'nın buraya gelmesi. Bunları biz başlattık demiyorum, o kadar da megaloman değilim ama bir şekilde bunlar bu sürecin bir parçası. Ermenistan'la ilişkilerin normalleşmesi vs. bunu çok önemli görüyorum.
Bu geçen hafta sonu yapılan toplantı ile bizimkinin arasında tabii ki bir süreklilik var. Ama şöyle büyük bir fark da var. Bir kere bizimki çok daha kalabalık bir gruptu. Ve en önemli fark ve en büyük eksiklik bizimkinde Hrant da vardı. Bunda olamadı maalesef. Ve olsaydı çok keyif alırdı diye düşünüyorum.
Ve bu kıyaslandığı zaman, bence süreç olarak bakmak en mantıklısı, 2005'teki konferans bir süreci başlattı. Bu konferans da bu sürecin şu aşamada şimdilik en son halkası. Ve dileriz ki bundan sonra da bu tarz etkinlikler devam eder. Benim söyleyeceklerim bu kadar.
(AA/SA/NM/KU/EMK)