* Fotoğraflar: Tuğçe Yılmaz / bianet.
Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) Cumhuriyetin 100. yılına giderken düzenlediği Demokratik Cumhuriyet Konferansı Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi'nde başladı.
500'e yakın, aydın, yazar, siyasetçi, akademisyen ve gazetecinin davet edildiği konferansın ikinci günündeki ilk oturum "2. yüzyıla girerken: Demokrasi ve Cumhuriyet" başlıklı oturum.
Moderatörlüğünü Faruk Alpkaya'nın üstlendiği oturumda Prof. Dr. Nilgün Toker, KONDA Araştırma eski Genel Müdürü Bekir Ağırdır, akademisyen ve yazar Elçin Aktoprak, Prof. Dr. Füsun Üstel ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek konuştu.
İlk oturumda Prof. Dr. Nilgün Toker "2. yüzyılda Cumhuriyet fikri" başlıklı konuşmasıyla söz aldı. Cumhuriyet'in yurttaş tanımı ile mevcut hükümetin yurttaş tanımını karşılaştıran Toker, yurttaş tanımının tamamen ortadan kalktığına değinerek şöyle dedi:
Yekpare değil
"Dün birinci yüzyılın muhasebesini yaptık ve bütün gün kafamda şu soru dolaştı: Neden Cumhuriyet'i istiyoruz? Bir şeyin çok hesaba katılmamasını da kendi açımdan biraz dert edindim. Cumhuriyet tarihi yekpare bir tarih değil. Cumhuriyet tarihimiz içerisindeki liberalizmi acaba demokratikleşmenin bir aracı olarak mı görüyoruz? Burada HDP'nin yaptığı fikirsel bir meydan okuma ama, Cumhuriyet'i geri çağıranlardan farklı olarak. Bizim Cumhuriyet'i geri çağıranlara şunu dememiz gerekiyor: Geri çağırılacak bir Cumhuriyet yok, onarılacak bir Cumhuriyet var.
"Cumhuriyet bir kavram, bir egemenlik formu. O kavramı bütün başka egemenlik formlarından ayıran bir alamet-i farikası var. O da bir yurttaşlık ortaklığı kurması. Halk egemenliğinden Cumhuriyetin anladığı bir kamusallık kavramı. Bütün Cumhuriyetler bu iddiadır. Bizdeki Cumhuriyet devletten bağımsız ve otonom bir yurttaşlar topluluğu tesis edilmesine izin vermedi. İradesinin önünde sürekli engeller tesis etmesi.
"Toplumun üzerine yerleşen bir Cumhuriyet oldu. 1950'lerden itibaren de toplumu devlete taşımak isteyen bir hikâye oluştu. Bu bir liberalizm tarihi de aynı zamanda. Yurttaş figürünü ahali haline getirdi bu anlayış. Türkiye'de aslında 2010'lara kadar kamusallığın sınırlarını devlet çizdi. Bağımsız ve otonom bir müzakare alanı asla açılamadı. Tabii ki yıldızın parladığı anlar oldu, büyük demokrasi mücadeleleri verildi; ama devlet bunu sert bir şekilde kapattı.
Yurttaş yoksa Cumhuriyet de yoktur
"Yurttaşın karar almaya çalıştığı anda müdahaleye uğradığı bir tarihimiz var. Biz de araya girip Cumhuriyeti demokratikleştirmeye çalışıyorduk. Şu an böyle bir gerilim yok, şimdi ne Cumhuriyet ne de demokrasi var. Biz sürekli yurttaşlık tanımına girmeyenleri oraya almaya çalışıyorduk. Şu anda yurttaş da yok. Yurttaş olmaya çalışanlar var. Yurttaş yoksa Cumhuriyet de yoktur. Bunlar yoksa yeniyi düşünme şansına sahibiz. Ben içinde bulunduğumuz rejimi 'belirsizlik rejimi' olarak tarifliyorum. Nedir demokrasinin esası? Devletin eylemlerinin meşruiyet kaynağının bağımsız bir kaynağa dayanması. Şu an meşruiyet arayışı ortadan kalktı. Ortada toplumsal rıza olarak tarif edilecek bir şey yok. Ortaklık fikrini ortadan kaldırdı yeni rejimler. Yeni rejimler asimilatif de değil, doğrudan yok edici.
Damardan faşizm
"Şu an örneğin LGBTİ+'lar tıpkı Kürtler gibi, yeni rejimlerin faşizan yansımalarını apaçık görebileceğimiz gruplardan. Öjenik bir şekilde toplumun LGBTİ+'lardan arındırılma tezi var. Bu tez, damardan faşizmdir. Cumhuriyetin zorba formu aslında toplumun kendiliğinden bir aradalığını kaldıran yeni dinamikler oluşturdu. Biz hâlâ ortaklık peşindeyiz, o yüzden Kılıçdaroğlu'nun ortaklık açıklamalarını önemsiyorum. Ama tabii bize ilkeler gerekiyor. Demokratik Cumhuriyet derken şunu diyoruz: Yurttaşların kendi karar verme gücünü açacak bir kamusallığın açılımı. Eşitliği tartışacağımız yer karar mekanizmalarının önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Demokratik Cumhuriyet, Cumhuriyettir hâlâ. Çünkü esası eşitliktir.
Demokrasi = Seçim
"Cumhuriyet'ın demokrasiyle imtihanı" başlığındaki konuşmasıyla, Toker'den sonra söz alan KONDA Araştırma eski Genel Müdürü Bekir Ağırdır şöyle konuştu:
"Demokrasiyi hep seçimlerden ibaret gördü devlet ve bunu yeterli gördü. Toplumsal rıza gözetilmeden en çok oyu alanla bu sistem tesis edilmiş gibi bakılıyor. Benim demokrasiden anladığım şey: Bana dair karar süreçlerine katılabilmeyelim ya da bu süreçlerden haberdar olmayalıyım. Bizim siyasi zeminimizde müzakere etme gibi bir anlayış yok.
"HDP'yi tenzih ederek şunu söyleyeyim: Şu an siyasi partilerin demokrasiyi tartışma gibi bir derdi yok. Bireyler de aynı şekilde, yurttaş olma konusunda bir telaşı yok. Ancak tüm dünyada küresel bir krizle karşı karşıyayız. Bu popülist iktidarlara karşı ne yapacağımızın yolunu yordamını bulamazsak sonuç alamayacağız. Ben önümüzde tarihi bir fırsat olduğunu sanıyorum. Eğer en geniş uzlaşmayı yaratabilir, eğer parlamentoda en geniş temsili sağlarsa bu bize yeniyi kurma imkânı verebilir.
Onarım ve inşa
"6'lı Masa'nın Mutabakat Metni'nde pek çok şey yok. Kürtler yok, LGBTİ+'lar yok. Belki de olmaması yerindeydi. Bizim şimdi en geniş temsiliyeti kurmamız gerekiyor. Gelecek üzerinden oyunu kurgulamaya başlarsak yeniyi kuracağımızı düşünüyorum. Teori tartışmasından öte, yeni bir yol bulmamız gerekiyor. Zihni bir kopuşa ihtiyaç var. İtiraz siyasetini yeterince yaptık. Demokrasi için başka bir siyaset kurmamız gerekiyor.
"Devlet dediğimiz mekanizmanın ne olup olmadığı meçhul. İki aşama var: Onarım ve yeniyi inşa. Biz bu salonda parlamento için ne yapabileceğimizi örmeliyiz. Geleneksel siyasetin dışına çıkamıyoruz bir türlü, buna HDP'yi de dahil ediyorum. Bunu aşmamız lazım. Toplumun farkındalıklarını nasıl gayrete çevireceğiz diye düşünmemiz ve bunı örgütlememiz gerekiyor. Umutlarımızı miras bırakmak istemiyoruz biz çünkü. Yolumuz uzun ve meşaketli gibi görünebilir; ama bir o kadar da yakın."
Yurttaşlık: Grift bir tanım
Ağırdır'dan sonra söz alan siyaset bilimci ve yazar Prof. Dr. Füsun Üstel, "2. yüzyılda eşit yurttaşlık mümkün mü?" başlığıyla yurttaşlığın ortadan kalkmadığını fakat yeni yurttaşlık tanımlarının ve iradelerinin devreye girdiğini söyledi:
"Yurttaşlık dediğimizde grift bir tanımdan bahsediyoruz. Cumhuriyet'in kuruluş dinamikleriyle, toplumu oluşturan farklı aktörlerle ilgili bir kimlik, aidiyet ve hâlden bahsediyoruz. Konuşmamda üç noktaya temas edeceğim: Eşit yurttaşlık mümkün mü, yurttaşlık konusunda nereden nereye gelindi ve Cumhuriyet'in 2. yüzyılda daha kapsayıcı bir yurttaşlık oluşturabilir miyiz?
Eşit yurttaşlık
"Eşit yurttaşlık mümkün mü sorusuna dönersek. Bu soruyu Cumhuriyet kavramını kullanmadan da sorabiliriz, çünkü Cumhuriyet kavramıyla özdeşleşmiş bir yurttaşlık tanımı yok. Yurttaşlık belki de Cumhuriyet'in ötesinde tartışabileceğimiz bir mesele. Eşit yurttaşlık mümkün değil. Yurttaşlığın karakterinden kaynaklanan bir husus bu. Yurttaşlığın ikili bir doğası var: Hem içeren hem dışlayıcı bir olgu bu. Yurttaşlık sitatik bir olgu da değil, dinamik bir olgu. Bu nedenle yurttaşlaşma süreçlerini dikkate almamız gerektiğini düşünüyorum.
"Yurttaşlık tanımının ortadan kalktığını düşünmüyorum ben. Öncelikle yurttaşlık ölçek değiştirdi. Ulus-devletle bağı olan bir yurttaşlık mümkün. Yurttaşlık artık yersiz-yurtsuzlaştı belki de. Arkasından üzülerek baktığımız kamusal alan yeni bir kamusal alan artık. Daha katmanlı ulusal alana doğru bir gidiş var ve bunun yurttaşlık üzerinde de etkisi var.
"2. yüzyıl için bize gerekenler ise şunlar: Barış ortamı, onarıcı mekanizmalar ve yeni bir yurttaşlık."
Demokratik ulus
HDK Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek "Cumhuriyet ve Demokratik Ulus" başlıklı konuşmasında yeni bir yol bulunmasının imkânına değinerek şöyle dedi:
"Demokratik ulusun özellikle Kürt halkı için bir çözüm önerisi olduğunu vurgulayarak başlayalım. Bunun adına umudur zafer haline getirmek de diyebiliriz. Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz ve bir birikim süreci yaşıyoruz. Tam da bu noktada 'Biz kimiz?' sorusunu daha yakıcı bir şekilde sormak gerekiyor. Özgür yaşam formunu, demokratik yaşam formunu nihayete erdirmemiz gerekiyor.
"Demokratik ulus çözümü sadece mevcut sorunların güncel çözümüne dair daraltıcı bir bakış açısı vermiyor bize. Demokratik ulus fikriyatının önceliklerinden biri şu: Bir sınıflı toplum gerçekliğinde yaşıyoruz, tarihin hangi aşamasında olursak olalım toplumların, halkların beraberinde getirdiği eşitlikçi fikirler var. Kendi değerleri var, kendi dilleri var. Bize ait olan değerler sınıflı toplum içerisinde sürekli kendini canlı tutuyor.
"Cumhuriyet bir ulus-devlet formu, kendi içerisinde de başarılı. Halkların doğal tarihi üzerinden söylemek gerekirse, halklar kendi sorunlarını yan yana gelerek çözmek zorunda. Bu da şu demek: Daha az devlet, daha fazla toplum. Bizim kapsama alanımıza giren tüm sorunlar için çözümümüz şu olmalı: Devletin alanını daraltmak. Verebileceğimiz en gerçekçi yanıt bu olabilir. Bu ikili otoriterinin uzlaşma alanlarından biri demokratik Cumhuriyet olabilir. Demokratik Anayasal çözüm de elbette. Ancak bu gerilimlerin bitmesi, nihayete ermesi anlamına gelmiyor.
"Son olarak şunu söylemek istiyorum: Sayın Öcalan 10 metrekarelik bir hücrede, dış dünyayla tamamen teması kesilmiş ve yaklaşık 24 aydır kimse görüşemiyor. Böylesi bir çözüm iradesinin tecrit edilmesi belki de demokratik Cumhuriyet'in neden daha fazla seçenek haline gelmediğinin göstergesi."
Birlik = Teklik
Çiçek'ten sonra söz alan akademisyen ve yazar Elçin Aktoprak "Yerel Demokrasi ve Ulus-Devlet" başlığındaki konuşmasına milliyetçiliğin nasıl ortaya çıktığını söyleyerek başladı. Aktoprak şöyle konuştu:
"Milliyetçilik bize yeni bir toplum kurma olanağı sağlıyor. Halk adına, tabandan yükselen taleplerle değiştirme iddiasında. Aşağıdan geldiği için de demokratik bir müdahale. Ama tam da milliyetçiliğin kendine içkin defoları nedeniyle bu çok kısa bir hâl. Milliyetçilik yola çıkarken hetero-erkeklik ideolojisi olarak yola çıkıyor. Önce kadınları ikinci konuma iten, LGBTİ+'lar içinde aktif-görünür olmalarıyla birlikte onları da iten bir yerde konumlanıyor. Zaten başından itibaren dışlama pratiğiyle yolunda ilerliyor. Ulus inşa edilmeye başlandığı andan itibaren de sınıflar arası ayrımı örtmeye başlayan bir idoloji olarak ortaya çıkıyor. Ve elbette merkezleşmesi.
"Ulus-devletler başından itibaren birlik eşittir teklik üzerinden politikalarını kuruyorlar. Türkiye'de de devletin tunç eli, her yerde yumruğunu vuruyor. Tabanın ihtiyacını duymak gibi yerele atfedilen bir önem yok zaten. Her türlü farklı ses bir ayrık otu olarak koparılmak isteniyor zaten. Ama bizler yerelden artık daha fazla ses duymaya başlıyoruz. 2. yüzyılı tartışıyorsak içinde bulunduğumuz koşulları konuşmamız gerekiyor.
"Devlet her şeyiyle geri döndü. Bunu pek çok otoriter yönetimle birlikte Türkiye'de de gördük. Milliyetçilik yeniden kendini şarj etti. Avrupa'da yükselen sağ bunun bir örneği. Milliyetçilik kitleselleştiği için yukarıdan ve aşağıdan belirleyen olmaya başladı. Türkiye'de Mutabakat Metni'ne baktığımızda da milliyetçilik üzerinden mücadelenin yer aldığını görüyoruz. Mücadele alanı oldukça zor. 2. yüzyıldan bahsediyorsak, tüm bu zorluklardan bahsetmemiz gerekiyor. Kuracağımız demokratik dili, bunları gözeterek kullanmamız gerekiyor."
(TY)