Hayal Otel, Feryal ile İsmet'in açılışını yaza yetiştirmeye çalıştıkları on iki odalı bir otel. Otelde her odanın bir adı var: Kaktüs, Ardıç, Begonvil, Kızılağaç, Şimşir, Lavanta, Menekşe, Funda, Çınar, Limon, Okaliptüs, Papatya...
B. Nihan Eren'in Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan son kitabı "Hayal Otel", bir kıyı kasabasının dışında, henüz tabelası bile asılmamış bir otelde birikmiş öfkeyi, kötülüğü, ihaneti düşsel bir anlatımla dile getiriyor.
Eren yazma serüveni ve "Hayal Otel" ile ilgili şunları söylüyor:
Koliden çıkan örümcek
"Bu yola aslında sezgilerimle çıktım. Sonradan "Yavaş" kitabıma dönüşecek ve çoğu "Yavaş"ta olmayan, hatta gün yüzüne bile çıkartmadığım o öyküleri yazarken, gerçekten ne yapmakta olduğumun, neyin peşinde olduğumun pek farkında değildim bile. Tek bildiğim yazmak ve buna devam etmekti. Yazma yolumu el yordamıyla arıyordum. Üniversite öğrenciliğim yeni bitmiş ve İstanbul'a yerleşmiştim. İş arıyordum. Yanımda getirdiğim kitap kolisini açınca içinden bir örümcek çıktı. Oradan buraya kadar gelebilmesine, hala nefes almasına çok şaşırmıştım. Havasızlıktan olacak, duvara tırmanıyor ama yere düşüyordu. Biraz çıkıyor, tekrar düşüyor ve yola yeniden başlıyordu. Onu uzun uzun izledim. Ve kendimle örümcek arasında bir benzerlik gördüm sanıyorum. Ve sonra taşrada yaşamak, oradan çıkamamak, sınıra kadar gitmek isteyip imkansızlıkla yerinde kalmak hakkındaki öyküler toplamı olan Yavaş'ı yazmaya başladım. Dediğim gibi bu ilk öykülerin bir çoğu Yavaş'ta yok. Ama hepsi sonunda Yavaş'taki öyküleri bir şekilde meydana getirdiler. Hep şu vardı aklımda. Taşra nedir? Seksenlerde taşrada nasıl bir toplumsal dönüşüm yaşandı? Yavaş'ın hiç bir yerinde kutudan çıkan bir örümcek yok. Ama hepsi yerini aramak hakkında öyküler."
Oteldeki elektirk kesinti...
"Hayal Otel'in zihnime ilk düşüşü, Selimiye'de kaldığım bir oteldeki elektrik kesintisiyle oldu. Sadece bu. Ki yazmaya başlamadan çok öncedir bu da. Ama bir aralıkta olmak, kaçmak, yer aramak, bulamamak, önünü, ileriyi görecek bir fener aramak hakkında uzun zaman pek çok şey düşündürdü bana. Ben yazmanın anıları yazmak olmadığına inanıyorum. İsyanı, öfkeyi, sorulan soruları, bir öykü yazdıran hayattaki o resmi, kitaba bire bir sokmadan yazabilmenin peşindeyim."
Yazma ve yaşama gerilimi
"Yazmak ve yaşamak benim için hiç bitmeyen bir gerilim. Bu ikisi arasındaki aralıkta dünya çocukluğumdan beri ikiye ayrılıyor. Gerçekte olan ve öyküsü olan. Öyküye dönmüş her şey, gerçeği anlamamı kolaylaştırdı. Artık yazmanın benim için, dünyaya ve insana yönelik anlama çabasından çıkma bir yeniden anlam üretme uğraşı olduğunu biliyorum. Yazma isteğimin temel nedenini bu anlama isteği, dünyaya yönelik merak oluşturuyor. Yazar olma durumunun çelişkisiyle, bir dil, biçim ve anlam arayışıyla sürdürülen bir çaba bu. Yazmak için gereken tutku ve çaba, hayata yönelik merak ve şaşkınlıkla birleşince, beni yazmaya ittiği kadar yaşamaya da itiyor."
Bir tür kazı
"Yazmadan önce meraklar başlıyor, yani hayata belli sorular yönelttiğim bir zaman dilimi geliyor. Sonra gördüğüm her şeyi bu mercekten geçirmeye başlıyorum. İdeolojileri, siyaseti, insan ilişkilerini, felsefeyi, sanatı, kadını, erkeği, gündelik yaşamı yani bütünlüklü olarak hayatı. Bunu bir tür kazıya benzetebilirim. Yani artık her mevzuyu buradan görme, değerlendirme şekli, hep aynı yerden soru sorarak kazma çabası. Üç öykü kitabımda da değişmeyen temel soru şu; biz kimiz? İnsan gerçekten bir muamma. Bu muammayı anlama veya bu soruyu sorma şeklim, bulmak istediğim veya sonunda beklemediğim şekilde karşılaştığım cevaplar üç kitapta da farklı oldu. Ama yazmaya hep buradan başladım. İnsan nedir? Ve farklı şekillerde nasıl yaşar? Hayata bir yer kaplamaya gelmiş insan, bu hayatı nasıl geçirmekte?"
"Edebiyat bir yankıdır"
"Ömrün sonuna kadar öykü yazılabilir. Zaten bunu yapanlar, çok da güzel yapan yazarlar var. Yalnızca öyküyü bir okul gibi görmek, öyküye yapılmış bir haksızlıktır bana göre. Edebiyatın okulu, ardımızda duran külliyattır. Onları okuyarak nasıl yazacağımızı hatta onları çok sevsek bile nasıl yazmayacağımızı yine onlardan öğreniriz. Edebiyat bir yankıdır. Hayatın, insanın, ardımızda bıraktığımız sesin bir yankısı. Hayatın ne olduğuna, insanın kim olduğuna dair bir anlatım. Hayatın nasıl olması gerektiğine dair öneri sunmaz belki ama onun güzelliği zaten buradadır da bence, bir öneri sunmamasında, herhangi bir şey öğretme çabası içinde olmamasında. Okuduklarımızda kendimizi bulabiliriz, çok sevebiliriz, nasıl yazacağımızın işaretlerini de edinebiliriz hatta ardımızda kalanları bir pusula kabul edebiliriz belki. Ama yazmak bir yandan bu pusulayı kapatabilme becerisidir diye düşünüyorum, en azından yazarken. Yani okumak ama okuduklarını unutmak, sevmek ama sevdiklerini unutmak, düşünmek ama düşündüklerini unutmak, hissetmek ama hissettiklerini de unutmak ama tüm bunların hepsiyle birlikte bir baştan başlayış, yazmak. Dolayısıyla yalnızca öykünün yazmayı öğrettiğine katılmıyorum. İster romanla başlayalım, ister öykü, hatta şiir hepsini başladığımız yerde öğrenmeye uğraşırız, yeniden deneriz." (AÖ)