Bugün 8 Aralık... Bugün "ömrümüzden eksilen bir gün daha"lardan. Tıpkı dün gibi, ondan önceki gün gibi. Peki ya yarın?
İşe gidip gelmek, para kazanmak, kira ödemek, yiyecek almak, çocuk yetiştirmek gibi yaşamın hayhuyu arasında dünyanın daha iyi bir yer olmasını istemek ve bu beklentiyle takip etmek, belki bunun için çalışmak, zaman harcamakla geçen bir gün daha...
Gün gelsin, üzerine konuşacak Kürt sorunumuz olmasın, o günler kadınların şiddetle yan yana gelmeyeceği günler olsun, işçiler, emekçiler birleşsin, güçlensin, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü kavramları gerçekten olsun, eşcinseller, Romanlar da meclise girsin, türban da sorun olmasın vs... Saymakla bitmiyor talepler...
O gün gelecek. Ama ne yazık ki bu bir muştu değil. Durum vahim.
Suyumuz tükeniyor, aşırı sıcaklara daha çok kalp dayanamaz oldu ya da soğuktan donarak daha çok insan ölüyor, hayvanların nesli tükeniyor, yeşilin çeşitliliği de niceliği de düşüyor, dünyanın başka başka yerlerinde sular yükseliyor, kasırgalar oluyor, insanlar evsiz kalıyor, en çok da yoksullar etkileniyor, tarımı, hayvancılığı, ekonomisi çökme tehlikesiyle, aç kalmamak için göç etmeye çoktan başladı.
Darfur'da kadınlar çocuklarının susuzluktan ölmesiyle su bulmak için iki kilometre ötede tecavüze uğramak arasında tercih yapmak zorundalar. "Savaş ve kadın" diye tartışırken susuzluğun nedenini es geçmek insan merkezli bakış açısının bir yansıması, doğanın tahakkümünün çıkmazı.
Ortadoğu'daki işgallerin en büyük nedeninin enerji olmadığını kim söyleyebilir? Topraklar aşındıkça, denizler yükseldikçe, buzullar eriyip fırtınalar çıktıkça daha çok sosyal patlama, daha çok savaş olacağı öngörülüyor.
Sözün özü "Neyleyim hakkı, hukuku, refahı, içinde yaşanacak gezegen olmazsa"ydı.
Devletin hükümetin sermayenin iktidarın askerin yaygın medyanın Çernobil'i doğal afetmiş gibi anlatıp radyasyonlu çay içirmelerine, susuzluğu Allah'ın takdiri gibi karşılayıp yağmur dualarına çıkmalarına, güneşimizden rüzgarımızdan mahrum edip kirli enerjiye yatırım yapmalarına, doğuda ormanları güvenlik gerekçeli yakmalarına; kesmelerine, batıda zenginlere acar saraylar dikmelerine, ayağı toprağa değmeden kesilen milyonlarca tavuk yetiştiren teknolojileriyle, genetiği bozulmuş besinlerle bizi beslemelerine kısacası bütün sahtekarlık ve ikiyüzlülüklerine alıştık.
Peki ya hak örgütleri, hak savunucuları, sol partiler, aydınlar, üniversiteliler ve nihayetinde kendini muhalif olarak tanımlayan kesimlerin de bir politikası yoksa bu konuda, kime yaptırım uygulayabilirler?
Sadece "karşı çıkma"nın politika olarak algılanması bu ikiyüzlülüğe ortak etmez mi?
Bugün bunları düşünme günü, bugün meseleye bir de buradan bakma günü. Aslında düşünmeye vakit yok. Saat 14:00'te Kadıköy meydanında buluşulup orada bir plan yapılabilir.
Mitingle eylemle bir şey değiştiğine inancımız zayıflıyor olabilir ama bugüne kadar bütün mitinglerde dillendirilmiş sorunları talep edilmiş hakları kapsayan bir eylem günü bugün. Acı, basit, gerçek, net: Gezegen elden gitmesin.
Ne sağcıyım ne solcu, hafta sonları maç izlerim diyenler; sabunu bilmem ama pişman olursanız dokunacak suyunuz kalmayabilir.
Evden çıkmadan önce açık kalan bilgisayarı, televizyonu kapatmayı, kombinin ısısını düşürmeyi ve mümkünse Kadıköy'e gelirken arabanızı değil toplu ulaşım araçlarını kullanmayı ihmal etmeyiniz. (EZÖ)