Puksavida Yayınları’ndan çıkan “Herkes Sever Neşet Ertaş’ı” isimli kitabı yazarı Zafer İlbars ile konuştuk.
Kitapta, kentli yalnız insanların tutkularına ve sorunlarına yoğunlaşan İlbars’ın, mizahı da elden bırakmadan modernizmi alaya alması dikkaten kaçmıyor. Beyaz yakalı bir erkeğin, tek başınalığı üzerine kurulu olan ve onun varoluşuna dair sorunları ele alan “Herkes Sever Neşet Ertaş’ı”, yabancılaştırmayı, kişinin kendisine yer yer dev bir aynadan bakmasını da odağına alıyor.
Yazara, Neşet Ertaş’ın hikayedeki varlığını sorduğumuzda, “Hikâyeyi oluştururken Neşet Ertaş metaforunu kullanmaya karar verdiğimde, bunu dramatik yapının işlevsel bir noktasına koydum ve isim de kendiliğinden beni çağırdı” diyerek sorumuzu cevapladı.
"Herkes Sever Neşet Ertaş'ı" İlbars'ın ikindi kitabı. Daha önce Okuyanus Yayınları'ndan 14 hikayeden oluşan "Pornovida" adlı bir kitabı 2006'da yayınlanmıştı. İlbars’a kendini nasıl tanımladığını sorduğumuzda ise, “Tiyatro yazarlığı ve dramaturgi eğitimi almış, yıllarca reklam ve sinema yazarlığı yapmış, Henry Miller’dan aldığı ateşle Jack Kerouac'ın sigarasını yakmış olmanın keyfini yaşamış, Ortadoğulu bir edebiyat severim" diye cevaplıyor.
“Herkes Sever Neşet Ertaş’ı” kitabınızda modernizm salınımında yer eden karakterlerinizin hikâyelerini anlatıyorsunuz. Tüketim, sevgisizlik çağımızın belli başlı sorunlardan… Sizce gün içinde yemek yerken, ulaşım araçlarını kullanırken bir an olsun yabancılaşıp varoluşumuz üzerine kafa yorduğumuz oluyor mu?
Olmaz mı? Bugün, modernizmin major depresif hayaletini daha önceleri hiç olmadığı kadar üzerimizde hissediyoruz. Metroda, sinema kuyruğunda, plazalarda ve hatta metruk barlarda… Öyle ki, en alelade anlarda bile kendini gösteriyor. Modernizm; ego idealimizin sınırlarını ödünç heveslerle kasıp gevşetmeye, kendimizi tanıma arzumuzu nefrete dönüştürerek katkıda bulunmaya, silik bir cesaret gibi hayatımıza girip varlığını sözcükler arasında unutturmaya, hileli bir mercek gibi arzu odağımızı sürekli değiştirmeye devam ediyor.
“O dibi yeşillenmiş, alkolden yosun tutmuş bardaklarda, teki beş lira olan biralardan içmenin tam zamanıdır.” cümlesiyle, aslında herkesin düşlerini kurduğu o güzel dünyadan öte, “şehirli romantizmi” yapan bir karakterin iç sesine kulak verdiğinizi düşünüyorum. Karakteriniz, kendine ve hayata dair farkındalığı olduğu halde nasıl bir tepki vereceğini bilemiyor. Günümüz yaşantısında “şehirli” insanın çıkışsızlığının objektif koşulları sizce nelerdir?
Kendim için artık çok inanmasam da çoğu insan için çıkış noktası olarak “aşka yakalanmak” derdim. İşler iyi giderse tadını çıkarlarılar, kötü giderse en azından bu çıkışsızlığının klişe de olsa bir nedeni olur. Ama şehrin ritmik kurgusunu içten patlamalı bir hezeyanın öyküsel olanı dışlayan sloganına dönüştüren aşk, sözcüklerle, temsillerle ya da baştan çıkaran işaretlerle kendi aynasını inşa ediyor. Denizler altında bir yıldızda ve bir maskenin giderek kendi içine doğru uzayan gölgesinde tıpkı bir virüs gibi çoğalan o aşk, sonunda imgesiyle birlikte aşıkları da zamanlar üstü bir kara deliğe hapsediyor. Her şey değişiyor. Bu koşullarda bir istikrar yakalamak, standart bir ruh hali tutturmak zor, hatta mümkün değil. Romanı yazmaya başladığımda “teki beş lira olan” o biralar bile artık beş lira değil!
“Gerçekliğin pek itibarlı olduğu günümüz dünyasından sıyrılıp daha düşsel kavramlarla oynaşmayı tercih eden”, hakikate varmak yerine kendi gerçekliğini yaratan karakterlerinizi kaleme alırken motivasyonunuz ne oldu?
Aslında en büyük kişisel motivasyonum, kendi kendimi ikna edecek, “Bu oldu” duygusunu verecek bir metin oluşturmaktı. Romanın gayet yerleşik bir tavırla başlayıp, bu tavırdan birden bire uzaklaşarak mizah duygusunu da ihmal etmeyen bir gerilime kayması, motivasyonumu ayakta tutan en önemli nedendi.
Zaten kişisel olarak sonuna dek planlanmış, rasyonel hikayeleri sevmiyorum. En azından kafamda planlanmış bir öykü varsa, onu dramatik bir manevrayla sahteliğinden kurtarmak yazdığım hikâyeyi bir okuyucu gibi heyecanla takip etmeme yol açıyor. Mesela romanımda neredeyse vahşet duygusuna hitap eden grotesk bir eylemin, evcilleştirilmiş bir psikolojik dramaya nasıl dönüşebildiğine tanıklık etmek benim adıma ilgi çekiciydi. Beni ikna etmese zaten bu romanı birileriyle paylaşma cesareti içimde oluşmazdı.
“Kaba kuvvet kullanmak yoluyla gözdağı veren adamlardan nefret ederim.” cümlesiyle B sınıfı filmlere selam çaktığınızı düşünüyorum. Anlatımınızdaki sinematografinin de sinema ile kurduğunuz ilişkinin bir sonucu bizce.
Evet, kesinlikle evet. B sınıfı filmlere bayılırım. Bu soruyu cevaplarken bile tüylerim diken diken oluyor, gerçekten bu konuda tek başına uzun bir yazı bile yazabilir veya saatlerce konuşabilirim ama korkmayın öyle bir şey yapmayacağım. Televizyonda defalarca izlediğim, çözünürlük fakiri B sınıfı bir Türk filmine bile öyle takılırım ki, bu yüzden çok önemli bir randevuma geç kaldığımı bile bilirim. Frank Henenlotter’in 82 yapımı Basket Case filmi, her zaman büyük ilham kaynaklarımdan biri olmuştur. Romanımda yer alan, ucuz, B sınıfı filmler gösteren bir sinemada geçen Prag hikayesi de aslında bu ilgimin bir sonucu.
“Kablolu ya da uydu üzerinden istedikleri kanalları izleyen imtiyazlı kesimler “sentetik gerçeklik”ten şikâyet ederken, yoksul kesim için gerçeklik, kirayı ödemek ve çoluk çocuğun nafakasını temin etmek demek.” cümlesiyle gerçeğe sınıfsal bir yaklaşım yüklüyorsunuz. Gerçek, gördüğümüz müdür?
Bu soru direkt olarak aklıma Marx’ın çok güzel bir sözünü getirdi: “Gerçek göründüğü gibi olsa sanata ya da bilime gerek olmazdı.” Romanda verdiğim ironik örnek aslında biraz da bu söze atıfta bulunuyor. Hepimiz yaşadığımız çağdan ve koşullardan şikayetçiyiz. Ama kaçmaya çalışırsak hemen bir takip ışığıyla bizi yakalayıp sırtımızdan vurabilirler. Benimki de samimi bir şekilde itiraf etmek gerekirse pasif bir farkındalık aslında.
Yeni bir çalışmanız var mı?
Evet var. Romanın nasıl başlayacağını biliyorum, bu benim için bitirmenin gerçekten yarısı. Yoldayken karşılaşacağım şeylerin bana keyif vereceğinden eminim. Zaten şu sıralar aklımda birbiri ardına sıralanan ve hızla akan fotoğrafların, sözcüklerle yer değiştirme töreni başladı bile. (SS/HK)