"Burnumun Renkleri" isimli ilk romanıyla Gülten Dayıoğlu Vakfı İlk Gençlik Romanı ödülünü kazanan yazar Esra Yazdıç Demir, uzun yıllar parlamento muhabirliği yapmış bir gazeteci.
Altın Kitaplar'dan çıkan bu ilk kitabında arkadaşlığın, birbirine kol kanat germenin önemini okuyor çocuklar. Hikaye, renklerin hayat kurtardığına, nezaketin değerine ve affetmenin önemine odaklanıyor.
Şu sıralar bilim kurguya yakın yeni bir kitap üzerinde çalışan Esra Yazdıç Demir, çocuk edebiyatı, eğitim ve yarışma süreci üzerine sorularımızı yanıtladı.
"Üslûba takıntılıyım"
Merhaba Esra Hanım, sizi gazeteci kimliğinizle tanıyorduk. Geçen yıl yayımlanan "Burnumun Renkleri" isimli kitabınızla yazarlık yönünüzü de keşfetmiş olduk. Okurlarımız için kendinizden kısaca söz eder misiniz?
Edebiyat kökenli bir gazeteciyim. Uzun yıllar eğitim ve parlamento muhabirliği yaptıktan sonra kurumsal hayata geçtim. Ancak, "İşi boş ver esas Esra kimdir?" derseniz, coşkulu biriyim. Duygularımı açık yaşamayı severim. Sanırım çocuk edebiyatının en sevdiğim yanı da bu. Çocuk yazını, edebiyatın en çılgın ve heyecanlı türü. Asker bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak pek çok kentte bulundum. Çok okul, öğretmen, arkadaş değiştirdim. O yüzden uyumlanmaya şerbetlidir ruhum. Dinlemeye, anlamaya ve anlatmaya hayranım. Gazeteciliği de bu üçlüyü yakalayabileceğimi düşünerek seçtim. Üslûba takıntılıyım. Ağzının içinden konuşulmasını, lafın dolandırılmasını sevmem. Çabuk ağlar çabuk gülerim. Gönlümü kolay alırsınız.(gülüyor) Renklere, kokulara ve doğaya aşığım. Derdim, meraklarım. Derdim, yaşadığımı fark etmek. Derdim, iyi ki okudum dedirtebilmek.
Çocuklara ses olmaya çalışmak...
Yazarlık serüveni nasıl başladı? Sizi yazmaya iten şey neydi?
Günlük tutarak başladım. Sanırım yedi yaşındaydım. Annem bir günlük almıştı. Kapağında kalemiyle gökyüzüne renkli kelimeler yazan bir kız resmi vardı. İlk tetikleyici oydu. Heveslendiren ise ikinci sınıfta Ankara genelindeki bir şiir yarışmasında birincilik almam oldu. O zaman yazdıklarının sevilmesinin ne kadar doyurucu bir duygu olduğunu fark etmiştim. Küçüklüğümde çeviri kitaplar fazlaydı. Jules Verne, Astrid Lindgren... Hatta "Pippi Uzunçorap" o dönemki en yakın arkadaşım olabilir. (gülüyor) Gerçi bugün de Pippi'nin yeri başkadır. Çocuk edebiyatını Türkiye'ye armağan eden Gülten Dayıoğlu ve Muzaffer İzgü'yü ise başka severim. Sanırım onların kahramanları da arabanın arka koltuğunda kentler arası seyahat eden Esra'nın yol arkadaşlarıydı.
Beni yazmaya iten ise haberin mekanik dilinden çıkıp, her şeyi hikâyeleştirmeye çalışmak oldu. Çünkü merak uyandıran, ilgi çeken hikâyeydi. Seyahatlerde tanıştığım insanların, özellikle çocukların sonsuz hayallerine karşılık, yaşamlarındaki mecburiyetleri beni çok etkiliyordu. Hangi kültür olduğu çok fark etmiyor, çok ya da az, en çok çocuklar susturuluyor. O yüzden ses olmaya çalışmak bile önemli.
Hayatın tüm renkleri
Mesleğiniz gereği Türkiye'nin hemen hemen her yerinde bulunmuşsunuz. Gözlemlerinize göre eğitim açısından sizce ne durumdayız? İlerleme kaydettik mi?
İlerlemeden kastımız öğrencilere ücretsiz kitap vermekse başarılıyız. Ancak kitapların içeriği ve müfredat incelenirse sanırım durum çok parlak değil. Beş yıl eğitim odaklı bir sivil toplum kuruluşunda eğitim iletişimi yürüttüm. Biz hedefi hep Avrupa olarak koyuyoruz.
Finlandiya örneğini baş tacı ediyoruz. Bence de harika bir sistem ama fiziksel özelliklerinden, kültürüne, yaşam koşullarına kadar yapılarımız o kadar farklı ki... Hedefleri kendi kültürümüze göre koymalı, adımları tek tek atmalıyız. Eğitim sistemimiz çocuğu odağa koyuyor mu? Derse sürünerek, teneffüse depar atarak çıkan çocuklarız. Neden böyle? Öğretmen çok önemli bir faktör. Öğretmenin mutlu olması da yönetime bağlı. Bir oranda da kişinin vicdanına.
Bence herkes önce iğneyi kendine batırmalı. Köy öğretmenlerine dair çalıştığımız bir projede öğretmenlerden birkaçı öğrencilerinin sürekli onları bırakacağı korkusunu yaşadıklarını söylemişlerdi. O kadar çok öğretmen değişiyor ki; tam alışıyorlar, gözünün içine baktıkları öğretmenleri gidiyor. Bunun için devletin köy öğretmenlerine pozitif ayrımcılık yapması şart. Öğretmenlerin de rehavete kapılmadan gelişime açık olması gerekiyor.
Lisa Aisato'nun "Hayatın Tüm Renkleri" kitabında yapboz parçalarından oluşturulmaya çalışılan bir çocuk resmi var. Yetişkin biri tarafından tamamlanmaya çalışılıyor. Çocuğun tamamlanmaya çalışılan tarafı, belki de odaklanılan noktası demeliyim, kafası, beyni. Resme baktığınızda kalbinin olduğu yerdeki yapboz parçalarının yerinde olmadığını görüyorsunuz. Çok etkilenirim bu resimden. Çocukların beyinlerini doldurmakla meşgulüz kalplerini ise... O nedenle biz eğitimi akademi odağından çıkarıp içine sosyal, kültürel, duygusal, ahlaki değerleri koymadıkça bu konuyu tartışıp duracağız. Adalet kavramını, çok kıymetli buluyorum. Adil nesillerin tohumu ailede ve sınıfta atılıyor. Sulayan ise çevre oluyor.
"Çocuklar samimi metinler istiyor"
Sizce çocuk edebiyatı yazarları bu konuda ne gibi katkılar sunabilir?
İnsan merak etmediği yerde, kişide, işte, evde, çevrede mutlu olamıyor, kalmak istemiyor. Çocuklar da kitaplarda kalmak istemiyorsa ben kendime dönüp bakarım. Çocuklar samimi metinler istiyor. Etrafları parmak sallayan ve öğüt verenlerle dolu. Hâlbuki ciddiye alınmaya, birey olduklarını hissetmeye ihtiyaçları var. Müfredatta göremedikleri şeyleri kitaplardan almaya ihtiyaçları var. Hayal güçlerini desteklemek bizim sorumluluğumuzda. O yüzden çocuk edebiyatı için çalışanlar onların yaşamlarına inanılmaz güzel katkılar sunabilir.
Biraz da kitabınızdan bahsetmek isteriz. "Burnumun Renkleri"nde çok ilginç bir konu işlemişsiniz. Koku duyumuz üzerinden farklılıkları, dostluğu, kendini gerçekleştirmeyi anlatıyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Farklılıkları bulmayı ve anlatmayı seviyorum. Bu, kimi zaman kitapta olduğu gibi bir meslek ya da duyu, kimi zaman davranış ya da kültürler olabiliyor. Kitap zaten şöyle başlıyor: "Ben bir burnun koku körlüğü ile doğan oğluyum." Burun kim? Kime denir? Nasıl bir meslektir?
Aynı zamanda anosmi hakkında da bilgi edinecekler ama tüm bunları hikâyenin akışında bulacaklar. Okullara gittiğimde "Ben bir burun olabilirim" diyen çocukları görmek çok keyifli. Bir de arkadaşlık ve aile vurgusunu çok önemsiyorum. Bu iki yapı bizi yükselten, günümüzü toparlamamıza destek olan en önemli topluluk. O yüzden birer kelimeden çok daha fazlalar. Doğru yerde 'evet' ve 'hayır' diyen, nezaketi elden bırakmadan hakkını savunan insanlara ihtiyacımız var.
Hayal-emek-mutluluk
"Burnumun Renkleri" ile Gülten Dayıoğlu Vakfı İlk Gençlik Romanı ödülünü kazandınız. Yarışmaya katılmaya nasıl karar verdiniz?
Benim harika bir yol arkadaşım var. Eşim Onur. Onun "Hadi artık" demesiyle gelişti süreç. Zaten her ödül töreninde iç çekip "Bir gün" derdim... Onur verici bir ödül. Hele birebir Gülten Hanım'dan bu ödülü almak benim kişisel tarihimde unutulmaz bir an. Hele seçici kurul... Prof. Dr. Sedat Sever, Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün, Ayla Çınaroğlu, ... Türkiye'deki çocuk ve ilk gençlik edebiyatının duayen isimleri. Gala yemeğinde Sedat Hoca'nın bir sözü olmuştu; "Neye sahip olduğunun farkında ol ve sakın bırakma." Kulağıma küpedir.
Bu yarışmaya katılmak isteyen okurlarımız için yaşadığınız süreçten bahseder misiniz?
Süreç benim için üçe ayrılıyor. Hayal – Emek – Mutluluk. Ben hayal ettim. Hayal zaten çalışmayı tetikliyor. Altın Kitaplar'ın harika bir ekibi var. Editörler, kurumsal iletişim, dağıtım, okul süreçlerine dair uzman bir kadro kucakladı beni. Ödülden sonra da süreçler çok güzel ilerliyor. Başvurmak isteyenlere şöyle bir önerim olabilir hayal edin ve harekete geçin. Atalet en büyük düşmanımız.
(LA/AÖ)