Başbakan Erdoğan'ın "önsöz" yazdığı bu kitabın yayınlanma amacını, AKP'yi bir çizgi olarak Milli Görüş geleneğinden ayırmak diye özetleyebiliriz. Dolayısıyla, AKP'nin bu kitap ile kendisine teorik bir temel ve ideolojik bir arka plan hazırlamak gibi iddialı bir çaba içine girdiği söylenebilir. Çünkü AKP, sadece bu kitabı yayınlamakla kalmadı ve 2003 sonunda düzenlediği "Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu" ile Batılı bazı sağcı akademisyenlerin de katkısını alarak bu yöndeki çalışmalarını sürdürdü.
AKP ve geleneksel muhafazakârlık
Bu kitap ile kendisini "muhafazakâr demokrat" bir parti olarak değerlendiren AKP, bu kavramsallaştırmayı teorik ve tarihsel bir temele oturtmaya çalışıyor. Gelgelelim, tarihsel referanslarıyla birlikte ele alındığında, AKP'nin geleneksel muhafazakârlıktan önemli farklılıklar taşıdığı da ortaya çıkıyor. Duyulan bu sıkıntı nedeniyle olsa gerek, AKP liderliği sadece "muhafazakâr" değil, aynı zamanda "demokrat" bir hareket/parti olduklarını özellikle vurgulama ihtiyacı duyuyor. Bu yanıyla, salt geleneksel İslamcı çizgiden değil, aynı zamanda "milliyetçi muhafazakâr" söylemden de kendilerini ayırmaya çalışıyorlar.
Batı'dan farklı olarak Türkiye'de Soğuk Savaş döneminin, 28 Şubat 1997 sonrasında bitirildiği söylenebilir. Bu tarih aynı zamanda, sola ve komünizme karşı mücadelede, sistem tarafından İslam'a biçilen rolün de sonu demekti. İslamcı harekette doğan amaç boşluğu ve yaşanan ayrışma nedeniyle, bu hareketin "ılımlısı" ve "radikaliyle" kendisini yeniden tanımlaması kaçınılmazdı. Bu bakımdan, AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın, "İyi ki 28 Şubatı yaşamışız, iyi ki Fazilet Partisi'nden ayrıldık" demesi önemlidir. Başlangıçtaki muğlak politikalar ve kendilerini tanımlamakta çektikleri zorluklar, AKP liderliğindeki yeni kimlik arayışının dışavurumundan başka bir şey değildi.
Neo-con hareket ve AKP
Muhafazakâr demokratlık; gerek sözkonusu kitap gerekse AKP sözcüleri tarafından, din-siyaset ilişkisinin yeniden tanımlanması zemininde ele alınıyor. Din-siyaset ilişkisi, din merkezli temel hak ve özgürlüklerin korunması bağlamında değerlendiriliyor. Dini ifade ve örgütlenme özgürlüğünün savunulması siyasal öncelikler arasında yer alıyor. Bu anlayış, esas olarak aydınlanma ve modernitenin kazanımlarına, insan aklının özgürleşmesi ve bilimin yol göstericiliğine karşı olmak gibi, esasa ilişkin konularda geleneksel muhafazakâr tavrın tarihsel ve kategorik olarak daha "gerici" temellerde yeniden üretilmesinden başka bir anlama gelmiyor.
Çünkü, muhafazakâr demokratların (AKP'nin) demokrasi ve hukuk devleti anlayışları, şer-i hükümlerin ağır bastığı bir anayasal düzenden başka bir şey değil. Bu model, ABD'nin "Büyük Ortadoğu"yu düzenlemek ve Washington'un küresel egemenliği dünyanın kalbi olan bu bölgeden rıza üretmek amacıyla geliştirdiği "ılımlı İslam" projesiyle hemen hemen aynı şeydir. İşte bu zemin, bizim "muhafazakâr demokratlar" ile Amerikan yeni muhafazakârlığının (neo-conservative) buluşma düzlemidir.
Muhafazakâr liberalleşme
AKP yöneticileri; bireysel referanslarının İslam olduğunu, ancak siyasi referanslarının demokrasi olduğunu vurguluyorlar. Dini, "Kemalist gelenek gibi mabetlere ve vicdanlara hapsetmeyi" değil, güya siyasal alandan çekerek bireysel ve toplumsal alanda yeniden kurmayı hedefliyorlar. Bu anlayışa göre din, siyasal bir olgu değil, toplumsal bir olgudur.
Ancak, yine onlara göre din toplumu yönetmeye yetmez. Çünkü, ekonomik bir programı ve öngörüsü yoktur. Dolayısıyla Müslüman toplumlar liberal ekonomi esaslarına göre de yönetilebilir. Böylece, muhafazakâr demokrat AKP yeni liberalizmin de kapısından içeri girmiş olur. Bu kapı, Amerikan neo-con hareketin geçtiği kapıyla büyük ölçüde aynıdır. Fark sadece kapının boyutlarındadır; birisi daha küçük diğeri ise daha büyüktür...
Kitapla devam edelim... Muhafazakâr ve islami düşünceye göre, insan doğası itibariyle gerek bedensel gerekse zihinsel ve duygusal anlamda kusurlu bir varlıktır. İnsan zihni, içinde bulunduğu dünyayı, özellikle de onun "beşeri yönünü" hakkıyla kavramaktan acizdir. Beşeri bilgiye laboratuar ortamında ulaşılamaz. Bu anlayış, klasik muhafazakârlardan yeni muhafazakarlara kadar uzanan bir "felsefi" alanın ortak eksenini oluşturur. Amerikan yeni muhafazakârlığının fikir babalarından Leo Strauss, bu anlayışı kuramının temeline oturtur.
Faşizan siyaset anlayışı
Bu çizgiye göre, toplumu yönetme elit tabakanın görevidir. Siyaseti ancak iyi yetişmiş bu elit grup yapmalıdır. Sıradan insanları bu işin, yani siyasetin içine sokmanın bir anlamı yoktur, zarar verir ve işleri zorlaştırır. Tarihsel referansı Platon'a kadar uzanan bu faşizan yaklaşım tipik bir Leo Straussçuluktur.
Benzer gerekçelerle sınırlı siyasetten yana olan Dr. Akdoğan, AKP'nin toplum-siyaset ilişkilerine bakışını anlatırken bunun nedenlerini de sıralıyor. Ancak, çelişkilerle dolu Muhafazakâr Demokrasi kitabında, bir yandan AKP'nin "sınırlı siyasetten" yana olduğu belirtilirken diğer yandan da toplum mühendisliğine karşı olduğu vurgulanıyor. Oysa, "toplum mühendisliği" kısaca siyasetin kendisi olarak tanımlanabilir. Buna karşı olmak gerçekte siyasete karşı olmaktır.
AKP'nin "muhafazakâr demokrasi" kavramıyla ifade ettiği ideolojik-politik çizgisi, Avrupalı muhafazakâr demokrat partilerden çok, ABD'deki yeni muhafazakâr hareketle paralellik taşımaktadır. Bu değerlendirmeyi biraz daha derinleştirirsek; AKP çizgisi, ağırlık merkezini neo-con anlayışın oluşturduğu, Avrupa muhafazakârlığı ile ABD yeni muhafazakârlığının eklektik bir ifadesidir. AKP'nin kurduğu ilişkiler, izlediği iktisadi ve toplumsal siyaset ve küresel çatışmalardaki konumlanışı (dış politikası) bize bu konuda yeterince kanıt sunmaktadır. Hatta bu kanıtlardan bazıları, AKP'nin doğrudan bir Amerikan projesi olduğuna da işaret etmektedir. (MY/BB)