Sonra o devasa sanatsal heykelleri 2150 metre yükseklikteki Nemrut Dağının doruğuna taşıtmış. Sonra da hem güneş doğarken hem de batarken benden sonra gelenler beni unutmasın demiş adeta.
Ve 500 metre uzunluğunda yazıtlar bırakmış sonrakilere. Demiş ki:
"Zamanın tahribine dirençli bu tapınaksal mezarın temellerini göksel tahtların yakınında atmaya karar verdiğimde, bu kutsal mekan, sadece ileri yaşıma rağmen hâlâ sıhhat ve selamet içinde olan bedenimi saran kılıfa, tanrının sevdiği ruhum Zeus Oromasdes'in göksel tahtlarına yolcu olduktan sonra, ebedi bir istirahatgâh olsun istemedim; buranın aynı zamanda bütün tanrıların ortak tahtları olmasını da kararlaştırdım.
"Çünkü benim çabalarım sonucunda orada sadece kahraman atalarımın şu gördüğün resim dizeleri bulunsun istemedim; daha çok da, bu kutsal tepe üzerinde tanrıları temsil için kutsanarak dikilen ilahi bir figür, artık ıssız kalmayacak bu mekanı tanrılar karşısında ifa ettiğim dindarlığın bir kanıtı olarak görsün istedim." *
Geçtiğimiz hafta sonu, 15 yıl aradan sonra bir kez daha Nemrut'taydım. "Tanrıların Vatanı Anadolu" denilen mekanın belki de en görünür yerindeydim. Daha dağ yolundayken önceki gidişimi düşündüm. Gecenin saat onuydu.
Yol boyunda araya sora yolsuz, izsiz, tabelasız dağ arıyorduk. Bir köye girdik, şimdi gündüz gözüyle o köye yeniden girdiğimde adının "Narince" olduğunu anımsadım.
Gece karanlığında yol ağzında bir evin penceresindeki gence "Nemrut Dağının yolu burası mıdır?" diye sorduğumuzda, "Bilmiyorum abê, ben bu köyden hiç çıkmadım ki!" demişti köylü delikanlı.
Sonra o geçmişin izinden o hırpalayıcı ve yakınındaki dağdan habersiz gencin ifadesi ile bugün yeniden giderken adı "Karadut" olan bir başka köye girdik.
Girdik, girmez olaydık! Haziran sonunda Nemrut yolunda iş makineleri yolu kazmış su hattı çalışması yapıyorlardı. Eyvah dedim eşime, eğer yol böyle ise kim bilir dağ ne haldedir?
Yanılmadığımı dağa çıkınca anladım. Hem doğu hem de batı terasındaki heykellerin hali pür melali hiç de iç açıcı değildi. Kimsesiz, sahipsiz adeta kaderlerine terk edilmişlerdi, insan tekinin olanca acımasızlığına ve tahripkârlığına karşı...
20 kişilik bir Alman Grubu ile dolaşan profesyonel bir rehber yana yakıla Aslan Başlı Horoskop'u arıyordu. Batı terasında olmalıydı. Ama yoktu. Ben de bilmiyordum.
Belki bir köşede hiçbir sorumlusunun olmadığı restorasyon barakasında olabilir diyerek Alman Turistleri ikna ettiğimizi sandık.
Doğu terasından batı terasına doğru yürürken Malatya tarafından geldiğini söyleyen ve Diyarbakır'dan geldiğimizi öğrenen biri "Çok tahrip olmuş heykeller abi. Vinçle yerleştirirken kırıp dökmüşler. İnsan üzülüyor" dedi.
Görünce hak verdim.
Sonra yakın zamanda 3 Mayıs'ta Hürriyet Gazetesinde Gülden Aydın imzasıyla yayınlanan "Nemrut'a Vandal Zulmü" haberini anımsadım.
Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği (İFSAK) üyesi iki genç, Maya Altınorak ve Akın Mısırlıoğlu Elazığ Fırat Üniversitesi'nden 50 kadar öğrencinin 15 Nisan sabahı Nemrut'taki tanrı heykellerine yaptığı eziyeti belgelemişti hem de fotoğraf ve tanıklıkla.
Diyorlardı ki; "Aslan heykelinin tepesindeki bir öğrenci, fotoğrafını çektiğimizi görünce gülümsedi. 'Çekin, çekin Fırat Üniversitesi Metal Eğitimi Bölümü öğrencisiyim' dedi. İki öğrenci aralarında 'Üzerine çıkmadığımız bir şey kalmadı değil mi?' diyordu.
"Bir öğrenci de 'ekmek aslanın ağzında' deyip elini aslan heykelinin ağzına sokuyordu. Kartal heykelinin gagasına basarak tepesine tüneyen bir öğrenci vardı. Türkçe ve İngilizce yasak uyarısının yer aldığı tabela ve kutsal alanı çevreleyen zincir, kimsenin umurunda değildi ve daha önemlisi ortalıkta bir tek görevli bile yoktu."
O kızgınlıkla güneşin batışını izleyeceğiz düşüncesiyle çıktığımız dağdan, vazgeçip erken inerken nedense günlerdir beni düşündüren bir başka haberle hesaplaştım.
Nemrut'tan epeyce uzakta ülkenin batısında Ege'de Su Perisi Allianoi var. O da bir başka vurdumduymazlıktan yana dertli. Haberini okumuştum yakın zamanda. 1800 yıllık geçmişi olan Roma çağı ılıcası Allianoi bir yanıyla Yortanlı Baraj gölünün suları altında kalmamanın kavgasını verirken öbür yanıyla da ödenek yokluğu nedeniyle bu yıl başlanması gereken kazılara başlayamıyormuş.
Bu nedenle kazı için ödenek ayırmayan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na inat destek arayışına girişmişler Allianoi sevdalıları.
Bir de hesap açtırmışlar. "Bergama-Yortanlı Kurtarma Derneği banka hesabı: Akbank Bergama Subesi DHV 33453-01-2" Nakit paranın dışında, fotoğraf makinesinden tutun, bisküviye, zeytinden bistüriye varıncaya, bir evin kurabiyesi kadar ayni desteğe bile ihtiyaçları var.
Sonrası bir ahtır. Ah tutar mı tutar. Belki çağlar öncesinden Kommagene Kralı Antiochos'un yazıtlarının devamında gizlidir ah!
"Her kim ki ama, bu düzenin kutsal geçerliğini ya da ölümsüz iradenin teyit ettiği rahmet abidesini bozar ya da zarar verir ya da gerçek anlamını değiştirmeye yeltenirse, yalnız kendisi değil, aynı zamanda tüm soyu sopu rahmetli atalarımın ve tüm tanrıların hışmına uğrasın, ta ki cezasını tamamıyla çekinceye kadar...
"Zamanın akışı içinde her kim, bu ister bir kral ister bir hükümdar olsun, bu ülkenin yönetimini devraldığında, bu kanunu ve bize ibadeti korur ve sürdürürse, benim hayır dualarımla, tüm rahmetli atalar ve tanrılar ondan razı olsun; bu kanuna karşı gelen ve tanrılara saygısızlıkta direnenin ise her türlü felaket başına gelsin."
Komagene Kralı 2100 yıl önce bunları taşlara nakşedip bırakıp gitmiş. Bizim Kültür Bakanlığı'mızın Kültür politikası var mı?
Belki yıkıma yok olmaya meyyal "derin" bir politikası var da ben hissetsem de henüz bilmiyorum. Ama öyleyse zaten beddualarını binlerce yıl önce Kral Antiochus gökler ülkesinden dünyaya ünlemiş. Onların anladığı dille, İflah olmazlar dilerim. (ŞD/BA)
* Grekçe aslından Prof. Dr. Sencer Fahin tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. Yayın hakları Arkeoloji ve Sanat Yayınlarına ait.