Sosyal medya, gelişen teknoloji ve erişebilirlikle birlikte her geçen gün günlük hayatın, toplumsal yaşamın içinde daha fazla yer tutuyor. Nefret söylemi ise, sosyal medya geliştikçe topluma daha kolay ve hızlı yayılıyor.
Son örnek, Boğaziçi Üniversitesi ve LGBTİ+’lar. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP Lideri Devlet Bahçeli, Boğaziçi’ne kayyum rektör atandıktan sonra sosyal medya üzerinden defalarca öğrencileri hedef alan açıklamalar yaptılar, nefret söylemi ürettiler. Üstelik bu açıklamalar reklam yasağının ardından hız yavaşlatma tehdidi altındaki Twitter üzerinden gerçekleşti.
Günlük hayatın içinde bu denli yer tutan bir mecrada sıkça karşılaşılan bir olgu haline gelen nefret söylemleri sıradanlaşmanın yanında insan hayatını tehlikeye atar hale geldi.
TIKLAYIN - Erbaş, Soylu ve Bulu hedef gösterdi, iki öğrenci tutuklandı
TIKLAYIN - Soylu'nun iki tweet'ine daha uyarı kondu
TIKLAYIN - Twitter, Bahçeli'nin tweet'ini engelledi
Doğa: Fiziksel saldırının yolu yapılıyor
Onlardan birisi. Boğaziçi Üniversitesi psikoloji öğrencisi Doğa. Aynı zamanda üniversitenin LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü üyesi. Doğa, kulübün kapatılmasına giden yolda, siyasilerin attığı nefret söylemi içerikli tweetlerin köşe taşı olduğunu söylüyor.
Süleyman Soylu’nun gözaltına alınan arkadaşlarına ‘sapkın’ dediğini, öğrencileri ‘terör örgütü üyesi’ olmakla suçladığını hatırlatıyor. Devlet Bahçeli’nin ise kendilerini ‘Başı ezilmesi gereken zehirli bir yılan’ olarak tanımladığını söylüyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın bile kendilerini hedef aldığını aktarıyor.
Doğa siyasilerin nefret söylemlerini anlatırken “Paylaşımlar yalan yanlış bilgilerle dolu. Post truth dediğimiz hakikat ötesi bir gerçeklik yaratıyorlar. Açıklamaları yanlış bilginin çok çabuk yayılmasına neden oluyor” diyor ve ekliyor:
“O yalan, yanlış bilgiler aslında bizi çevreleyip yutmaya çalışan bir güç haline geliyor. Bu söylemler alışık olmadığımız söylemler değil. Soylu’nun da, Bahçeli’nin de, Diyanet İşleri’nin de ilk vakası değil. Ben kulübün Instagram hesabını yönetiyorum. Artık paylaşımları yorumları kapatıyoruz mesela. Çünkü her nefret söyleminde, her hedef gösterilişte gönderilerimizin altı bu tür içeriklerle doluyor.
Şiddete başvuracağını beyan eden kalabalığın ya da sırf söylemiyle bile şiddet üreten o kalabalığın varlığını her gönderide yeniden hatırlıyoruz, endişe ediyoruz.
Sokağa çıktığımızda ya da sosyal medyayı aktif kullandığımızda şiddet ve nefret söylemleri bir gerçeklik hali bu ülkede. İlla fiziksel bir saldırı olması gerekmiyor. Fiziksel saldırının yolu yapılıyor. Mesela kolluk kuvvetlerinin müdahalesini meşrulaştıran kanal, Süleyman Soylu’nun nefret söylemlerinden besleniyor."
Engindeniz: Toplumdaki kutuplaşmayı artırıyor
Konuya ilişkin çalışmalarıyla tanınan, Hrant Dink Vakfı Medyada Nefret Söylemi İzlenmesi Projesi Danışmanı ve Galatasaray Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. İdil Engindeniz, siyasilerin sosyal medyadaki nefret söylemlerini ‘Siyasetin çok ilkel bir biçimi’ olarak tanımlıyor. “Günümüzde böyle bir siyaset yapmak kimseye fayda getiren bir şey değil” diye de ekliyor.
Bu tür ifadelerin çok kısa vadeli olarak ‘belki’ sahibine fayda getirebileceğinden bahseden Engindeniz, nefret söylemlerinin toplumun zararına olduğunu söylüyor, toplumdaki kutuplaşmayı arttıracağını, çatışmalara yol açabileceğini ve hatta bunların fiziksel çatışmalara dönebileceğini anlatıyor.
James A. Piazza'nın 2020'de yayınladığı "Politikacıların nefret söylemi ve ülke içi terörizm" başlıklı makalesinden söz eden Engindeniz şöyle devam ediyor:
"Piazza somut veriler üzerinden bir makale yayınlamış. 2000-2017 arasında 163 kadar ülkeyi kapsayan bir araştırma. Siyasetçilerin nefret söylemleriyle yurtiçindeki şiddet eylemlerinin arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor. Ve tabii ki çok kuvvetli bir ilişki ortaya çıkmış.
Siyasilerin nefret söylemi ürettiği ülkelerde yılda diyelim ki şiddet 9 olayıyla karşılaşılıyor. Fakat daha barışçıl ve sakin siyasetçilerin olduğu ülkede sadece yılda 1 olayla karşılaşılıyor. 9 katlık bir farktan söz ediyorum. Araştırmanın çıkış noktası da Trump’ın söylemleri. Trump’ın İspanyol kökenlilerle ilgili açıklamalarının üzerine 2019’da Texas’ta 22 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan terör atağının üzerinden ilerlemiş araştırma.
Trump’ın söyledikleriyle eylemini gerçekleştiren kişinin söylemlerinin nasıl birebir aynı olduğu ve o eylemi gerçekleştiren kişinin Trump’tan etkilenmiş olduğunun kanıtları var.
Türkiye’ye baktığımızda ise Ayasofya’nın açılışında Diyanet Başkanı Ali Erbaş’ın yaptığı konuşmadan beri LGBTİ+’lara karşı ciddi bir nefret söylemi/suçu görüyoruz sosyal medyada. Niye LGBTİ+’lar? Çünkü en kolay grup. Kürtlerle ilgili konuşmak çok daha başka komplikasyonlar yaratabilir herkesin hayatında. Ama LGBTİ+’lar söz konusu olduğunda toplumsal zemin onları dışlamaya zaten uygun olduğu için en tehlikeli söylemler, onlar üzerinden üretiliyor, halk kışkırtılıyor. Tabii ki bu çok tehlikeli. Nefret söylemi dediğimiz şey sadece birilerinin kalbinin kırılmasıyla ilgili bir durum değil. Gerçek hayatta öldürülme tehlikesi doğuran bir şey.
Mesela ‘terörist’ kavramı. Süleyman Soylu’nun tweeti gibi paylaşımlar terörist olmayanları teröristleştirebilir. Süleyman Soylu’yu hararetle takip eden bir kişi yarın öbür gün Boğaziçi’ne bir silahlı saldırı düzenlemeye karar verirse kim terörist olarak adlandırılacak burada. Tersten bir terörizm yaratma tehlikesi var.”
“Siyasiler günü kurtarmaya çalışıyor"
Dr. İdil Engindeniz, nefret söylemlerinin artık ‘medya profesyonelleri’ tarafından değil, kişilerin kendileri tarafından üretildiğini de ekliyor sözlerine. Siyasilerin benzer ifadelerle günü kurtarmaya çalıştığından bahsediyor. “Günü kurtarmak için en uygun grup neyse onunla devam ediyorlar yollarına” diyor.
Sonrasında ise LGBTİ+ örgütlerinin Erdoğan döneminde dernekleştiğini hatırlatıyor:
“Türkiye’nin bir dönem Avrupa birliği ideali vardı. LGBTİ+ örgütlerinin dernekleşmesi de bu hayalle birlikte AKP iktidarı döneminde oldu. Yasalar değişti, örgütler resmi statü kazandı. Ama şimdi iktidar resmen onlar düşman ilan etti.
Sadece LGBTİ+’lar değil mesela Cumartesi Anneleri’nde de aynı şeyle karşılaşıyoruz. Erdoğan’ın işine geldiği dönemde devlet Cumartesi Anneleri’yle görüştü. Onların yaptığının ne kadar önemli olduğundan bahsedildi. Ama işine gelemediğinde onlar da ‘teröristlerin anneleri olarak’ adlandırıldı.
2016’da Erdoğan Avrupa’da yaşayan Türklerden bahsederken ‘Nefret söylemi fikir özgürlüğü kapsamında yer almamalıdır’ diyordu. Ama aynı yıl Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun Türkiye raporunda resmi görevlilerin nefret söylemini yaydığı anlatılıyor ve nefret söyleminin etkin bir şekilde cezalandırılmadığından bahsediyordu.
Sonuç olarak nefret söylemi Türkiye’de suç olan bir olgunun suç değilmiş gibi davranılmasıyla çoğalıyor.”
Altıparmak: Yasal boşluk var
İnsan hakları hukukçusu Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, nefret söylemlerinin suç olduğundan bahsederek başlıyor söze. Nefret söylemlerinin TCK 216’ıncı maddesince hüküm altına alınan “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu kapsamına girdiğini aktaran Altıparmak, cinsel yönelimlere karşı işlenen nefret suçlarında ise yasal boşluk olduğunu söylüyor, “LGBTİ+’lara karşı işlenen suçlar da bunun rahatlığı içinde yapılıyor. Diledikleri gibi hakarete, tehdide varan ifadeleri bu nedenle rahatlıkla kullanıyorlar” diyor.
Türkiye yasalarının hiçbir yerinde ‘cinsel yönelime’ yer verilmediğini ifade eden Altıparmak, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’nda dahi ayrımcılık tipi olarak cinsel yönelim ayrımcılığının yer almadığını aktarıyor.
Türkiye’de cinsiyetin sadece erkek ve kadın olarak yer aldığını, cinsel yönelim nedeniyle yapılan ayrımcılığın nefret söylemi kapsamında değerlendirilmediğini söyleyen Altıparmak şöyle devam ediyor:
"Cinsel yönelim ayrımcılığına karşı Türkiye’de hukuki bir boşluk var. Bu uluslararası sözleşmelere aykırı bir durum. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi cinsel yönelim ayrımcılığı nefret söylemi içerisinde değerlendiriliyor. Türkiye’nin bu alanda düzenleme yapması ve buna müsaade etmemesi yükümlülüğü var.
Aslında Twitter, Süleyman Soylu’nun ve Devlet Bahçeli’nin tweetlerini tam da bu nedenle, Türkiye’de hukuk mercilerinin görevini yapmaması sebebiyle engellemiş.
Nefret suçlarını hüküm altına alan TCK 216’ıncı maddenin sadece üç fırkası var. Fıkralar 6 aydan 3 yıla kadar hapis öngörüyor. 1’inci fıkra da güçlünün güçsüzü ezmesine engel olmak için yazılmış ama uygulanmıyor. Yargı iktidarın elinde olduğu için, siyasilerin bu söylemleri cezasız kalıyor.
Normal şartlarda 1’inci fıkra, kamu barışını bozacak şekilde açık ve yakın tehlike oluşturan tahrikin cezasını öngörüyor. Yani dezavantajlı grupları koruma altına alıyor. Türkiye’de Müslüman kesime karşı nefret söylemi ürettiğinizde, ortaya nefret suçunu oluşturacak bir eylem çıkmaz. Çünkü kamu barışını öyle bozamazsınız. Ama bunun tam tersi olduğunda, Kürtlere karşı, gayrimüslimlere, LGBTİ+’lara, Romanlara, Suriyelilere karşı bir nefret söylemi ürettiğinizde tahrik ettiğiniz kişi ya da grup Romanların yaşadığı bir mahalleyi basabilir, Suriyeli bir ailenin evini yıkabilir. Örnekleri mevcut.
İşte tam bu nedenle 216/1 gerçekte azınlığı korumak için yazılmış bir maddedir. Maddenin kendisi öyle ama uygulaması tam tersine. Bu da uygulamadaki anormallikten, kısıtlı ve bilerek kötü uygulamadan kaynaklanıyor."
(HA)