Jirinovskinin Avrupa hakkında, sözlerinde mutlaka bazı gerçekleri bulabiliriz.
Sorunum nasyonalizm ekseninde politika üreten politikacılara hak vermek değil kuşkusuz, tersine onların bir değerlendirmenin, sürecin sonuçunu sanki nedenmiş gibi sunuyor olmasını göstermek.
Tarihte de böyle olmamış mıdır ?
Mein Kampfı (Kavgam) okurken, orda Musevi kapitalinin, nasıl Alman kapitali karşısında devasa adımlarla büyüdüğünü pek âlâ görmek mümkün, doğrudur.
Ama bunu görmek Alman kapitalinin neden ve nasıl zorda kalmış olduğunu, Alman ülke yöneticilerinin sübjektif hatalarını görmeden bu durumdan Musevileri sorumlu tutmak: Sorumsuzluk, cehalet, kolaycılık ve dolayısıyla da antisemitizm gibi bir yüz kızartıcı duyguyu beslemeye götürmemelidir, ki bu olmuş ve Nazi faşizmi doğmuştur.
Dolayısıyla bir değerlendirmede salt doğruları söylemek yeterli değildir, o doğruların hangi konjonktürde, neyi açıklayabilmek, neyi anlatmak amacıyla ifade edilmiş olmasına da bakmak gerekir.
Bu bağlamda; yakında, Almanyanın Türklerin, Fransada ise Cezayirlilerin, egemenliği altına gireceklerini(!) söylemek, hiç de yanlış bir öngörü olmayabilir.
Olmayabilir de, burada söylenmek istenen nedir ?
Eğer; bu durumdan Cezayirliler ve Türkler suçlanmak isteniyorsa, işte yanlış buradadır. Çünkü olası böyle bir durumun sorumluları ne Cezayirliler ne de Türklerdir, onlar çok çok, Fransa ve Almanyanın geçmişte uyguladıkları (tek taraflı çıkarcı) emperyalist politikaların sonuçlarıdırlar.
Politik değerlendirmelerde; sonuçları sanki birer nedenmişler gibi göstermek, eninde sonunda faşizan uygulamaları doğurur.
Koskoca Avrupanın geçmişinde yaptığı bu yanlışlarından, Türkiye de payını almamış mıdır ?
Hem de nasıl?
Osmanlı döneminde; gayrimüslimlere, 19. yüzyıla dek, askerlik yapma, devlet memuru olma hakkı verilmediğini, onlara güvenilmeyip, vergilerle, baskılarla adam olmak istiyorsan eğer, ille Müslümanlığı tercih edeceksin! dayatmasına mâruz edildiklerini unutarak, onların ister istemez, zanaat sahibi olup, kapital birikimi yaptıkları hatırlanmak istenmeden, birdenbire yahu şu gayrimüslimlere bakın, adalar-modalarda ülkenin kaymağını yiyor, çok para kazanıyorlar ! diye tahlilde bulunmak, bir örnektir.
İlginçtir, bugün de Avrupada, Türklerin kısa zamanda büyük paralar kazanması(!) aynı duygularla, bazılarınca dile getiriliyor, ancak o bazıları yıllar önce hoş olmayan işlerde Avrupalıların çalışmak istemediklerini, buna karşın Türklerin yemeyip içmeyip bu kötü işlerde çalışıp sermaye biriktirdiklerini unutuyorlar.
Gayrimüslimlerin tabiî ki genel Müslümanlardan (Cumhuriyetin ilk yıllarında) çok daha fazla para kazandıkları sonucunun gerçek olması yetmiyor, asıl neden böyle bir durum? diye soru sormak ve kafa patlatmak gerekiyordu o zamanlar, ama nerde?
Zaten durumları analitik değil de idealize ederek veya kompleks duyarak değerlendirme yapmanın ayrımı bu değil midir?
Bugün; mâsum ve aslında teşekkür edilmesi gereken Fransanın Cezayirlileri ve Almanyanın Türklerine karşı, bazılarınca haksızlık yapılmak istenmesi; tıpkı zamanın Türkiyesinde, mâsum ve aslında teşekkür edilmesi gereken, gayrimüslimlere kolay analizler(!) sonucu, yapılan gayri insânî uygulamalara benzemektedir.
Kısaca; Osmanlının düşüş döneminden (aslında taa dünümüze kadar uzanan) 60lı yıllara kadar, gayrimüslimlere karşı uygulananların benzeri, bugün yurtdışında çalışan Türk işçilerimizin başına geliyor!
Ancak dikkat! ... Avrupa geçmişinde bir sürü insanlık ayıbı etmiş ama bunların cezasını, biletini, bedelini ağır ödemiş ve aman, bir daha asla yaşamayalım! refleksine sahip olmuştur. Dolayısıyla Avrupada, Türk işçiler veya başka ötekilerin başına, benzeri belalar, kontrol elden çıkmayınca, artık kolay kolay gelmez.
Zaten Türkiye ile Avrupa arasındaki en büyük fark işte burada !
Türkiyede hâlâ, en ufak bir tarih sorgulaması, işlenmiş ayıplar vesilesiyle üzüntü duyma, acı paylaşma gibi, sadece ve sadece özeleştiri kavramının yerleştiği kültürlerde görülen, reflekslerden yoksunuz.
O da yetmiyormuş gibi, herhangi bir Avrupalının (isterse içten olmayıp, ikiyüzlülükle yapsın, var mı dahası ?) gösterdiği bir pişmanlık ya da özür eylemini, günah çıkarmak(!) şeklinde yorumlamıyor muyuz ?
Yani; eğer Almanyanın Solingen kentinde, ırkçılar (dikkat AlmanLAR değil!)
bazı mâsum Türklerin evini yakmışsa, ve akabinde suçlular bulunup, yakalanmış, ve mâhkûm edilmeleri yetmiyormuş gibi, Belediyesi ve Hükümetiyle Alman Devleti özür dilediğinde bunun yerine, Alman yönetiminin Türklerden özür dilemeyip, aynı bizlerin yaptığı gibi, hiç oralı olmamasını, işlenmiş suçu inkâr etmesini, ama Türkler de kaşınmışlardı, ne yapalım, bazı münferit olaylar olmuş bir kere! v.s. gibi, (eylemden sonra ikinci kez) utanılası sözler sarf etmesi ve davranışlarda bulunmasını, tercih edeceğiz herhalde öyle mi?!
Velhasıl; Rusyada basın toplantısında, ülkelerinde terörist eylemlere katılmış, Türk teröristlerinin pasaportlarını, sinirli sinirli sallamaları sonucu, basınımızda: Rus Bakanını sinirlendiren pasaportlar! gibi, en ufak bir çuvaldızını kendimize batırma hissini vermekten uzak manşetlerin atıldığı bu günlerde, lütfen (!) ülkemizdeki çifte standartlarından söz etmeye başlar olmuşken ...
Fransadaki başörtüsü yasağından sonra, başını kaldırmaya yüz tutmuş gibi olan yabancı düşmanlığı hakkında konuşurken, realitemize de bir ayna tutmaya çalıştık.
Hele neden ve sonuçların yerleri şaşılınca, Türkiyede veya Avrupada da, hep aynı olduğunu; hiç fark etmediğini, de anımsatmak istedik! (BB)