Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer günün önemine binaen yaptığı açıklamada, "Basının haber verme, denetim ve eleştiri yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve oluşturma, kurumlarla bireyler arasında bilgi akışı sağlama, toplumun çıkarlarını koruma, özgür tartışma ortamı yaratarak toplumsal bilinci güçlendirme, toplumu eğitme ve düşünce dünyasını zenginleştirme gibi yaşamsal sorumlulukları bulunmaktadır ve bu yönüyle kamusal görev yapmaktadır" demiş.
Cumhurbaşkanı tarifi yaptıktan sonra da durum tespiti yapmış: "Basının toplumun sesi olma işlevini yerine getirebilmesinin basın çalışanlarının haklarına sahip çıkılmasına, ekonomik ve sosyal durumlarının iyileştirilmesine, onlara özgür çalışma ortamı sağlanmasına bağlıdır. Gazetecilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, haklarının güvenceye alınması, onların, görevlerini rahat bir ortamda yapabilmelerini sağlayacaktır. Öte yandan, basın çalışanlarının da haklarına sahip çıkmaları, etik değerleri her koşulda gözetmeleri, medya gücünü amaç dışı kullanmak isteyenlere karşı duyarlı olmaları gerekmektedir."
Sezer'in söyledikleri gayet açık ve anlaşılır. Bu alıntıdan anlaşılan şu ki; gazetecilik kamusal bir iştir, meslek ahlakına uygun hareket edilmelidir, medya patronlarının oyuncağı ya da silahı olmamalıdır ve gazeteciler örgütlenmelisiniz.
Peki yürütme organın başındaki kişi olarak Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın açıklamalarında laf salatalarını bir yana bırakırsak önemseyeceğimiz tek bölüm var: "Basın mensuplarının hak ve çalışma koşullarının günün ihtiyaçlarına göre güncelleştirilmesi ve iyileştirilmesi bundan sonra da gerek hükümet, gerekse toplum olarak önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir." Bunun için söylenecek tek bir söz var: YALAN.
Hükümeti gazetecilerin çalışma koşulları değil, medya patronlarının çıkarları ilgilendiriyor. Çünkü medya patronların çıkarlarına uygun davranmak, kendi siyasi geleceklerinin de garantisi anlamına geliyor. Hiç ihtimal vermiyorum ama eğer, başbakan bu yazıyı okursa yalan söylediğini anlaması için çok çaba sarf etmesi gerekmez.
Yasaların dahi nasıl uygulanamaz olduğunu bu satırların yazarının patronu aleyhine açtığı davalarda ve son olarak İbrahim Günel'in Radikal Gazetesi'nden nasıl çıkarıldığını öğrenirse belki açıklamasında dediği gibi basın çalışanlarının çalışma koşulları hakkında kafa yorabilir.
Şimdi gelelim esas mevzuumuza. 10 Ocak, bayram ya da gazetecilerin önemli günlerinden biri. Ama kanımca ne adla anılırsa anılsın günümüz koşullarında bir önemi yok. Bir kere böyle bir gün olmasına da çeşitli ve haklı olduğunu düşündüğüm nedenlerle itirazım var. Ama önce nereden çıktı bu gazetecilerin önemli 10 Ocak günü ya da bayramı onu hatırlayalım kısaca.
1961 yılında gazetecilerin çalışma haklarında önemli iyileştirmeler getiren 212 Sayılı Yasa'nın yürürlüğe girmesi üzerine dokuz gazete sahibinin, yasayı protesto etmek için üç gün boyunca gazeteleri yayımlamama kararı aldı. Bu gelişme karşısında, gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla İstanbul'da sendika binası önünde toplanarak yürüyüş yaptılar.
Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında ise sendikanın öncülüğünde, ''Basın'' adıyla kendi gazetelerini 11-12-13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar. O tarihten sonra 10 Ocak'ın, ''Çalışan Gazeteciler Bayramı'' olarak kutlanmasına karar verildi.
1971'deki 12 Mart müdahalesinden sonra ise çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, ''bayram'' yerine ''Çalışan Gazeteciler Günü'' olarak anılmaya başladı.
Bugün içinde bulunduğumuz koşullar göz önüne alındığında bu özel günü yaratan ya da "bayram"dan "gün"e evrilmesindeki nedenler, koşullar ve anlamı karşısında insan "vay be" eskiden neler oluyormuş demekten kendini alamıyor.
Düşünebiliyor musunuz, gazeteciler yasal haklarını gasp etmek isteyen patronlara direniyor. Yürüyüşler yapıyor, "gazete çıkarmam" diyen patronlara sendika öncülüğünde üç gün boyunca gazete çıkararak yanıt veriyor. Rüya gibi geliyor insana. Ama başta da dediğim gibi bu günün halen anılıyor olmasına itirazlarım var. O halde onları anlatayım.
Her şeyden önce adı ayrımcı bir anlam içeriyor. Gazetecilerin ciddi bir mücadele ve elbette ki dayanışma sergileyerek elde ettikleri, daha doğrusu gasp edilmesine karşı çıktıkları haklarının öneminin "çalışan gazeteciler" diye anılıyor olması rahatsızlık veriyor. Hemen her gün bir gazetecinin işinden edildiği bir ülkede bence çalış(tırıl)mayan gazeteciler için bir gün tahsis edilmesi daha geniş bir kitleyi ilgilendirir diye düşünüyorum. Hem eminim ki daha hareketli "kutlamalara" sahne olabilirdi.
Bir düşünün sayıları hiçte azımsanmayacak kadar çok işsiz gazeteciler, Cağaloğlu'ndaki (yeri özellikle belirttim ki halen bilmeyenler var yeri öğrensinler) sendika binası önünde bir araya gelmişler. Ellerinde günün anlam ve önemine ilişkin pankart ve dövizler taşıyorlar. Coşkulu sloganlar atılıyor ve hatta konuşmayı da "bir günlük genel yayın yönetmeni" Orhan Pamuk yapıyor. Hayal bu ya halen bir işe sahip meslektaşları da destek vermek üzere İkitelli plazalarından akıp sendika binasının önündeki eyleme gelmişler...
İşte bunu dediğimiz anda bu hayal yerini gerçekliğe bırakıveriyor. Abarttığımın farkına vardım. Ne demek İkitelli plazalarından sendikanı önünde yapılan eyleme gelmek. Patron ne der sonra? Daha doğrusu böyle bir şey olsa olay patrona gelmeden, şefler, editörler, bilumum müdürler ve şirket yöneticileri zaten bu sorunu çözer.
Zaten gazeteciler artık sendikaya sadece Toplu Konut İdaresi'nin konut projelerinden ev sahibi olabileceği kura çekimleri sırasında geliyor. Bu hayal içinde gerçekleşmesi en olası görünen ise, basın dünyamıza da adını Nobelli yayın yönetmeni olarak duyurmuş Orhan Pamuk'la ilgili olanı sanırım. Her ne kadar bir günlük mesaisi sırasında Radikal çalışanlarının zam taleplerini geri çevirmiş olsa da, kanımca Orhan Pamuk'un böyle bir eyleme destek vereceğinden zerre kuşkum yok.
Bir diğer itirazım ise bu günün; gazetecilerin hak gaspına karşı eylem yapması ve dayanışma içinde olmasıyla kazanılan bir anlamı olması nedeniyle günümüz gazetecilerini pek ilgilendiren bir tarafı olmaması. Bence günümüzün basın çalışanlarının bu günü kutlamaktan men edilmesi gerekiyor.
Şöyle ki; mesleki geleceklerinin yöneticilerinin iki dudağının arasından çıkacak bir söze bağlı olduğunu düşünen, meslek etiği adına hiçbir kaygı gütmeyen, yanı başındaki arkadaşı işten atılırken sesini çıkarmayan, senini çıkaranlardan uzak duran, ezilenin değil ezenin yanında yer alan ve hatta zaman içinde kendinin de ezen olabileceğini düşünen, tek mesleki kaygısının üzerinde gazeteci yazan bir kartvizite sahip olmak olduğunu düşünen tam da bu nedenle hiçbir örgütlülüğe yanaşmayan... Listeyi hayli uzatabiliriz ama yeter. Ben yazarken bunaldım ve bunalmama yol açan bu kısacık listede yer alanlar nedeniyle gazetecilerin böyle bir güne sahip olmaması gerektiğini düşünüyorum.
Öteki ve sanırım son itirazım da bu özel olayın "bayram" iken "gün" diye anılmasına yol açan neden. Tekrar başa dönersek; "1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra, çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, 'bayram' yerine 'Çalışan Gazeteciler Günü' olarak anılmaya başladı" diye yazdığımızı hatırlatmak isterim.
Ağabeylerimiz, ablalarımız ne yapmış iyi okumak gerekiyor. Basın özgürlüğüne kısıtlama getirilmesini protesto etmişler. Artık darbelerin "postmodern" diye anıldığı bir çağa geldi ülkemiz. Bir takım yasalar, kısıtlamalar da zaten yıllardır mevcut ve kimsenin gıkı çıkmıyor. En önemlisi, darbeleri yapanların korktukları konuları dile getirecek gazetecilerden de kalmadı. Kirli ve çok paranın sektöre bodoslama girdiği, basının medya diye anıldığı ve üstüne üstlük kendisinin apoletler taktığı bir dönemde zaten üniformalı ya da sivil birilerinin korkmasına ya da önlem almasına gerek kalmadı anlayacağınız.
İşin kötüsü basın çalışanlarının çoğu bu ahlaksız düzenin değişmesi için çaba harcamıyor. Onun yerine, patronunun yükü halkın sırtına bindirilen vergi kaçaklarının tahsil edilmek istenmesinin aslında ne kadar da haksız bir uygulama olduğunu yazıyor köşelerinde ya da haberlerinde. Bu konuyu manşetine taşıyan gazetelerde, yolsuzluğun öznesi rakip firma olunca gazetecilik yapanlar, diğer yolsuzluk haberlerinin sadece medya bağlantısı (burada kastedilen devletle akçeli işler yapan medya patronları ya da reklam bağlantılarıdır) yoksa haber olabilmesine sesini çıkarmıyor.
Aslında daha yazacak o kadar çok şey var ki, yılın her gününde neden gazetecilerin bir günü olmaması gerektiği üzerine bir yazı yazılabilir. Ancak şu kadarcık yazıdan dahi bu günün olmaması ya da kutlanmaması gerektiğine ilişkin bir fikir edinebilmek mümkün. Yok eğer illa da bir gün tahsis edilecekse; o da böyle ahlaksız bir sömürü düzeni yaratıp, gazetecileri bir koyun sürüsüne dönüştürmeyi başaran holding patronları ve koyun sürüsüne dönüşmekten hiç bir gam ve keder duymayan gazeteciler için olmalı. (AŞ/KÖ)