Kobanî davasının 43. duruşma periyodunun 4. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde dün görüldü.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
“Türkiye’de hukuksuzluğun hukuku egemen”
MA’nın haberine göre, tutuklu siyasetçi Nazmi Gür, beyanına devam etti. Adil yargılanma hakkına dikkat çeken Gür, davalarında hakim ve savcı olarak yer alan bazı isimlerin AKP’li olduklarına işaret etti:
“Türkiye’de hukuksuzluğun hukuku egemendir. Kararlar siyaseten verildikten sonra bizlerin yapacağı binlerce sayfalık savunmanın da hiçbir kıymeti yoktur. Yargı yetkisinin yargıçlara ait olduğunu bilerek, siyasetçilere kullandırtmamanız lazım. Yargıçlık herkesin güvenmesi gereken bir makam ancak gelinen aşamada bundan bahsedemiyoruz.”
“IŞİD püskürtüldü, Türkiye’ye de faydası oldu”
HDP’nin IŞİD saldırılarına karşı insani bir rol üstlendiğini ifade eden Gür, “İsrail’in Gazze’ye yaptıklarının çok daha ağırı orada yapıldı. Kobani’de ayakta kalan tek bir bina kalmamıştı. Ancak uluslararası destek ile birlikte IŞİD püskürtüldü. Bunun Türkiye’ye de faydası oldu. Ancak Türkiye, Rojava’daki Kürtleri düşman olarak kodladığı için şimdi tehdit olarak görüyor. Bu nedenle bağımsız bir devlet olan Suriye’nin kimi bölgelerine Türkiye girmiş durumda. Bu uluslararası hukuka aykırı. Çünkü hiçbiri Suriye’nin rızası alınarak yapılmış girişimler değil. Oradaki Kürtlerin hiçbiri Türkiye açısından ulusal güvenliği tehdit eden bir anlayışta değil” diye konuştu.
“Nasıl izin vermişler illegal faaliyet yürütmemize?”
Gür, yargılama sürecine dair değerlendirmeleriyle savunmasına devam etti:
“Sonu belli olmayan, sınırları belli olmayan, soyut yorumlara dayalı ve hukuken izahı mümkün olmayan bir hayali illiyet bağı kurgulanarak yargılanmaktayız. Oysa biliyoruz ki sadece illiyet bağının varlığı cezalandırmaya yetmez.
Bu dosya kapsamında tutuklu olarak yargılanan hepimiz 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen 4 bin 743 olayın doğrudan faili olduğu iddiası ile değil, olaylara sebep olma ve azmettirme iddiası ile yargılanıyor ve halen tutuklu bulunuyoruz. Mevcut dosyada ve tüm eklerinde Kobani olayları olarak bilinen ve bu olaylar sırasında işlendiği iddia olunan 4 bin 743 suçun bir tekinin bile faili olduğuma yönelik bir delil mevcut değil.
Savcı, HDP hakkında ‘legal görünümlü illegal örgüt’ ifadesini kullanıyor. HDP Genel Merkezi’nin önünde polis nizamiyesi var, sokağında karakol var. Nasıl izin vermişler illegal faaliyet yürütmemize? Tek başına bu cümle bile bu iddianameyi çöpe götürür. Türkiye’de bizi denetlemekle görevli kolluk kuvveti o zaman suç işlemiş savcıya göre. Bir politik-ideolojik bir saptama yapmış, o zaman ben bu suçlamayı bütün partilere yönlendirebilirim değil mi?”
“HDP’nin siyasi faaliyetlerinden illegal yapılar çıkmaz”
İddia makamının iddialarını “iftiraya" dönüştürdüğünü belirten Gür, Parti Meclisi üyelerinin periyodik olarak 45 günde bir gündemdeki konuları görüşmek üzere toplandığını ifade etti.
6 Ekim 2014’teki toplantında sadece Kobani eylemlerinin görüşülmediğine dikkati çeken Gür, "Bölgedeki tüm siyasi gelişmeler elbette ki Meclis'te grubu bulunan HDP’yi de ilgilendirmektedir. İç ve uluslararası sorunlara karşı elbette ki duyarlıdır. Kendi düşünceleri ve politikaları doğrultusunda bu sorunlara çözüm önerileri geliştirmekte kamuoyuyla paylaşmaktadır. 6 Ekim 2014 tarihinde olan da budur. HDP’nin demokratik siyasi faaliyetlerinden illegal yapılar çıkarmak mümkün değildir. HDP’nin iddia makamının iddia ettiği gibi hiçbir zaman şiddete dayalı olayların çıkmasını destekleyen bir politikası yoktur” dedi.
“Öncelikle fail yargılanmalı”
Yargılama sonucunda cezalandırılabilmesi için isnat edilen suçlara ne şekilde iştirak ettiğinin ve olaydaki rolünün ne olduğunun ortaya çıkarılması gerektiğini vurgulayan Gür, iddianamede yer alan 12 şehirdeki suçlara ne biçimde katıldığını sorarken, “İddia makamının sözünü ettiği bu suçlara fail olarak mı veya şerik olarak mı katıldığımın ortaya çıkarması gerekmektedir. İddianamenin anlatımına baktığımızda parti merkezinden taşraya vatandaşları suça teşvik ediyorum. Dolayısıyla olay yerine hiç gitmemem nedeniyle olaylarının faili değil sadece şeriki olduğum anlaşılmaktadır” dedi.
“Şerikin olduğu ceza davalarında failin de olması gerekir” diyen Gür, bu tip ceza davalarında öncelikle failin yargılanıp cezalandırılması gerektiğini ifade etti:
“Bu davada olayın failleri bilinmemektedir. Başka dosyanın hükümlülerinin getirilip bu dosyanın failleri olarak gösterilmesi hukuken mümkün değildir. İddianamede şüpheli olarak gösterilmeyen kişilerin kovuşturma aşamasında fail olarak gösterilmesi mümkün değildir.
Savcı 2014 yılında suçu işleyen başka mahkemelerde yargılanan kişileri fail olarak görmekte ve o eski kararları getirerek iddianamedeki eksikliği gidermeye çalışmaktadır. Bu kanunen ve usulen yeterli değildir. Birlikte sanık sıfatıyla yargılanmayan ve menfaatleri çatıştığı halde birbirlerine suçlayamayan, savunmalarını veremeyen ve usule uygun yargılanması yapılamayan kişilere ceza verilmesi mümkün değildir.”
“Temel sorun mahkemenin bağımsız olup olmadığı”
Toplanan delillerin bütün özellikleri ve ortak yönleri itibariyle hukuka uygun olarak elde edilmesi gerektiğini belirten Gür, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin ilgili kararına atıfta bulunarak ceza yargılamalarında temel bir kural olan “Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” kuralına vurgu yaptı:
“Hem AİHM’in hem de AYM’nin gizli tanık beyanlarının esas alınamayacağına dair kararları var. Görünüşte AYM’ye göre kanunla korunmuş bir mahkemeyle karşı karşıyayız ama burada temel sorun mahkemenin bağımsız olup olmadığıdır. Mahkemenin tarafsızlık ve bağımsızlık şartını yerine getirmediğinin farkındayız. Hem HSK hem de bir bütün olarak yargı yürütmeden bağımsız değil.”
Türkiye’deki mahkemelerin terör tanımını konjonktürel duruma göre kötüye kullandığının altını çizen Gür, “3713 sayılı yasadaki terör tanımı gibi ceza yasalarında da suç ve cezaların yasallığı açık. Şiddet eylemine karışmamış insanlar, sırf siyasi iktidarı ya da resmi görüş tarafından benimsenmeyen düşünceleri açıkladığı için terör suçu işlemiş kabul edilebilir, terörist olarak nitelendirilebilir ve buna özgü, özel yargılama ve infaz rejimine tabi tutulabilirler. Kobani Davası bu pratiğin ve hukuk dışı uygulamanın somut örneğidir” dedi.
“Elinizde bilgi, belge, istihbarat mı var?”
Hakkında verilen tutukluluk devam kararlarına gerekçe olarak gösterilen “kaçma şüphesine” dair yorumda bulunan Gür, “Bunu hangi somut gerekçelere dayandırdığınızı, hangi olgulara dayandırdığınızı öğrenmek istiyorum. Elinizde bilgi, belge, istihbarat mı var? Bu varsa lütfen onları gösterin ki bizde bunlara karşı savunmada bulunalım. Ceza hukuku açısından eski kanunlardan sanık lehine olan uygulanır ilkesi mahkemece gözetilmemektir. Olması gereken bu dava nedeniyle tutuklu bulunanların derhal serbest bırakılmasıdır. Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasında bir kısım suçlar yönünden benim adıma davanın reddine, davaların düşürülmesine karar verilmesini talep etmiştir. İlk kez esas hakkındaki mütalaasında kısmen de olsa hukuka uygun karar vermiştir. Bu nedenle esas hakkındaki mütalaada isnat edilen birinci, ikinci ve üçüncü grup tüm suçlar suçların gerçekte hiç oluşmaması nedeniyle tüm bu suçlardan beraatıma karar verilmesini talep ediyorum” dedi.
Duruşma bugün devam ediyor. (AS)