Nazım Babaoğlu 12 Mart 1994'te Urfa Siverek'te kaçırıldı. O gün, Gündem gazetesinin Urfa bürosu arandı, Siverek'te bir haber olduğu söylendi. Nazım Babaoğlu Siverekliydi ve bölgeyi bildiği için habere talip oldu. Bürodan çıktı ve Siverek'e gitti. 18 yıldır kendisinden haber alınamadı. Kaybedildiğinde 19 yaşındaydı.
Nazım, Babaoğlu ailesinin yedinci ve son çocuğuydu. Annesi evde yedi çocuğunu yetiştirdi, evde çalıştı, babası mahallede bakkaldı. Nazım 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde, ailesiyle Diyarbakır'a yerleşti. İlkokula Diyarbakır'da başladı ama ekonomik sıkıntılardan dolayı aile iki yıl sonra Urfa'ya döndü. Lise son sınıftan itibaren Özgür Gündem'de çalıştı. O yıl üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Ama kaçırılıp kaybedilince sınava giremedi.
Nazım Babaoğlu'nun kaçırıldığı gün Anadolu Ajansı'ndan Murat Yoğunlu'nun büroyu aradığı iddia edildi, Yoğunlu reddetti. 1993'te Siverek'te kaçırılan işadamı Hüseyin Taşkaya'nın kardeşi Aziz Taşkaya Nazım'ı Sedat Bucak'ın evinde gördüğünü söyledi, sonuç çıkmadı.
2011'de Erzurum Cezaevi'nde hükümlü Aydın Sevinç, Urfa Baro Başkanlığı'na gönderdiği faksta 1993'te Urfa'da JİTEM için çalıştığını, 1994'te Nazım Babaoğlu'nun kaçırıldığını, öldürüldüğünü ve gömüldüğünü anlattı. Can güvenliğinin olmadığını, avukat tayin edilirse bildiklerini anlatacağını söyledi. Diyarbakır İİnsan Hakları Derneği (İHD) yetkilileri Sevinç ile görüşmek için Erzurum'a gitti, görüşemedi.
Nazım Babaoğlu'nu ağabeyi İrfan Babaoğlu anlatıyor.
Ağabeyi İrfan Babaoğlu anlatıyor
Nazım altı yaşındayken 12 Eylül askeri darbesi oldu, tutuklandım ve kardeşimi bir daha dışarıda göremedim. 2000'de cezaevinden çıkınca, kaçırılışıyla ilgili bilgilere ulaştım.
Nazım'ın çocukluğu zorluklarla geçti. Okurken gazetede çalışarak topluma hizmet etmek istedi. O dönemin siyasal koşullarında devletin şiddetini çözemeden, kendini fedakârca ve amatörce ortaya koydu.
1992'de Diyarbakır Cezaevi'nde ziyaretime geldiğinde, Nazım genç adam olmuştu. Sınava hazırlanıyordu ve Özgür Gündem Urfa muhabiriydi.
Gazetedeki haberlerini okuyordum. 1993'te yeniden cezaevinde görüştüğümüzde, büro sorumluları Kemal Kılıç'ın katledilişini hatırlattım ve onu uyardım. Dikkat ettiğini söyledi, beni rahatlatmaya çalıştı.
Kısa bir dönem gazetenin merkezinde de çalıştı, gazeteciliğini geliştirdi ve İstanbul haberleri yaptı. 1994'te Urfa'ya döndü, muhabirliği sürdürdü. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti üyesiydi. Aynı dönemde üniversiteye hazırlanıyordu.
"Siverek kontrgerillanın yuvasıydı"
Kız kardeşim Nazım'ın hep tedirgin olduğunu anlatmıştı. Siverek o dönem kontrgerillanın yuvasıydı. Bucaklar silahlanmıştı, sonradan öğrendiğimize göre Haluk Kırcı, İbrahim Şahin, Abdullah Çatlı, orayı silahlı eğitim verdikleri bir kampa çevirmişti.
12 Mart'ta Anadolu Ajansı'nda çalışan Murat Yoğunlu gazeteyi arayıp haber için birini çağırmış. Nazım da "Ben orayı biliyorum, ben gideyim" demiş. Yoğunlu ile buluşacakları İrfan Gazetesi'ne giderken, tanıklara göre Bucak Aşireti'nden iki kişi Nazım'ı kaçırmış ve Sedat Bucak'ın evine götürmüşler.
Daha önce Siverek'te kaçırılan işadamı Hüseyin Taşkaya'nın kardeşi Aziz, kardeşinin akıbetini öğrenmek için Sedat Bucak'ın evinin önündeymiş. Aziz iki kişinin birisini eve getirdiklerini görmüş ve getirilenin gazeteci olduğunu öğrenmiş. İsmini söylememişler. Aziz, kaçırılışını gazetelerde okuyunca o gencin Nazım olduğunu anlamış.
"Nazım'ı Urfa'da gezdiriyorlar"
Aziz Taşkaya'nın tanıklığıyla, Nazım'ın kaçırıldıktan hemen sonra Sedat Bucak'ın evine getirildiğine inanıyorum. Biz sadece Bucak'ı suçlamadık, orada askeriyle, polisiyle, gizli ve açık istihbaratıyla, korucularıyla ve yine Susurluk'ta açığa çıkan çeteleriyle devlet vardı. O yüzden bu sistemde Nazım'ın kurtulması veya olaydan sonra doğru iz sürmek mümkün değildi.
10 gün sonra Urfa'da bir komşumuz "Gözünüz aydın, Nazım bırakılmış" diye eve gelmiş. Annem şaşırınca, Nazım'ı evin civarında otomobilin içinde gördüğünü söylemiş. Hatta o dönem bu "Nazım'ı Urfa'da gezdiriyorlar" diye gazetede manşet yapılmıştı. Komşumuz ifade vermeye korktu.
Buradan Nazım'ı on on beş gün ellerinde tutup gezdirdiklerini ve onu kullanarak başkalarını tuzağa düşürmeye çalıştıklarını tahmin ettik. Sonrası meçhul. Nerede, nasıl öldürdüler, nereye gömdüler öğrenemedik.
Siverek'te faili meçhullerle ilgili henüz bir yol alınmadı. Çünkü Bucak'ın bölgede psikolojik etkisi var. Devlet de zaten istekle olayın üzerinde durmadı.
Baştan beri hukuk mücadelesi verdik ama devlet sistemi sonuç alınmasına olanak tanımadı. Yoksa her şey ortadaydı. Siverek'teki psikolojik duvarlar aşılsa, devlet gerçekten istekli olsa olayın aydınlanması için ifade verecek tanıklar da ortaya çıkar.
Nazım kaçırılınca gazetenin sorumluları ve ailem olayın peşine düşmüş, dönemin gazete yetkilileri Valiliğe başvurmuş, İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Metin Yasaksoy'la görüşmüş. Babamla Urfa, Siverek Emniyet Müdürlüğü'ne gitmişler. Hatta tanıdıklarımız Ahmet Bucak'a ulaşmış, ama Bucaklar "Biz almadık, devlet aldı" demiş.
Olaydan bir ay sonra babam Urfa Emniyeti'ne çağırılmış. Orada gözünü korkutup soruşturmadan vazgeçtiğine dair kâğıt imzalatmışlar. Babam o sırada diğer çocukları için endişelendiğinden imzalamak zorunda kaldığını anlatmıştı.
2014'te zaman aşımı
Nazım'ın dosyası 2014'te zaman aşımına uğrayacak. Soruşturmayı takip eden, hukuksal mücadelesini yürüten kimse yoktu. Ben ve kardeşim cezaevindeydik, diğer kardeşlerim öğrenciydi. Ciddi soruşturulsa belki bilgi-belgeye ulaşılırdı ve dava konusu edilirdi.
2004'te özel yetkili mahkemeler kurulunca Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığa başvurduk. O dönem Savcı Ahmet Karaca, faili meçhullerle ilgileniyordu. 24 Nisan 2010'da 2010/1028 numaralı başvuruyu yaptık. Bu dosya Urfa Savcılığı'ndan gelen dosya ile birleşti.
Aziz Taşkaya'nın tanıklığını dilekçeye ekledik. Aziz, Karaca'ya ifade verdi. O dönem savcı, Nazım'ın dosyasının aslında başvurumuz olmadan Diyarbakır'a getirilmesi gerektiğini anlatmıştı. Dosya hala Diyarbakır Savcılığı'nda faili meçhullere bakan savcılıkta duruyor.
"Yoğunlu kilit noktadadır"
Murat Yoğunlu geçmişte Emniyetteki ifadesinde, gazeteyi aradığını inkâr etmiş ve ortadan kaybolmuştu. 20 yıl sonra kendisine ulaşabildik. İstanbul Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İl Başkanı Mustafa Avcı'nın yardımıyla Bayram Balcı İstanbul'da Yoğunlu ile görüştü. Yoğunlu Balcı'ya çelişkili bilgiler anlatmış. Cinayetle ilgili ipuçları vermemiş, korkmuş.
Yoğunlu kilit noktadadır. Savcılar ilgi gösterseydi bu işi çözerlerdi. Nazım'ın dosyasında Yoğunlu'nun eski ifadesi, babamın ifadesi ve gazete kupürleri vardı. Nazım'ın Siverek'e gittiğine dair hiçbir bulgu yoktu dosyada.
2004'te Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik çıktığında başvurduk ama reddedildi. Bir üst makama itiraz da reddedildi. Başvuru 2007'den beri Danıştay'da ve sonuçlanmıyor.
BDP milletvekili Şerafettin Halis, 12 Şubat 2010'da verdiği soru önergesinde, Beşir Atalay tarafından Nazım'ın akıbetinin açıklanmasını istedi. Ama bir şey çıkmadı.
"Uzaktan tarifle kazı yapıldı"
2011'de hükümlü Aydın Sevinç'in uzaktan tarifiyle Urfa Şahin Tepesi'nde kazı yapıldı. Sevinç bahsettiği yere bile götürülmedi. Kazıda bir şey bulunamadı.
Diyarbakır İHD yetkililerinin Sevinç ile görüşme çabası sonuçsuz kaldı. Erzurum Savcısı, Sevinç'in hırsız olduğunu, doğru söylemediğini anlatmış ve Trabzon'a gönderildiğini söylemiş.
Davayı AİHM'e götürmek için bize hep iç hukukun tamamlanması gerektiği yönünde bilgi verildi. Terör mağduriyeti ile başvurumuzda Danıştay'dan karar çıkarsa iç hukuk tükenmiş olur ve AİHM yolu açılır. Ama AİHM de dosyayı reddedebilir. Çünkü mevcut sistemde gerekli bilgi ve belgelere ulaşamıyoruz.
1990'lı yıllardaki cinayetlerin çözülebilmesi için de o dönem topyekûn ele alınması, yargılanması gerekiyor. Yoksa olaylar tek tek açıklığa kavuşamazlar.
* Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.