Nazım Alpman yazdı…Fotoğraflar Tolga Sezgin’in.Türkiye Halk Bankası A.Ş yayını olarak çıktı. “Ustadan Çırağa, Dededen Toruna Anadolu’nun Elleri” adlı bu kitap Anadolu’nun yaradılış tarihi gibi…
Eserin ortaya çıkmasında Nazım’ın Kıvılcım Ajans’taki dostları Cezmi Zafer, Himmet Doğan, Aslı Gençay ile Dilek’e neden teşekkür ettiği; ortaya çıkan bu eserin estetik ve teknik güzelliğinde saklı... Kitap aslında Anadolu’nun saklı tarihi…
Nazım Alpman demiş ki; “Ustası olmayanın el sanatı da olmaz”. Doğru demiş, bir solukta okunan bu kitapla anlıyorsunuz “usta” işini. Böylece “ustaları” tanıyorsunuz…
Söylenecek en iyi söz; başta Nazım Alpman ve Tolga Sezgin olmak üzere bu eseri yaratanlara nazar değmesin…Nazar boncukları emeklerini kem gözlerden korusun...
İnsanlar geçmişten geleceğe gözboncuğunun koruyucu tılsımına inanırlar. Gözboncuğu ile nazar boncuğu arasındaki bağlantılara bakılırsa 150 yıllık bir geçmişi var. Kişinin dünyaya açılan penceresi gözü olduğundan, göz; her türlü iyilik ve kötülüğün simgesi. İnsanlar kendilerine kötü bakan gözlerden korunmanın çaresinin, üzerlerinde göz şeklinde boncuk taşımakla mümkün olduğuna inanırlar…Göz boncuğu figürüne Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet dışında Budist ve Hindu inanışlarında da rastlanır. Kitapta yazılı.
Yaklaşık 150 yıl önce Arabistan’dan İzmir’e göç eden Selim Usta ve kardeşleri Kemeraltı’ndaki Arap Han’da camdan bilezik yaparak boncukçuluğu başlatırlar. Göz boncukları ve at boncukları yapılıyor ve boncukçuluk gittikçe büyüyor. Bir hayli güç olan bu iş ancak ilkel yöntemlerle yapılabiliyor. Aynı anda dört kişi çalışabildiği ocakların belli ömürleri var. Boncuk ocağı killi çamurdan yapılıyor ve 8 ila 12 yıl arası çalışabilirmiş… Ustalar, 1000 dereceye varan yüksek ateşli fırınların karşısında çalışarak göz boncuklarını yaratıyor…Ocak yandı mı 12 saat durmaksızın çalışılırmış. Boncukçular 1930 yılının ortalarında İzmir’den Görece köyüne taşınıyor…
Nazım Alpman, boncukçuların köyünde bir gece geçirmiş. Köyde topu topu sadece iki tane boncuk ocağı var. En şöhretlisi de Rasim Altınkaya. Herkes Rasim ustayı tanıyor. Nazım yazdı, Tolga Sezgin fotoğrafladı ve Rasim Usta’yı ve üç kardeş olan Çamurcu’ları tanıdık.
Boncuk ocakları her gün yakılmıyor. Haftada bir yakılırmış. Boncuklar çıkarılıp hazırlandıktan sonra bir hafta bekleniyormuş.
Tav yerinin adı, “kavara”. Cam, kavarada 900-1000 derece sıcakta sıvı halde dururmuş.
Ustalar ellerindeki uzun şişleri ocakların “kavara”larına sokup uçlarında kıpkırmızı sıvı halde sıcak cam parçalarını çıkarıyorlar. 110 cm uzunluğunda, 10 mm kalınlığındaki bu çelik çubuğun adı “hasebi”…Sıcak cama vurarak boncuğa son şeklini veren demirin adı ise “metleke”…Nazar boncuğu yapmanın “püf” noktasını Rasim Usta’dan öğrenen Nazım’ın yazdığına göre; ustalar hasebi ucundaki sıcak cama, metleke ile bir iki vurduktan sonra başka çelik çubuklarla üzerine ekleme yaparak merdan ile boncuğa “göz” konurmuş. Her şey el ayarı, göz kararı yapılıyor.
Rasim Usta’nın iki aşkı varmış: Eşi ve işi...Nazım yazıyor: “ Boncuk işi aşkla yapılır diye boşuna söylememişler”. Kitapta, nazar boncuğunun gizli kaynağı böyle anlatılmış.
Başka ustalar, çıraklar, dededen toruna Anadolu ellerine dair yaşanan geçmiş ve gelecek.
Midyat…Gümüşün taçlanmış hali telkari. Mardin, Diyarbakır, Safranbolu..Demirciler Çarşısı her yerde hayatın merkezi.
Safranbolu, Mudurnu, Denizli ve Mardin…Hayvan sevgisiyle yapılan meslek, semercilik.
Eskişehir…Lületaşı ustası Yılmaz Öztekin “Bizim iş, yer altında balık tutmak gibidir” demiş. Ustanın işi lületaşçılık. Lületaşı madenciliği bir anlamda şans işi. O yüzden Yılmaz usta böyle söylüyor. Çünkü, toprağı kazacaksın, kazacaksın, kazacaksın…Kazmanın ucu ile diğer toprak parçaları arasına saklanmış lületaşı topağını bulabilirsen bulursun…Yoksa hiç bir şey bulamayabilirsin de…Lületaşından profesyonel olarak ilk pipo yapan usta “Kral” lakaplı A.Osman Denizköpüğü.
Gaziantep’in ustalarından Orhan Çakıroğlu önce mesleği bırakmış.Sonra yeniden dönmüş. Ustanın işi yemenicilik. “Biz yemeniciliği bıraktık, yemenicilik bizi bırakmadı” diyor. Eskiden üretilip giyilen yemeniler, plastik-sentetik ayakkabılar karşısında yenik düşmüş. Sonra yemenicilik geri dönmüş.
Yemenide sadece deri kullanılıyor.Yemeninin taban derisi, manda derisi…Yüzü ise keçi derisi…Astarı da koyun derisinden imal ediliyor. Yemeninin kenarları “sızı” denilen oğlak derisinden yapılıyor.
Yemeninin geri dönüşünün öyküsü ilginç. Televizyon dizisi “Zerda”nın bütün ayakkabılarını Orhan Usta yapmış. Dizinin yıldızları ayaklarında yemenilerle oynamışlar. Harry Potter (I)’de tam 170 çift yemeni, Truva filminde ise 1500 çift ayakkabı ve çizme yapmışlar. Yemeniciliğe “köşkerlik”, yemenicilere de “köşker ustası” deniliyor.
Kitapta daha neler var neler…Çiniciler, balta boyu-kesen sapı ile tekne yapanlar… Bakırcılar, bakır ustaları…Halil Ustanın dediğine göre; kazan yapamayan bakırcı da olamaz.
Truva filminin güzel Helen’in kostümü Kızılcabölük kumaşlarından. Oralarda onlar “bez” diyor. Bez dokuma ustaları…Buldan denilince herkesin aklına gelen “Buldan bezi”…Devrek denince de ilk akla gelen baston…Kalaycılık der geçersiniz. Deyip geçmeyin. Okuyun. Kalaycı Ustası Macit Çekeneci “Kalaycılık özen ister, sevgi ister” diyor.
Fotoğrafları çeken Tolga Sezgin bin yaşasın…
Ne diyelim! Usta Nazım Alpman, bu eseriyle artık iyiden iyiye “ustalar” arasına karışmış gitmiş…(Fİ/EÜ)