"Bir 'Göçüş' Öyküsü"nün kahramanı Naze, torununa kendi dilini şöyle anlatıyor: "İnsanlar zavallıdır. Ama konuşamayınca daha da zavallıdır. Lalar, işaretle konuşur. Sağırlar, duymadan konuşur. Körler, görmeden konuşur. Kadınlar, ağıtlarla konuşur..." diyor
Her bir kelamı şiir, öykü ya da roman tadında olan Naze'nin öyküsü, okuru, Gabriel Garcia Marquez'in. "Yüzyıllık Yalnızlık"ına öykünürcesine yaşanmış bir pişmanlık, yalnızlık ve yabancılık öyküsüne sürüklüyor.
Naze: Başı taçlı güzel gelin
Iraklı zengin bir Yahudi ailesinin tek kızı Naze, başında taçla dolaşırken, bir Kürt göçer ve imam Halit'le kaçarak evleniyor.
Sonrasında yaşayacakları, bu kararının doğuracağı pişmanlığın yaşamındaki izleri...
Çok uzun yaşıyor Naze. Çok şey görüyor, duyuyor ve anlıyor. Aşiretler arası kan davalarını, Müslüman ve Yahudiler arasındaki kavgaları, Ermeni tehcirini, Osmanlı zabitlerini, Mustafa Kemal'in askerlerini, jandarmayı... Kürt-Türk kavgasını...
Naze'nin özel tarihi
Yahudi iken, Müslüman olan Naze, başka türlü kendisini hiç mi hiç ilgilendirmeyecek bir sorun yumağının ortasında, kendi öyküsünü kuruyor, örüyor. Kah hamur teknesinde, kah yemek tenceresinde.
Irak, İran ve Yüksekova kırlarında, mezralarında geçen yaşamına öyle çok şeyi sığdırıyor ki, anlattıklarını okurken, onun gerçekliğinin resmi tarihin anlatısında hiçbir zaman dile gelmeyecek bir gerçeklik olduğunu kavrayabiliyor insan.
Naze'nin öyküsüyle Naze'leşiyor insan. Onunla birlikte Irak'tan tabana kuvvet yola düşüyor, Yüksekova'ya Befircan'a varıyor.
Kimse görmesin, duymasın diye, onunla birlikte dağa çıkıp acı gözyaşlarını akıtıyor, ağıtlar yakıyor.
Bir göç ve sürükleniş öyküsü
Naze'yle süren, Muhammed ve Mavi'nin öyküsüyle başlayan bu göç öyküsü aslında, kadınların sürükleniş öyküsüdür.
Sesi çıkmayan, erkeğe baş kaldıramayan, "öteki"leştirilmiş, kimliksizleştirilmiş kadınların öyküsü. Kimliklerini, cinsellikten düştükten, " başı beyaz örtülü" koca karı olup, meclislerde sözleri dinlenir olduktan sonra kazanan, ete kemiğe bürünen, kişiliğe bürünen kadınların öyküsü Naze'nin anlattıkları.
Üç ayrı zaman, üç ayrı tarihsel dönem ve kültürle tanışan Naze'nin öyküsüyle; kadını sevmek kadar dövmenin de erkeklik sayıldığı o en eski dönemlerin öyküsüyle, bugün arasında değişen çok fazla şey yoktur.
Halit'i sevmiş midir?
Kaçarak vardığı, üstüne üstlük bir de din değiştirdiği kocası Halit, ne zamanki annesi ölür; ne zamanki annesine ölüm döşeğinde söz verir, o günden sonra Naze'ye el kaldırmaz oluyor.
Naze'nin, Halit'e sevdiği için kaçmadığı bellidir. Kaçtığında gördüğü bir adamdır Halit. Ve kaderine razı olup, yüzyıl yaşadığı, çocuklar doğurup, kaderine ortak olduğu bir adam.
Halit'i sevmiş midir? Orası belli değil. Ahmede Hani' nin "Mem ile Zin" öyküsündeki gibi bir aşk öyküsüyse aradığınız, iki kelime arasında torununa söylediğinden çıkardığımız "sevgi" ile, yüzyıllık yalnızlık ve pişmanlığını kafasında nereye oturtuyor, bilmiyoruz.
Aşk pişmanlık içermez ki.
Belki yalnızlık içerir ama, aşkta pişmanlıktan çok bir özlem yok mudur?
Naze ve diğer kadın öyküler
Hem kaynanası Mavi'den hem de kocası Halit'ten yıllarca dayak yediğinden; gidecek, kaçacak yeri olmayan, kendisini ağıtlara ve masallara veren Naze'nin öyküsünün benzerlerini, kızları da yaşıyor.
Bir tek torunları için belki zaman, o eski zaman olmayacaktır. Kaldı ki, kadının hala töre ve namus gerekçesiyle öldürülürken görünür kılındığı, şiddetin her türlüsünden kurtuluşun olmadığı günler o kadar uzak değil.
Annemin muhacir şiiri
Evet, Naze'nin öykülerine benzer kadın öyküleri de çoktur bu toprakların. Naze'yi okurken, rahmetli annemin yılarda dilinden düşürmediği bir "muhacir" şiiri aklıma geliyor:
"Ben bir muhacir kızıyım./ İntikam Yıldızıyım,/ Acı benim halime, / Yüreklere sızıyım.
"Atma beni efendim,/ Ben de senin gibiydim,/ Gül bahçeli evimde,/ Gonca gelin gibiydim.
"Darağacı kuruldu,/ Ne arandı soruldu,/ Anam babam kardeşim,/ Tek bir günde boğuldu.
"Kul et beni evine,/ Öksüz gönlüm sevine,/ Bu ne acep insanlık,/ Bu ne acep düşmanlık."
Göçerlik var mı bizde bilmiyorum. Nerden, ne zaman geldik, onu da. Bu şiir anonim midir? Kim yazmıştır, kimin için yazılmıştır, onu da bilmiyorum.
Ama bildiğim, bu toprakların kadınlarının hep bir yerden bir yerlere, erkekleri peşinde sürüklendiğidir.
Kadınları kucaklayan anılar
İrfan Aktan'ın babaannesiyle yaptığı konuşmalara dayalı bu anı kitabını okurken, anlıyorsunuz ki, erkeklerin öyküsünü yazanlar aslında kadınlar.
Naze, gelin geldiği aşiretin, kültürün kendinden iki kuşak öncesine ve üç kuşak sonrasına anılarıyla damgasını vururken, yaşadıklarından damıttıklarını da, masallara, ağıtlara, türkülere döküyor.
Bugünlerde, 104 mü 105 mi, tam da bilinmeyen yaşında, torunlarına anlattığı, masalla gerçek arası öykülerde geçenler, kadın belleğinin yanılgısı değil, yılların içinden süzülerek gelen yüzlerin yansıması adeta.
Biz kadınlar, birbirimizin aynadan yansıyan görüntüleriyiz. İster Kürt, ister Türk, ister Ermeni, Yahudi, Çerkez,Rum olalım fark etmiyor. Hepimiz birer Nazeyiz.(AD/EK)
_____________________________________
* Naze Bir 'Göçüş' Öyküsü,.İrfan Aktan, İletişim Yayınları, 2005